Güçlü kadın karakterleriyle döneminin öncü yazarı Suat Derviş'in 1936 ve 1938'de tefrika edilen iki romanı yıllar sonra 'Sen Benim Babam Değilsin'de bir arada. Sürükleyici bir yasak aşk hikayesinin anlatıldığı kitapta memleket ahvali de unutulmuyor.
İLHAN İPEK
Zaman geçer ve insan gerçekleri saklamak için nedenlerini yitirir. Zaman geçer ve biri son nefesinde gerçeği olduğu gibi açıklar. O birinin gözlerini hayata yummadan önce söylediği, tembihlediği ya da vasiyet ettiği şey her neyse insan ondan cesaret alır, sorumlu hisseder kendini ondan, yapmak ve yerine getirmek ister son sözlerin saklısında ne varsa.
Güçlü kadın karakterleriyle döneminin öncü yazarı Suat Derviş’in 12 Ağustos ile 10 Ekim 1936 tarihleri arasında Açık Söz’de 43 tefrika halinde yayımlanan romanı ‘Sen Benim Babam Değilsin’ İthaki Yayınları’ndan çıktı. Aynı kitapta Suat Derviş’in 25 Haziran ile 30 Temmuz 1938 tarihleri arasında Son Posta’da 35 tefrika halinde yayımlanmış ‘Baba-Oğul’ adlı uzun hikayesi (novella) de yer alıyor. Yani iki Suat Derviş romanı daha yıllar sonra kitap formatında armağan edilmiş oldu okura.
Bir kitapta iki roman, fena fikir değil. Birbirini tamamlıyor mu bu romanlar, emin değilim ama ikisi de harp yıllarında geçiyor ve belirgin biçimde Milli Mücadele dönemi var her ikisinde de.
Suat Derviş, ‘Sen Benim Babam Değilsin’ romanında bir evliliğin uzun yıllarını, saklı acılarını anlatırken bir de yasak aşkın bitmek bilmeyen sessiz ihtirasını işliyor. Başlayıp büyüyen ve gittikçe içinden çıkılmaz ilişkiler içinde Fatma ile evli olan Fazıl, arkadaşları Cavit ve kız çocuğu Selma karakterleri var sayfalarda. Roman baştan sona bu karakterler üzerinden dönüyor ve neredeyse tamamını Cavit anlatıyor. Bir sesleniş, zamanı geri sarma girişimi, acı veren ve kavuşulamayan aşkın iç dökme hali gibi.
Romanın hemen başında hayata gözlerini yumuyor Fatma ve son sözlerinde Cavit’e gerçeği artık açıklaması gerektiğini vasiyet ediyor. Bu vasiyetten de güç alan Cavit, bütün cesaretini toplayıp Selma’ya asıl babasının kendisi olduğunu söylüyor, işte burada çığrından çıkıyor her şey.
Suat Derviş akışı ve karakterleri o kadar güçlü kurguluyor, o kadar gerçekçi konuşturuyor ki, romanın içinde mevzu çığrından çıksa da yazarın denetiminde olup bitiyor her şey. Bizi uçurumun kıyısına götüren de orada elimizden tutup boşluğa doğru derin nefes aldıran da bizzat Suat Derviş’in kendisi oluyor.
Yıllar yılı Fazıl’ı babası bilen ve ondan bir kahraman gömleği biçen Selma, gerçeğin karşısında durup kendince anlamlar üretiyor. Değil mi ki her insanın annesi kendisi için masumiyet timsali olduğu gibi, Selma için de öyle. Selma da annesinin babasından başka bir adamla sevişebileceğini, üstelik bunun bir gecelik boşluk sonucu değil tekrarlanan, ev tutulan, sık sık görüşülen bir tutku olduğunu kabul etmiyor elbette. Hele babasının Cavit olduğu fikriyle iletişim bile kurmuyor.
İtirazlarındaki ısrarı hiç eksiltmiyor Selma. “Anlamıyor musunuz bana yaptığınız fenalığı… O benim annemdi. O benim tertemiz anamdı” diye yanıt veriyor Cavit’e.
Evet Cavit sürekli onların evinde, onlarla görüşen aile dostları hatta. Bazı çıkmazlarda bizzat Fazıl’ın ısrarla eve davet ettiği bir ‘amca’ o Selma için. Onu seven, hediyeler, oyuncaklar alan, sevilen, özlenen bir amca.
Ama bir kahraman değil, evde bir kahraman varsa o da bizzat Fazıl’ın kendisidir, Selma için de öyledir üstelik.
“Baba… bir çocuk için Allah gibi bir şey. Erkeklerin en güzeli o, insanların en kuvvetlisi o, en namuslu adam, bütün dünyanın saydığı adam, iyi adam ve kâinatı hürmetkâr bir korku içinde titreten adam. Baba… Geçen gün Selma ne diyordu biliyor musun? Baba, sen varken nasıl oluyor da Sultan Reşat’ı padişah bırakıyorlar? O, senden güzel, senden akıllı, o senden üstün değil ki…”
Cavit ile Fatma’nın aşkı anlaşılır, açıklanır gelmez. Zaten oracıkta, daha Fatma’nın cesedi neredeyse soğumamışken söz mevzu bahis olur. Selma bu konuşmaları duymak istemez, ailesinin temel çekirdeğinde bir çatlağın olma ihtimalini bile aklına getirmek istemez öte yandan ama gerçeklerin saklanır bir tarafı da yoktur.
Suat Derviş diğer romanlarında da alışık olduğumuz üzere bir ailenin etrafında örer kurgusunu. Bir ailenin başından geçenleri okurken, memleketin ahvali de gelip çatar kurguya. Milli Mücadele yılları kapıya dayandığında, herkes vatanı müdafaa etmek üzere askere alınır ve bundan ah etmez.
Bu defa mektuplaşmalar başlar. Fatma ile Cavit uzun uzun mektuplaşırlar. Fazıl bir başka cephededir ama bir nedenle Cavit ile aynı cepheye getirilir; yaralıdır. Bir ikileme düşmeden Fazıl’ın hayatını kurtarır Cavit. Ki doktordur ve sevdiği kadın ile arasındaki adamın hayatı onun elindedir. Aşkı ile tıp etiği arasında tercih yapmak zorunda kalmaz, hatta bunu tartışmaz bile Cavit.
Suat Derviş ölenin arkasından konuşmayacağımız, aşkla yas arasında kalanların acısını duyumsayıp yutkunacağımız bir romanla ses veriyor okurlarına. ‘Sen Benim Babam Değilsin’ romanına Şeniz Baş da güzel bir ‘sonsöz’ yazarak katkıda bulunmuş.
Aşktan cepheye, ihtirastan ölüme uzanan bir uzun yol, bir uzun öykü. Toplumun aileye yüklediği anlam ve içeriği tartışmak, dönemi, anne ve baba olma hallerini gözden geçirmek için iyi bir okuma gerekçesi ‘Sen Benim Babam Değilsin’.