28-04-2023
İsmet Berkan

Seçim sonucunu duygularımız mı belirleyecek?

Seçim sonucunu duygularımız mı belirleyecek?

Şunun şurasında iki hafta kaldı, seçim öncesi hepimiz yoğun bir siyasi propaganda sağanağı altındayız.

Siyasi partilerin ciddi para harcayarak her kanaldan gözümüzün içine sokmaya çalıştığı mesajlar bir yandan aklımıza, bir yandan duygularımıza hitab ediyor.

Çünkü insan davranışlarına aynı anda hem duyguları yön verir hem aklı.

Siyasal iletişimciler, seçmenin oy verme davranışıyla tüketicinin satın alma davranışı arasında kaçınılmaz bir paralellik kurar. Bu paralellik elbette bir yere kadardır; çünkü markette aynı ürünün A markalısını değil B markalısını almaya karar verdiğimizde daha faydacı hareket edebiliriz ama parti tercihinde doğduğumuz günden beri edindiğimiz kültür ve kimlik de önemli rol oynar, bazılarımızın eli kendisine kişisel olarak çok büyük faydası olacağını bilse bile A yerine B partisine oy vermeye gitmez.

Ama bu seçmene doğrudan fayda sağlamanın veya seçmenin rasyonel aklına hitab etmenin hiç anlamı olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bazılarımız da doğrudan o faydayı tercih ederiz, siyasi partileri veya adayları kendimize en faydalı durumu yaratacak olana göre tercih ederiz.

O yüzden, işte bu seçimde de görüyorsunuz, siyasi partiler ve adaylar aynı anda hem aklımıza hem de duygularımıza hitab eden kampanyalar yürütüyor.

Kimin hangi duyguya hitab ettiği de artık son derece net:

Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı, dindarlığa, muhafazakarlığa, geleneksel değerlere, ülkenin güçlenmesine ve en büyük korkularımızdan biri olan ülkenin ayrılıkçı Kürtler tarafından bölünmesi tehlikesine vurgu yapıyor.

Kemal Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı ise ümitli bir geleceğe, aydınlık yarınlara, baskı ortamının bitmesine, özgürlüklere, güler yüzlere, birlikte zenginleşmeye vermiş durumda ağırlığını.

Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı rasyonel karar veren tarafımıza hitab ederken bugüne kadar elde edilmiş başarıları, ülkeye kazandırılan eserleri, otoyolları, havaalanlarını, savunma sanayiinde başarılanları, aslında duygularımızla da birleşecek şekilde anlatıyor. Halkın doğrudan cebine para koymak anlamına gelecek pek çok hamleyi de ardı ardına sıralıyor.

Kemal Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın aklımıza hitab etmeye çalışırken yaptığı ise bir yandan Tayyip Erdoğan iktidarının özellikle ekonomi alanındaki başarısızlıklarını sıralamak, ekonomiyi güven veren bir isme teslim edeceklerini söylemek, bir dizi yaratıcı proje ile bilimin, teknolojinin ve bunlara dayalı ekonomik gelişmenin önünü açacağını anlatmak. Kılıçdaroğlu ve ekibinin insanların rasyonel tarafına hitab ederken yaptığı seçimler, aynen Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi seçmende duygu uyandırma çabasıyla tutarlı bir bütünlük içinde.

Dünyanın dört bir yanındaki seçimlerde de, Türkiye’deki seçimlerde de edindiğimiz tecrübe, nihayetinde pozitif mesajın kazandığı. O yüzden hem Tayyip Erdoğan hem Kemal Kılıçdaroğlu seçmene olumlu mesaj vermeye, kendilerinin seçilmesi halinde Türkiye’nin çok daha güzel bir ülkeye dönüşeceği izlenimini bırakmaya çalışıyor.

Bu mesajları ve iki adayın kampanyalarını objektif bir gözle değerlendirmek kolay değil. Ben de, siz de bu ülkede yaşıyoruz, dolayısıyla kaçınılmaz biçimde değerlendirmelerimize duygularımız da karışıyor.

Bu duygulardan arınmaya çalışarak baktığımda, Tayyip Erdoğan’ın kampanyasının daha az atak, daha çok savunmacı olduğu sonucuna varıyorum. Erdoğan seçimi kazanmaya değil kaybetmemeye oynuyor gibi duruyor. O yüzden belki, kendine oluşturduğu yankı odasını tahkim ediyor.

Buna karşılık Kemal Kılıçdaroğlu evet seçimi kazanmak istiyor belli ki ama mesajını yeterince yaygın bir kitleye ulaştırıp onların aynı anda akıllarına ve duygularına hitap edebiliyor mu, kuşkuluyum. CHP lideri kendi yankı odasında kalmaktan kurtulamıyor sanki.

Bu yankı odalarının varlığı ve gücü, seçimin akıldan çok duygu atmosferinde geçtiğini düşündürüyor bana. Uzun yıllarda oluşmuş kimlikleri ve duygusal bariyerleri aşmak kolay değil.

Son 15 gün, duyguların savaşına tanıklık edecek.

Ak Parti, Ayasofya silahını da kullanacaktı elbette

Ak Parti, Ayasofya silahını da kullanacaktı elbette

Yukarıdaki yazıda ‘duygulara hitab eden propaganda’ derken tabii konuyu kibarlaştırıyorum aslında.

Bu cümlenin gerçek hayattaki halini dün Adalet Bakanı Bekir Bozdağ kendi milletvekili seçim kampanyası sırasında aynen şöyle sergiledi: “Ya şampanya patlatıp bunu sabaha kadar kutlayanlar olacak ya da temiz alnını şükür için secdeye koyup Rabb’ine hamdedenler olacak.”

Kastettiği seçim gecesi. Aynı Bozdağ aynı konuşmasının başka bir yerinde de, “Millet İttifakı’na giden her oy teröre nefes olur, büyük Türkiye’nin yürüyüşüne sekte vurulur” diyerek liderinin ve partisinin duygulara hitab eden propagandasının bir başka yönünü de duyurmuştu.

Bozdağ’a çok kızmak mümkün elbette ama seçimin kendisini bir çeşit ölüm-kalım savaşı olarak gören ve savaşı kazanmak içi her silahı kullanmayı mübah gören anlayış açısından baktığınızda Bozdağ’ın söylediklerinde yadırganacak bir şey yok.

Nitekim Ak Parti propaganda ekibi, dün akşam saatlerinde yeni bir siyasi reklam filmini devreye aldı. Reklam, Ayasofya’nın ibadete açılması hakkında. Bir dostum akşam saatlerinde bu reklam filmini, benim dünkü yazımdan hareketle ‘Yeni normal’ dediği bir mesajla bana iletmiş. Reklam YouTube’da 200 bin, Twitter’da ise 4 milyon kadar izlenmiş durumda şu anda.

Gerçekten de yeni normal bu. 15 gün sonra göreceğiz, bunlar çaresizlikten kullanılan silahlar mı, yoksa sahiden seçmen üzerinde etkili olan şeyler mi?

Türkiye nükleer güç mü oldu şimdi?

Türkiye nükleer güç mü oldu şimdi?

Akkuyu Nükleer Santralı seçime yetişsin diye çok uğraşıldı ama yetişmedi. Santral inşaatı türlü çeşitli sebeplerle gecikti çünkü.

Ama Tayyip Erdoğan yine de ısrarlıydı, seçim öncesi Akkuyu’da bir gösteri yapmak istiyordu, dün medyaya ‘Santral açılışı’ diye takdim edilen ama aslında santrala nükleer yakıtların yüklenmesi olan bir tören yapıldı, Erdoğan rahatsızlığı nedeniyle bizzat katılamadı, Vladimir Putin’le birlikte video bağlantıyla töreni yaptılar.

Yakıt çubuklarının gelmiş olması Türkiye’yi ‘nükleer güç sahibi’ ülke yapar mı? Bilemedim, mesele ülke sınırlarında radyoaktif materyal bulunmasıysa, Türkiye bu anlamda 50’li yıllardan beri ‘nükleer güç.’ Çünkü Amerika’nın nükleer silahları ülkemizdeydi, belki hala duruyor nükleer silahlar.

İncirlik Üssü’ndeki nükleer silahlar nasıl ABD’nin kontrolundaysa Akkuyu’ya gelen nükleer yakıt da sonuçta Rusların  kontrolunda olacak. ‘Nükleer santral sayesinde nükleer silahımız olacak’ lafları da hayalden ibaret; dün gelen yakıt çubukları kullanıldıktan sonra plütonyuma dönüşecek ve bu plütonyumdan evet silah yapma imkanı var ama o nükleer atık da aslında Rusya’ya ait. Biz bunun için yasa çıkardık, Rusya zaman içinde bu atıkları alıp ülkesine götürecek.

Santral ve elektriği de Rus şirketinin. Biz o elektriği epey yüksek bir fiyattan satın alacağız, hepsi o.

Fiziki dolar ve altına hücum günleri

Fiziki dolar ve altına hücum günleri

Seçim öncesinin ekonomik tedirginliği gerek vatandaşta gerekse şirketler kesiminde fiziki olarak dolara ve altına olan talebi çok arttırdığını biliyoruz. Şimdi bunun rakamları da ortaya çıktı. Son bir haftada Merkez Bankası rezervlerinden 5,4 milyar dolar ve 28 ton altın daha eksildi.

Dolara ve altına duyulan fiziki talep, bankalarla Kapalıçarşı arasından yüzde 5’lik bir fiyat farkının doğmasının arkasındaki başlıca etken. Ancak bankalar ve Merkez Bankası, Kapalıçarşı ile bankalar arasında bir ‘arbitraj’ yaşanmaması konusunda kararlı.

Bir yandan da kur korumalı mevduat da aslında pek çok kişi için çekici. Bu mevduat türünde faiz tavanı kaldırıldığından beri yatan para miktarı çok arttı. Son haftada yatanlarla birlikte KKM’de biriken para 100 milyar dolar karşılığı TL’yi geride bırakmış durumda.

Zayıflama endüstrisinin bir ilacı daha oldu

Zayıflama endüstrisinin bir ilacı daha oldu

Amerika’da bir çeşit hastalık halinde, ihtiyacı olsun olmasın pek çok kişi Ozempic adlı zayıflama ilacını kullanıyor. İlaç dediğime bakmayın, bu bir iğne. Haftada bir kendi kendinize uygulayabiliyorsunuz ve son günlerde okuduklarımdan anladığım iğneyi yapmayı bıraktığınızda hızla kilolarınızı geri alabiliyorsunuz.

Oldukça pahalı olan bu ilacın Amerika’da sigorta tarafından ödenmesi için ciddi bir çaba var. Eğer sigorta ilacı karşılamaya başlarsa ilacın pazarı çok büyüyecek.

Şimdi eski ama yeni bir ilaç daha aynı yola girdi. Eli Lilli ilaç firmasının zaten mevcut olan Tip 2 şeker hastalığı iğnesi Maunjaro’nun da kullananlara ciddi kilo verdirdiği ortaya çıkınca şirket ilacının ‘obezite ilacı’ olarak da onaylanması için Amerikan gıda ve ilaç otoritesi FDA’ya başvurdu. Tabii onlar da bu yolla pahalı ilaçlarının sigorta tarafından ödeme listesine alınmasının peşinde.

Zayıflatma endüstrisi hızlı çalışıyor.