23-05-2023
İsmet Berkan

Duydunuz mu, ülkede pazar günü seçim olacakmış

Duydunuz mu, ülkede pazar günü seçim olacakmış

Şaka elbette, herkes biliyor pazar günü Cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunu yapacağız, önümüzdeki 5 yıl boyunca bizi Tayyip Erdoğan’ın mı, yoksa Kemal Kılıçdaroğlu’nun mu yöneteceğine karar vereceğiz.

Vereceğiz ama acaba kaçımız seçime katılacağız?

Bu köşede daha önce seçimin sonucunu büyük ölçüde seçmen motivasyonunun belirleyeceğini, hangi adayın seçmeni seçime daha az katılırsa o adayın kaybetme olasılığının yükseleceğini yazdım.

Bu durum, yani seçmendeki motivasyon eksikliği her iki aday için de en büyük sorun. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dün ‘Rehavete kapılmak yok’ dedi. Kemal Kılıçdaroğlu günlerdir seçimde oy kullanmanın vatan meselesi olduğunu söyleyip duruyor.

İki aday açısından seçmen motivasyonunu engelleyen faktörler de başından beri belli.

Tayyip Erdoğan seçmeni ‘Bu iş bitti’ duygusunda. Buna benzer bir duygu 2014’te de yaşanmıştı. Son derece zorlu şartlarda (Gezi olayları ve 17 25 Aralık yolsuzluk iddiaları) girilen Mart 2014 yerel seçiminde ‘Reis’i yedirmeyiz’ söylemi etkili olmuş, hem Ak Parti seçimi kazanmış hem de seçime katılım yüzde 89’a varan bir oranda gerçekleşmişti.

Ama bu seçimden 5 ay sonra Ağustos 2014’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde katılım birden bire yüzde 75’e kadar düşmüştü; çünkü bir yanda Ak Parti seçmeni ‘Bu iş bitti’ düşüncesindeydi; bir yanda muhalefetin ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu bir kazanma heyecanı yaratamamıştı. İhsanoğlu’nun zayıf bir aday olması da Tayyip Erdoğan seçmenini gevşeten bir başka faktördü.

Bugün de Ak Parti seçmeni bir hayli gevşemiş durumda gizi gözüküyor ama ne ölçüde gevşediğini pazar gecesi göreceğiz. Dün, seçimde 2,5 milyon oy almış olan Sinan Oğan’ın Tayyip Erdoğan’a destek kararı açıklaması bu gevşemeyi azaltmadı, aksine arttırdı.

Kemal Kılıçdaroğlu seçmeni de büyük ölçüde gevşemiş durumda ama onların gevşeme gerekçesi tamamen farklı. ‘Bir kez daha kaybediyoruz’ düşüncesi çok ama çok yaygın, Kılıçdaroğlu ve ekibi bu düşünceyi kıracak yeterli çabayı henüz gösterebilmiş değil. Son üç-dört günde bu moralsiz ve küskün seçmenin ne kadarını yeniden sandık başına gelmeye ikna edebilecekleri meçhul. 

Kılıçdaroğlu, biliyorsunuz ilk turda Erdoğan’dan 2,5 milyon eksik oy aldı. Bu farkı kapatmak çoğu kişiye imkansız gözüküyor olabilir. Ama öte yandan belki CHP ve Kılıçdaroğlu’na rağmen ‘Eyvah kaybediyoruz’ düşüncesinin gizli bir motivasyon sebebi olması ihtimalinden de söz edilir oldu.

Tabii muhalefet seçmeninin temennilerini siyasi analiz diye yazanlara ve söyleyenlere karnı tok artık. Gerçek şu ki, seçime katılma motivasyonunu bilmiyoruz, bunu da ancak pazar gecesi göreceğiz.

Kaldı ki, her iki lider de seçmen motivasyonuna önem veriyor olsa bile bu motivasyonu sağlamak için çok da etkili bir şey yapıyor gibi gözükmüyor. Tayyip Erdoğan TV mülakatlarına başladı, bilmiyorum bir kez daha 29 kanalda birden yayınlanan bir mülakata katılacak mı?

CHP lideri ise en büyük kozunu bir YouTube sayfasında, BaBaLa TV’de kullanıyor galiba. Bu kanalda yüzlerce gencin (ki bu sabah Sözcü’de İsmail Saymaz yazmış, çok sayıda Ak Partili gencin de) 7 saat boyunca sorularını yanıtlamış. Oğuzhan Uğur’un bu YouTube yayınlarının milyonlarca kişi tarafından izlendiği biliniyor, bakalım Kemal Kılıçdaroğlu’nu kaç kişi izleyecek ve onun genel olarak beğenildiği anlaşılan performansı seçmeni ne ölçüde motive edecek?

Açıkçası, yurt dışından Türkiye’ye gelseniz, ülkede ülke kaderini yakından ilgilendiren bir seçimin yapılmasına sadece 5 gün kaldığına inanamazsınız, çünkü neredeyse çaktırmadan seçime gidiyoruz.

Demokratik hukuk devleti bir zengin ülke lüksü müdür?

Demokratik hukuk devleti bir zengin ülke lüksü müdür?

Sabahın kör vaktinde Ertuğrul Özkök aradı, bugünkü yazısında aktardığı iş insanı dostunun seçimde Tayyip Erdoğan’a oyunu vereceğini söylemesinden ama daha çok gerekçelerinden çok etkilenmişti, ‘Bu milliyetçilik bütün dünyada yükseliyor’ dedi.

Söylemesi ayıptır, ben bunu yıllardır yazıyorum. Esas olarak 2008 küresel ekonomik kriziyle yükselmeye başladı bu eğilim. Dünyanın her yerinde insanlar Amerikan dolarının ve Amerikan bankacılık sisteminin girdiği krizden etkilenince buna bir tepki doğdu.

Adını ta o zaman koymuştum: Dünyanın her yerinde milliyetçilik, anti-Amerikan bir duygu artık. Türkiye bir istisna değil.

Tayyip Erdoğan son dersini 2018’de Rahip Brunson krizi sırasında Donald Trump’ın bir Tweet ile TL’nin değerini düşürdüğü zaman aldı; Amerikan dolarına karşı ‘Tam bağımsızlık’ söyleminin ardında bu travmanın büyük etkisi var.

Erdoğan’ın bu ‘Tam bağımsız Türkiye’ söyleminin seçmende de bir karşılığı var; çünkü hepimiz şu veya bu kadar bu hayalle yetiştirildik. Tayyip Erdoğan’ın kendini ‘solcu’ sayan ulusalcıdan Türk-islam sentezcisi milliyetçiye kadar herkesten kabul görmesinin ardında bu hedefi dile getirmesi yatıyor. Havada uçan uçaklar ve SİHA’lar, rıhtımda sergilenen savaş gemisi, Karadeniz’den çıkan doğal gaz vs hep bu hayali gerçek kılmaya dair semboller.

Ertuğrul Özkök, Sinan Oğan’ın Tayyip Erdoğan’a destek açıklarken yaptığı konuşmada tek kelime ‘adalet’ veya ‘demokrasi’ geçmemesine şaşırmış.

Benim iddiam, dünyanın 2008 krizinden sonra ağır ağır ama corona salgınından sonra büyük bir hızla küreselleşmeden geri döndüğü, bir çeşit ‘neo-merkantilizm’ dönemine girdiği.

Yani elbette ülkeler birbirleriyle ticaret yapacaklar ama hem devletlerin ağırlığı artacak hem de bu ticaret düne kadar olduğu gibi siyasi liberalizm ilkelerine bağımlı olmayacak, onun yerine aynen merkantilizm çağındaki gibi donanmalara ve bilek gücüne bağlı olacak. (Yani ‘Ulus devletin yok olmakta olduğu’ ve ‘Ulusal sınırların önemini kaybettiği’ tahlilleri hep çöp sepetine gitti.)

Dolayısıyla ‘dış dinamik’ yoluyla, yani AB veya ABD zoruyla Türkiye’ye demokrasi ve insan hakları gelmesini unutun. Türkiye, becerebilirse bu ilkeleri kendi kendine ve kendi isteğiyle hayata geçirecek, başkaları bizden istedi diye değil.

Baktığınızda demokratik hukuk devleti, dünyada sadece zengin ülkelerin sahip olduğu bir çeşit ‘lüks’e dönüşüyor zaten.

Türkiye’de de bu algı giderek yayılıyor, ‘Önce bağımsız ve zengin olalım, sonra istersek demokrasi ve insan haklarına da bakarız’ anlayışı yerleşiyor.

Sıkın dişinizi, kaldı şurada 4 iş günü

Sıkın dişinizi, kaldı şurada 4 iş günü

Türkiye’de seçim, ekonomik hayatı tam ortasından kesen bir giyotin gibi. Bu haftayı tamamlayıp seçime ulaşmamıza bugün dahil 4 iş günü kaldı. Pazartesi sabahı, giyotinin öteki tarafında uyanacağız ve nasıl bir Türkiye göreceğimizi anlayacağız.

Genel beklenti, seçimi kim kazanmış olursa olsun, Türkiye’nin çok uzun süredir yapması gereken bir devalüasyonu ertelediği, yani TL’nin seçimden sonra değer kaybedeceği yönünde. Tayyip Erdoğan’ın seçilmesi halinde bu devalüasyonun boyutu daha da artabilir, ama Kılıçdaroğlu seçilse de doların fiyatı yükselecek, bu belli. Kaldı ki, yine seçimi kim kazanırsa kazansın enflasyonun ciddi biçimde patlayacağını da hepimiz biliyoruz.

İşte bu genel beklentiler yüzünden vatandaştan şirketlere kadar herkes bugünlerde dolar veya altın satın alıp varlıklarını koruma endişesine kapılmış durumda. Eh, ülkede de döviz yok. Öyle olduğu için Merkez Bankası el altından bankalara döviz satışını kısıtlıyor. Bu yetmiyor, bankadan TL çekmek de meseleye dönüşmeye başladı.

Bankalar TL kanamasını durdurmak için mevduat faizlerine yüklendi. Dün yüzde 40’ı aşan mevduat faiz oranları gördük. Yani artık döviz sıkıntısına TL sıkıntısı da eşlik ediyor.

Bu yay gibi gerilen ortam seçimin ertesinde ansızın boşalabilir. Aman dikkat.

Peki ama montajı kim yaptı?

Peki ama montajı kim yaptı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim dönemi boyunca mitinglerinde ve bir kısım reklam filmlerinde PKK’nın Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklediğine kanıt olarak gösterdiği bir video var.

Dün gece TV mülakatında Erdoğan’a bu video soruldu, o da ‘Video çekimleri var. Ama montaj, ama şu, ama bu…’ dedi.

CHP başından beri bu videonun sahte ve yalan olduğunu söylüyor, ‘Montaj’ diyor. Erdoğan’ın da ‘Ama montaj, ama şu, ama bu’ demesini dün gece Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere çok sayıda CHP’li bir ‘itiraf’ olarak anladı, ‘Montaj olduğunu kabul etti’ dediler. Kılıçdaroğlu, Erdoğan için çok sert bir biçimde ‘Sahtekar’ tabirini kullandı.

Peki ama montajı kim yaptı? Büyük ihtimalle bu sorunun cevabını hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz ama soru yine de burada bulunsun.

Meta’nın AB’den yediği ceza çok önemli

Meta’nın AB’den yediği ceza çok önemli

Meta, Facebook, Instagram ve WhatsApp gibi milyarlarca insanın kullandığı uygulamaların sahibi olan şirketin adı. Bu şirket dün Avrupa Birliği’nden 1,3 milyar Euro gibi devasa bir ceza aldı.

Cezanın sebebi, şirketin Avrupalı kullanıcıların verilerini ABD’ye taşımış olması.

Bu kişisel verilerin sınırları aşması konusu öyle basit bir konu değil. Bu veriler bir kere kişisel veri; öyle her önüne gelen yerde kullanılamamalı. Ama daha önemlisi, bu veriler aynı zamanda ticari bir mal ve her mal gibi ithalatı veya ihracatı kurallara tabi.

Avrupa ile ABD arasında bir süredir devam eden bu kişisel veriler savaşının daha da sertleşmesi anlamına geliyor son ceza.

Türkiye de aslında bu savaşta taraf ve Türkiye’nin yasaları ile uygulamaları daha çok Avrupa’ya benziyor.