Yıllar önce bir gün Ertuğrul Özkök ile pizza ısmarlayıp şarap açtık ve Halloween filmini izlemeye başladık.
o gece hayatımda iki dönüm noktasını birbiri ardına yaşadım.
ilki Özkök’ün dış görünümündeki sakinliğine rağmen aslında artık geri dönüşü olmayan biçimde çıldırmış olduğunu fark etmemdi.
diğer dönüm noktası ise zaten var olan sayısız diğerlerine yeni bir fobimin eklenmeye başlamasıydı. Artık evde yalnız olduğum her gece filmdeki katil Jason’ın mutlak eve girip beni de kesmesini beklemeye başlamıştım. bu fobimin neden oluştuğu tam bilinmiyor, kimse de bunu tedavi etmeyi başaramadı yıllardır.
Bunu çocukluğumda yaşamış olduğum bir travmaya veya cinselliğimde baskı altında tutulan bir dürtüye bağlamaya çalışanlar bile oldu ama onlar da tedavi edemedi fobiyi. Onu tedavi edemediler ama baskı altında olduğu söylenen cinsel fantezilerim ortaya çıkınca beni yine de önlem olsun diye tımarhaneye yatırmaya kalkıştılar.
filmi izlerken seyrettiğimiz sahne ne kadar vahşi, ürkütücü de olsa müthiş bir keyifle gülüyordu Özkök. aslında korkmuştum ama yanımda oturan ve o anda Jeffrey Dahmer’den veya Hannibal Lecter’den daha korkunç olduğuna inanmaya başladığım insanı kızdırmamak için kendimi zorlayarak gülmeye başlamıştım. ve sonunda neredeyse dakika başına bir insanın vahşi biçimde öldürüldüğü bir korku filmi karşısında katılarak gülmekte olan iki adamdan oluşan absürt bir görünüm ortaya çıkmış olmalı. ne yazık ki o gece evde bizden başka kimse olmadığından bu ibretlik görüntü belgelenemedi.
şimdi yıllardır beklediğim Jason’un benim için eve geldiği geceyi anlatacağım, ama önce ortamı anlatmalıyım size.
bizim evde üç köpek ve iki kedi var. hepsinde de çeşitli düzeylerde ruhi bozukluk mevcut. yani anlayacağınız biraz sahiplerine çekmişler.
köpeklerden bir tanesi nedense birdenbire tuvalette bulunan çöp sepetine taktı.
kapıyı ne zaman açık görse içeri girip çöp sepeti içindeki biriken kağıtları sistematik biçimde çıkarıp banyo kapısından misafir odasına kadar tek tek sıralıyor. bir defa olsa sevimli bile olabilirdi belki ama yüzlerce defa üst üste olunca insanın canına tak ediyor.
Hızlı çözüm için onu uyutalım teklifime nedense sıcak bakmayan Rana bir noktasına el uzattığınızda kapağı otomatik açılan bir çöp sepeti alarak soruna çözüm getirdi. Çöp sepetine takıntılı köpek etraftayken o görsün diye elimi uzatarak sepetin kapağını birkaç defa üst üste açtım. o andan itibaren köpek artık canlı olduğuna inandığı sepete hiç yaklaşmıyor, sadece sonsuz bir panikle uzaktan sabit bakmakla yetiniyor.
arada bir kültür turlarına çıkan eşim bir gece kız arkadaşıyla yine operaya gitti.
ben Junichiro Tanizaki’nin In Praise of Shadows’unu okuduğumdan bu yana loş ortamların beni sakinleştirdiğine inanırım.
hiçbir düşüncemin doğru olabilmesinin mümkün olmadığına inanan eşim loş ortamın beni sakinleştiği yönünde hiçbir işaret olmadığını düşünse ve hatta loş ortamda daha da azıttığımı söylese de ben yine de fırsat bulduğum an loş ortam oluştururum.
o gece de eşim evden çıkar çıkmaz o loş ortamı yine oluşturdum. sadece bulunduğum bölgede loş ışık vardı, diğer bölgeler karanlıktı. yanı başımda bir bardak viskimle loşluğun keyfini çıkarıyordum. ama birden olanlar oldu.
içerideki banyodan çöp tenekesinin defalarca açılıp kapandığı sesini duymaya başladım.
dışardan uyarı olmadan açılmayan o kutu sanki yanı başına bir varlık duruyormuş gibi açılıp kapanıyordu durmadan.
iki kedi zaten yanımdaydı, köpekler de gözümün önündeydiler, bu yüzden o açılıp kapanmanın başka açıklaması olmalıydı.
iki olasılık geliyordu panikten düz mantık yeteneğini bile kaybetmiş aklıma. ya babam hayattayken bana hep yapacağını söylediği gibi öteki dünyadan ziyarete gelmişti ya da ondan da kötüsü, yıllardır beklediğim gibi Michel Meyers beni kesmek için burada olmalıydı.
İçerideki kesin Michael Meyers’dı ve gizlice girer girmez tuvalete gitmesinden yolda hayli sıkıştığı da anlaşılıyordu.
çöp kutusunu defalarca açtığına göre köpeğim gibi onun da sinirini bozmuş olmalıydı çöp kutusu.
Sakin olduğunda bile hareketleri pek hoş olmayan Michael’i şimdi üstelik asabi halde görmek zorundaydım. korkunun ecele faydası yok diyerek karanlıkta banyoya gidip ışığı açtım.
Michael Meyers içeride yoktu ama kutu kendi kendine açılıp kapanıyordu durmadan. Babam dahil bütün sülalemin hayaletleri gelmiş olmalı diye düşünürken kutunun kapağındaki kargo kutusundan kalmış olan bandın ucunun göstergeye değdiğini gördüm. çekip alınca açılıp kapanma bitti.
ancak ben de korkudan bitmiştim. olan biteni telefonda Özkök’e anlattığımda o yine güldü.
empati beklememekle birlikte yaşadıklarımın hangi yönünün ona komik geldiğini de anlamadım.