İnsanın evrimsel yolculuğu Lucy, Neandertal İnsanı ve Biz: Irkları tartışmak nafile

17 Ekim 2024
Bu haber 4 hafta önce yayınlandı

Evrimsel biyolog Guido Barbujani’nin 'Lucy, Neandertal İnsanı ve Biz' kitabı, insanın evrimine dair kapsamlı bir anlatı sunuyor. Tüm türlere ışık tutan Barbujani, insanlarda ırklardan bahsetmenin nafile bir çaba olduğuna vurgu yapıyor.

Lucy Neandertal İnsanı ve Biz

İnsanın tarihi, milyonlarca yıllık evrimsel bir süreçle şekillenmiştir. Bu uzun yolculuk, ilkel aletlerin zamanla kültürel eserler haline gelmesine, fosillerin yalnızca bir kalıntı değil, geçmişe dair önemli veriler olarak değerlendirilmesinin zeminidir aynı zamanda. Atalarımızın izleri, bugün sahip olduğumuz yürüyüş biçiminden düşünce yapımıza kadar pek çok özelliği derinden etkilemiştir. Bu süreçte bizi diğer türlerden ayıran en temel unsurlar nelerdir? Bizi “biz” yapan şey nedir? Bu sorular, bugünün insanının biyolojik ve kültürel evrimini anlamak için yeniden ele alınmayı gerektiriyor.

Leyla Tonguç Basmacı’nın çevirisiyle Alfa Bilim’den çıkan Guido Barbujani’nin ‘Lucy, Neandertal İnsanı ve Biz’ kitabı, insanın evrimine dair kapsamlı ve katmanlı bir anlatı sunuyor. Bu eser, sadece biyolojik gelişimleri ele almakla kalmıyor, aynı zamanda arkeolojik buluntular, antropolojik gözlemler ve kültürel analizlerle insanın tarihini şekillendiren tüm türlere ışık tutuyor. Kitap, kronolojik bir şekilde ilerleyerek Australopithecus afarensis’ten başlayıp Homo sapiens’e kadar uzanan bir evrim hikayesini sunuyor. Evrimsel biyolog olan Barbujani’nin kendisi de bir araştırmacı olarak, yapılan çalışmalardan örneklerle kitabı zenginleştiriyor.

Australopithecus’tan sapiens’e insanın tarihi

Kitapta ele alınan türler arasında, Australopithecus afarensis, insanlığın erken dönemlerine ışık tutan en önemli türlerden biri. Çift ayak üzerinde durabilmenin miladını onda görüyoruz. Ayağa kalkmanın bugünkü bel ağrımız gibi, pelvisin daralmasıyla doğumların zorlaşması ve daha erken doğumların olması gibi bedelleri olduğu gibi ellerin boşa çıkmasıyla birlikte ellerini kullanabilen insanın yaşamında birçok şeyin değiştiğini görüyoruz. Barbujani bu meselenin önemine dair edebiyatçı yanını konuşturuyor:

“Falcılara göre elin içinde bir kader çizgisi vardır. Antropologlara göre ise talihimizin büyük kısmı sırf ellere sahip olmamıza bağlıdır.”

Homo sapiens’in kültürel adaptasyon yeteneği

Ardından, Homo georgicus ve Homo erectus, insan türünün geniş coğrafi yayılımını temsil ediyor. Homo erectus’un Afrika dışına ilk yayılma örneği olması, bu türün evrimdeki yerini öne çıkaran en önemli özelliklerden biri. Erectus’un bizim atalarımızdan değil de başka bir koldan geliyor oluşu da önemli bir hatırlatma oluyor kitapta.

Homo heidelbergensis, Homo neanderthalensis’in ve Homo sapiens’in evrimsel atalarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Neandertaller ise kültürel bir perspektifle inceleniyor; sadece biyolojik bir tür değil, aynı zamanda sanatsal ve toplumsal yapılarıyla ele alınıyor. Barbujani, Homo sapiens’in tek yaşarkalmış olan tür oluşunu sadece fiziksel değil, kültürel adaptasyon yeteneklerine de bağlıyor. Neandertal’in Sapiens tarafından yok edilme mitine dair de önemli vurgular yaptığı gibi bunun başlı başına ‘öldürme’, ‘işgal’, ‘savaş’ gibi kavramlarla açıklanamayacağını söylüyor:

“Sapiens’inki zaferle sonuçlanan bir muharebe değildi, çeşitli nedenlerden dolayı sonunda geriye sadece bizim kaldığımız uzun (dağınık ve plansız demek daha doğru olacaktır) bir seferdi.”

Hikayeden geriye kalan tek tür: Homo sapiens

Kitabın özellikle Homo sapiens’e ayırdığı bölümlerde, türün evrimsel süreçteki melez yapısı, sanatla olan ilişkisi, 20 yaş dişlerinin evrimsel bir kalıntı olması gibi konular derinlemesine işlenmiş. Ayrıca, Amerika kıtasına yayılma süreçleri ve bu yayılmanın arkasındaki biyolojik ve kültürel dinamikler ele alınırken, esmer tenli Avrupalılar başlığı altında Avrupa’daki genetik çeşitlilik ve evrimsel adaptasyon süreçleri tartışılıyor.

Buradaki en önemli tartışmalardan birisi kuşkusuz ki melez tartışmaları oluyor. Hem Neandertal ile olan geçmişe dair olan kısım açısından özellikle olmayan biyolojik ırksal ayrımlar açısından hem Denisovanlar ile hem de Neandertal ile melez geçmişi olduğu bilgisi önem taşıyor. Barbujani üç melezleşmeden bahsediyor ve devasa sonuçları olduğuna vurgu yapıyor:

“Afrika dışında yaşayanların hepsinin (hepsinin!) DNA’sının bir kısmı, örneğin %2-4’ü bu çaprazlamaların bazıları yoluyla Neandertal atalarından gelmiştir… Günümüz Avrupalılarının genomunda Afrika’dan Avrupa’ya varışını takip eden üç göç dalgasının çok belirgin işaretleri bulunur.”

İnsanlarda ırklardan bahsetmek nafile bir çaba

Barbujani’nin kitabının son kısmı ise, Darwin’in hayatına dair biyografik bir anlatı ile başlıyor ve ırk kavramına dair oldukça açık ve bilimsel temelli bir tartışmayla sonlanıyor. Biyolojik ırk kavramını bilimsel bir temelde eleştiren Barbujani, bu tartışmanın hem geçmişteki hem de günümüzdeki yansımalarına ışık tutuyor.

Darwin’in biyografisi açısından Barbujani, Darwin’in hem çeşitli kişilik özelliklerden hem de çeşitli hastalıklarından ötürü olan asosyalliğine dikkat çekiyor. Bu asosyalliğin dışında Darwin’in yaşadığı Viktoryen dönem açısından evrim gibi bir meseleyi söylemekteki çekincesinin toplumsal temelli olduğunu da vurguluyor. Öyle ki bu çekinceler Darwin’in kült kitabı ‘Türlerin Kökeni’nde insanın evrimine dair tek cümle etmiş olmasıyla dahi kendini gösteriyor.

Tabii Darwin’in yaşadığı dönem açısından ayrıca antropolojide ve doğa bilimlerinde ırkçı yaklaşımların da revaçta olduğu kendini gösterdiği dönemlerdi. Kölelik karşıtı olan Darwin’in buradaki tutumu netti. Barbujani’nin vurguladığı üzere Darwin hepimizin tek bir türün üyeleri olduğumuzu düşünen ‘monogenizmden’ yana tavır aldı. “Çünkü insanlarda ırklardan bahsetmenin mantıklı olduğundan şüpheliydi.”

Barbujani Darwin’in bu şüphelerinin haklı olduğunu hatta bugün biyolojik ırk kavramının ‘ciddi’ bilimsel tartışmalar açısından terk edildiğini ancak küçük bir grubun bunu ‘siyasal’ sebeplerden ötürü hala tartıştırmaya çalıştığını söylüyor. Bu görüşün zayıflamasının sebebi olarak iki şeyi işaret ediyor:

“Birincisi, antropologlar ve doğa bilimciler tarafından yayınlanan düzinelerce insan ırkı kataloğunda, ırkların kaç tane ve hangilerinin olduğu konusunda hiçbir zaman fikir birliğine varılamamıştır; ikincisi, genomlar üzerinde yürütülen incelemeler insanlığı, diğer türlerde ırk veya alt tür dediğimiz şeylere benzer şekilde, farklı biyolojik gruplara ayırmanın mümkün olmadığını kesin olarak göstermiştir.”

Biyolojik tek bir insan ırkı gibi bir tanım getirilebileceğini söyleyen Barbujani, “Belki de ırkların var olmamasından ziyade nafile olmalarından söz etmenin daha iyi olacağını söyleyebiliyoruz” diyor ve ekliyor: “İnsan grupları arasındaki farklılıklar nüanslardır ve tanımlayamadığımız nesnelere isim vermeye hakkımız yoktur.”

İnsanın toplumsal ve kültürel evrimine de ışık tutuyor

Kitabın kimi yerlerindeki tarihlendirmelerin geçerliliğini yitirdiğini kimilerinin daha geçmişe çekildiğini de hatırlatmak gerek. Ayrıca kimi bilimsel bilgilerin (örneğin mitokondriyal DNA’nın sadece anneden geçtiği bilgisi) güncellendiğini de bilerek okumak bilimsel gelişmelerde yeniliklerin önemi açısından daima akılda bulunması gerekiyor.
Barbujani’nin insanlık tarihi ve evrim üzerine kaleme aldığı bu eser, biyoloji, arkeoloji, antropoloji ve tarih disiplinlerinin kesişiminde duruyor. Bu sayede, okuyuculara yalnızca evrimin biyolojik yönünü değil, insanlığın kültürel ve toplumsal evrimini de keşfetme imkanı sunuyor.

Lucy, Neandertal İnsanı ve Biz
Guido Barbujani
Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı
Alfa Yayınları, 2024
208 sayfa.

  • 1

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.