Bandini Yayınları'nın ilk kitabı olan Kanadalı yazar Jean-François Beauchemin'in 'Kralcık'ı, şizofren kardeşi için bıkıp usanmadan çaba gösteren dünya iyisi bir adamın sıradan ama etkileyici hikayesi. Lafı uzatmıyor yazar, sessizlikle yazıyor.
Kanadalı yazar Jean-François Beauchemin, çözüm sunmak, iddialı laflar etmek yerine, durumun yaşanır yanlarıyla iletişim kuran bir yazar olarak kabul ediliyor. Masasına oturup gündelik hayatı ve sıradan insana dair hikâyeleri büyük bir sessizlikle yazıyor. Yorgun hikâyeler de üretiyor ama bu yorgunluğun arasında akıp giden zamanın içinde güzel olana odaklanıyor. Sorumluluk alıyor ama şikayet etmek, yazıklanmak, vazgeçip öfkelenmek aklına gelmiyor bile.
Jean-François Beauchemin, Devrim Horlu’nun kurduğu Bandini Yayınları’nın ilk kitabı olarak yayımlanan ‘Kralcık’ romanında sendeleyenlerin ve koşmaya çalışanların sükunetini anlatıyor. Folio 2024 Kitapçılar Ödülü’nü kazanan kitabı Fransızca aslından Ece Peker çevirmiş.
Eşi ve köpeğiyle sakin bir yerleşim yerinde hayatı çevirmeye çalışan anlatıcı, huzur içinde her şeyi anlamaya ve var etmeye çalışıyor. Kendisi ve çevresiyle barışık bir hayat sürüyor anlatıcı, komşularıyla arası gayet yolunda. Şizofren küçük kardeşinin biraz daha rahat bir hayat yaşaması için bıkıp usanmadan çaba gösteriyor.
Gerekli durumlarda kardeşine saatlerce sarılıp sakinleşmesi için çaba gösteriyor, gerektiğinde onunla alışverişe gidip sonuç almadan dönmeyi göze alıyor. Kardeşinin hastalığının farkında, yaşadığı sanrıların ve kaygıların yersiz olduğunu dile getirip öfkelenmek bir yana onun hayata tutunması ve ayakta kalabilmesi için insan üstü bir çaba gösteriyor. Bu çabanın içinde sevgi olduğu kadar anlayış da öne çıkıyor kuşkusuz.
“Bildiğimiz üzere, gözlerimin sık sık bana gerçekliği beklediğim kadar doğru yansıtmadığını hissetmişimdir. Ama yemin ederim ki dün sabah kardeşimin ruhunun bedenini terk ettiğini ve deponun çatısına tünemiş, manzarayı izlerken küçük bir kuşun (kralcık kuşu?) bedenine usulca girdiğini gördüm.” Roman adını belki de yazarın bu cümlesinden alıyor…
Kırılganlığın ve geçici güzelliğin bir simgesi olarak kabul edebileceğimiz bu narin kuşa benzetiyor küçük kardeşini anlatıcı. Şizofreni hayatını alt üst ederken sabah kalkıp işe gitmenin adımlarıyla uyanan küçük kardeşi zaman zaman içine kapanıp dünyayla bütün bağlarını kesip herkesi yanıtsız bırakabiliyor. Bu metaforik seçim sanrılar ve kaygılarla dolu dünyasında yaşayan ve tutunmak için çok küçük nedenlere gereksinim duyan küçük kardeşin durumunu çok iyi biçimde aktarıyor okura. Ama öyle düşünüleceği üzere akıl hastanesinin soğuk ve ürpertici koridorları, demir parmaklıklı pencereleri yer bulmuyor romanda. Gündelik hayatın bir belirleyeni olarak kardeş olmakla yıllar içinde çoğalan sevgi gerektiğinde şiirle aşılaması gereken bir olgu olarak çıkıyor karşımıza.
“Şiir edebi bir tür değil, hayatın akıl yolula deneyimlenmesidir; en kırılgan, düşük ve ya güçsüz varoluşun bile gerçek bir ilgiye değer olduğuna dair kör edici bir önsezidir.”
Hele kitabın 57. sayfasında anlatıcının kardeşine sorduğu “Hipopotez ne peki?” sorusuna aldığı yanıt gerçekten okunmaya değer, şairin imgeye başvurma nedeninin zayıflıktan değil, “Düşüncenin bir çeşit yetersizliğine yanıt vermenin bir yolu” olduğuna sürükler bizi.
Romanda okuru rahatasız eden sahneler oldukça az ama buna rağmen doğa, çevre, insanlar ve hayvanlar aracılığıyla bir yakınlık, okuma kolaylığı ve iç rahatlatıcı bir arka plan sunar bize anlatıcı. Yer yer yazma gücü verdiği gibi, yer yer de anlatmanın gücüyle bizi cezbeder.
Evet, şizofren küçük kardeşin hayatı kolay değildir, onun hayatını kolaylaştıracak yöntemleri bulmak kolay olsa da uygulamak ve sürekli kılmak hiç kolay değildir. İlaçlarını içmesi için ikna etmenin kolay olmadığı gibi bir sonraki adımını tahmin etmek ve zarar görmesini önlemek için sürekli iletişim halinde olmaya çalışır anlatıcı. Hassasiyet ve güzellik, dayanışma ve anlayış insani bir kırılganlıkla harmanlanınca ortaya çıkan toplam da okunmaya değer oluyor.
Lafı asla uzatmıyor Beauchemin. Kurgunun sahnesine bizi davet edip orada bütüne dair kısa parçaları bir araya getirerek, acele etmeden yazıyor romanını.
İçten, samimi ve evrensel bir duygunun romanı diyebiliriz ‘Kralcık’ için.
Romanın sonu belki yazmak istediğimiz her şeyi özetliyor zaten:
“hayat geçip gidiyor” dedi kardeşim bu sabah el yazmamı okumayı bitirdiğinde “hayat geçip gdidiyor, sıradan, önemsiz ama yine de zihinde, karakter ve ruhta o kadar ağır bir yük oluşturuyor ki sonunda onlara bir var oluş nedeni veriyor Evet, bu hikâyede neredeyse hiçbir şey olmuyor ama her şeyin bir anlamı var.”