01-12-2024
İsmet Berkan

Mantık ve felsefe bilmeye neden ihtiyacımız var?

Mantık ve felsefe bilmeye neden ihtiyacımız var?

Bu köşede dün yaşayan en önemli felsefecimiz Ioanna Kuçuradi ile bir akşam yemeğinden gözlemlerimi yazmaya çalıştım.

Biz gazeteciler yarın akşam Türkiye’nin en saygın ödüllerinden olan Aydın Doğan Ödülü’nün takdim edileceği Kuçuradi’yi ısrarla günlük sorunlar konusunda konuşmaya zorluyorduk, o ise bu konulara girmiyor, onun yerine birkaç kelimelik kısa ve genel cevaplarla yetiniyordu.

Onun bu tutumunu ‘zarafet’ olarak niteledim; çünkü o bir felsefeciydi, biz gazetecilerin alışık olduğu türde bir ‘fikir önderi’ değildi, üstelik her konuda aklına gelen her şeyi söyleyecek kadar ölçüsüz bir insan da değildi.

Masada ben dahil gazetecilerin Ioanna Kuçuradi’den gündelik sorunlarımıza felsefi cevaplar vermesini istemesi hakkında düşünürken ister istemez aklım felsefe ve mantığın ne olup ne olmadığına kaydı.

Felsefe, Yunanca bir kelime. Anlamı ‘bilgi sevgisi’ aslında. Sözlükler felsefeyi ‘bilgi ve gerçekliği anlama, açıklama ve yorumlama çabasıdır’ diye tanımlıyor. Bir başka sözlük tanımı şu: ‘Var olanların varlığı, kaynağı, anlamı ve nedeni üzerine düşünme ve bilginin bilimsel olarak araştırılması.’

Doğrudan bilginin doğası ve kaynakları hakkında bir araştırma biçimi olan felsefeden gündelik sorunlarımıza sosyal medya usulü 140 karakterlik cevaplar elbette alamayız.

Felsefeye kaçınılmaz biçimde eşlik eden bir başka yöntemin adı da ‘mantık.’ Bu yöntem de Batı kültürlerinde kökünü eski Yunan’ın dev filozofu Aristo’da buluyor. Bu demek değil ki Aristo’dan önce mantık yoktu, ama Aristo bir düşünme yöntemi olarak mantığı sistematize eden isim.

Mantık kendi başına bir disiplin olarak matematikle de yakın akrabalığından ötürü 19. yüzyıldan itibaren çok geliştirildi, ama aslında temeli Aristo zamanından beri değişmedi. Mantıkta temel ilke üçüncü olasılığın dışlanmasıdır.

Yani bilgiyi, hakkında mantık yürütmek istediğiniz şeyi ta çekirdeğine kadar soyarsınız ve meseleyi cevabı evet veya hayır olan tek bir soruya indirgersiniz. ‘Belki’ diye bir cevap yoktur.

İlk evet-hayır sorusunun cevabını o düşüncenin tamamına varana kadar biri ötekine dayanak olacak şekilde ve hiyerarşik bir düzenle sürdürürsünüz.

Mantık adı verilen disiplin 19. yüzyılda matematik benzeri bir ‘notasyona’ yani özel bir yazma biçimi ve formalizasyona kavuşunca bize bugün sahip olduğumuz yapay zeka dahil teknolojilerin hemen tamamını sağladı.

Çoğu zaman mantığın, mantıklı düşünmenin doğal bir şey olduğunu sanırız ama aslında bu hayat boyu geliştirilmesi gereken bir beyin kasımızdır. Eğer mantıklı düşünemiyorsak, bu disiplinin temel kavramlarını ve varlık nedenini bilmiyorsak hayatta çok da fazla bir yere varamayız.

Mantık matematikle olduğu gibi felsefeyle de akrabadır. Felsefeci de düşüncesini mantık dizgeleri şeklinde ifade eder. O dizgede yapılacak bir yanlışlık felsefecinin mantıki tutarlığını kaybetmesi, yani bir anlamda bütün düşünce sistematiğinin yıkılması anlamına gelir.

Bu konuda verilen en meşhur örnek İngiliz matematikçi ve mantıkçı Bertrand Russel’ın Alman filozof Hegel ile ilgili söyledikleridir. Hegel’in anıtsal bir eseri için Russel ‘Baştaki mantık önermesi yanlıştı, devamını okumama gerek kalmadı’ anlamında sözler söyler. Gerçekten de öyledir.

Ama benzer bir durum yıllar sonra Russel’ın başına gelir. Bütün matematiği mantıksal bir dizge haline getirmek için arkadaşı Whitehead ile birlikte anıtsal bir kitap yazan Russel, Avusturyalı mantıkçı Kurt Gödel’in matematiğin kendi içinde tutarsız (doğruluğu veya yanlışlığı kanıtlanamaz) önermeler barındırdığına ilişkin kanıtlamasını görünce kendi kitabını çöpe atmakta bir an tereddüt etmez, hatta Gödel’e ‘Neden şunu daha önce yapmadın, ikinci cildi yazma zahmetinden kurtulurduk’ diye sitem bile eder.

Mantık veya felsefenin herkes tarafından bu seviyede ele alınması elbette gerekmez, ama mantık yürütmenin temel kurallarını bilmeden fikir yürütmeye çalışmak insanda felsefe bilgisinin eksikliğine işaret eder. Burada felsefe derken belirli filozofların düşüncelerini iyi bilmeyi değil, insan düşüncesinin bin yıllar içinde geldiği noktayı kastediyorum. Elbette kimse Plato’yu veya Kirkegard’ı veya Marx’ı veya Ioanna Kuçuradi’yi ayrıntılarıyla bilmek zorunda değil, ama onların insan düşüncesinin evriminde bir seviyeyi temsil ettiklerini bilmek iyi olur.

Bu seviyeyi bilenlerle bilmeyenlerin aynı düzlemde iletişim kurabilmesi çok zor. İşte o yüzden Ioanna Kuçuradi geçen hafta bizim sorularımıza birkaç kelimelik cevaplar vermekle yetindi. Kimlerle konuştuğundan emin değildi, yanlış anlaşılacağıma hiç anlaşılmayayım diye düşündü büyük olasılıkla.

Bir örnek aklıma geliyor hemen…

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i görev süresi boyunca en çok eleştiren gazetecilerden biriyim. Eleştirilerim genellikle onun kimi yasaları veto gerekçeleri hakkındaydı.

Sezer, hukukçu kimliğiyle felsefi düşünceden ve mantık biliminden bir hayli yüksek seviyede haberdar bir isim olarak aslında başlı başına bir seviyeydi. Onun bir seferinde (şimdi çok iyi hatırlamıyorum ya bir veto gerekçesinde ya da bir AYM kararında) ‘İnanç özgürlüğü de kısıtlanabilir’ demiş olması bu ülkede o seviyeden hiç haberi olmayanlar tarafından uzun uzun tartışılınca bu kez onu ben savunmak zorunda kalmıştım.

Çünkü baktığınızda gerçekte inanç özgürlüğü zaten kısıtlıdır. Kutsal kitaplar kölelerden, el kesme cezalarından ve bugün uygulanmayan başka pek çok kuraldan söz eder. Yani zaten ‘Allah kelamı’ denen kitabın en azından bazı bölümleri uygulanmamaktadır.

Buna hiç dikkat etmeyen inançlı kesimlerin ‘Yargı da bazen inancın uygulamalarını kısıtlayabilir’ denmesine itiraz etmesi o mantık dizgesi bakımından anlamsızdı. Zaten Sezer de kendi görüşünü değil, tam da bu cümleyi yazan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir kararını anlatıyordu.

AİHM’yi verdiği bazı kararlarda çok beğenip bazı kararlarında ise beğenmemek ise en azından mantıki bir tutarsızlıktı ama bunu yapanlar tutarsız olmayı önemsemiyordu.

Kendi içinize dönün bakın, pek çok şeyi bildiğinizi düşünüyorsunuz. Peki ama o bildiklerinizi nereden biliyorsunuz?

Dikkat edin, doğru veya yanlış bildiklerinizle ilgili değil, o bilgiyi nereden ve nasıl bildiğinizle ilgiliyim.

Felsefenin ve mantığın ne olduğu hakkında bir fikriniz yoksa bu soruya cevap veremezsiniz.

Uzaya uydu gönderip yapay güneş tutulması yapmak

Uzaya uydu gönderip yapay güneş tutulması yapmak

Bu hafta çarşamba günü Avrupa Uzay Ajansı çok önemli iki uydusunu uzaya gönderecek. Hindistan’dan yapılacak bu fırlatmayla iki uydu dünyanın vaat ettiği en yüksek yörüngelerden birinde eliptik bir yörüngeye oturacak.

Dünyadan yaklaşık 50 bin kilometre uzaklıkta olacak bu yörüngeye girmek için uydular dört ay uzayda yolculuk yapacak.

Yörüngeye girdiklerinde iki uydu birbirine çok yakın olacak ve zaten birlikte hareket edecek. Uyduların görevi güneşimizin ‘korona’sını incelemek.

Bu incelemeyi dünyadan ancak çok kısıtlı zamanlarda, tam güneş tutulması sırasında ve o da birkaç dakikalığına yapabiliyoruz. Oysa bu iki uydu uzayda yılda tam 50 yapay güneş tutulması yaşayacak ve eğer her şey iyi giderse bu sayede insanlık güneşimizin doğası hakkında çok daha fazla bilgiye sahip olabilecek.

Bu iki uydu aynı zamanda insanlığın uzayda mühendislik konusunda bir doruğu yaşaması anlamına da gelecek. Birlikte yola çıkacak olan ve Proba-3 adını taşıyan uydular uzayda birbirlerinden sadece 144 metre uzakta konumlanacak ve uydulardan biri, diğeri için yılda 50 kez ‘tam güneş tutulması’ yaratacak.

Bütün bunlar milimetrik hesaplar olmak zorunda. Eğer öndeki uydu güneşi tam kapatamazsa arkadaki uydunun kameraları güneşi inceleyemez.

Bütün bunların bizden 50 bin kilometre ötede yapılacak olması inanılması zor bir başarı.