Dünyada savaş, ülkede yargı krizi derken yine bir haftanın daha sonuna geldik. 10’ca bilim arasından bülteninin ilkesi yoğun gündemden uzaklaşıp “Dünyada bu gelişmeler de yaşanmış” dedirtebilmek. Bugün yolculuğumuza ABD’de Uzay Kuvvetleri’nde başlıyoruz ve yine ABD’deki uzay turizmi şirketi Virgin Galactic’le devam ediyoruz. Sonra bu haftaki bültene adını veren 500 yıllık bir koleksiyona ve bize geçmişle ilgili gösterdiklerine göz atıyoruz. Buradan yönümüzü insan sağlığına kırıyor, bel soğukluğunun tedavisi için yeni umudu ve sevdiklerimiz tarafından ziyaret edilmenin sağlığımız için ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Son olarak Silikon Vadisi tartışması başlatıyoruz. Kemerlerinizi sıkı takın, yolculuğumuz başlıyor.
ABD Uzay Kuvvetleri’nden bir ilk: Gizemli uzay uçağını Space X roketiyle fırlatacak
ABD’nin Uzay Kuvvetleri’nin hakkında türlü türlü söylentiler çıkan X-37B’si SpaceX’in Falcon Heavy roketiyle fırlatılmaya hazırlanıyor. Bu yeniden kullanılabilir uzay uçağı, zaman zaman uzaya fırlatılmış olsa da SpaceX’in Falcon Heavy’si ile bu bir ilk olacak. Daha önceki uçuş görevlerinde United Launch Alliance Atlas V kullanılıyordu. Bu değişiklik neden bilmiyoruz ama zaten X-37B hakkında da çok az şey biliyoruz, uzay uçuşlarının ardından da Uzay Kuvvetleri’nin kamuoyuna detaylı bir rapor sunduğu söylenemez. Bu değişiklik, uzay uçağının artık daha ağır yükler taşıdığı ya da yeni bir donanıma sahip olduğu anlamına geliyor olabilir. Şimdilik en azından Uzay Kuvvetleri’nin de açıklamasına dayanarak yeni uçuşun “gelecekteki uzay alanı farkındalık teknolojilerini deneyerek Uzay Kuvvetleri’nin uzay hakkındaki bilgisini genişletmeyi” amaçladığını söyleyebiliriz. Bu arada uçuş görevi sırasında uzaydaki radyasyonun bitki tohumları üzerindeki etkilerini test etmek amacıyla NASA’nın Seeds-2 deneyi de bu uçuşta yer alacak. Fırlatma 7 Aralık’ta yapılacak.
Virgin Galactic de işçi kıyımına gidiyor
Bu haberi vermişken başka bir uzay şirketinden de kısa bir haber geçelim madem. Virgin Galactic uzay yolculuğu seferleri düzenleyen bir şirket. Bu şirket en son Titanic enkazına turistik geziler düzenleyen OceanGate’in Titan denizaltısının parçalanmasıyla gündeme gelmişti. Malum OceanGate denizler altındaki bilinmezliğe doğru açılırken, Virgin Galactic de uzayın bilinmezliğine açılıyor. Geçen gün bu şirketle de ilgili olarak giderlerden kısmak amacıyla işçi kıyımına gideceği haberi çıktı. Şirket açıklamasında Delta sınıfı araçlarının geliştirilmesine odaklanmak için “kaynaklarını stratejik olarak yeniden düzenlediğini ve işgücünü azaltma kararı aldığını” söyledi. Kaç kişi çıkarılacak ya da bundan nasıl bir kazanç sağlanacak bilmiyoruz. Şubat ayında Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu’na sunduğu yıllık raporunda şirketin 2022 yılı sonu itibarıyla 1166 çalışanı olduğu belirtiliyordu. Umalım da bu işçi kıyımı Elon Musk’ın X’te yaptığına benzer bir şekilde sonuçlanmasın. Biz X’te yaşanan sorunlara katlanırız ama kalbimiz bu sefer uzayda yaşanacak bir hayatta kalma mücadelesini kaldırır mı bilmem.
500 yıllık kurutulmuş çiçek koleksiyonu ve bize verdiği sırlar
Eşe dosta kitap hediyesi alındığında en tatlı sunum şekillerinden biri de araya kurumuş bir çiçek bırakmaktır. Ancak bu sefer yüzyıllar önce hazırlanmış daha profesyonel bir kurutulmuş çiçek koleksiyonu iklim krizi ve göçün etkilerini gözler önüne sermiş. Hemen yan tarafta İtalya’nın Bologna yamaçlarından 500 yıl önce toplanarak kurutulmuş çiçek koleksiyonunda yer alan çiçeklerden birini görüyorsunuz.
Bu koleksiyonu Rönesans dönemi doğabilimcisi Ulisse Aldrovandi yapmış. Aldrovandi 1551 ile 1586 yılları arasında beş bin bitki toplamış, özenle kesmiş ve kurutmuş. Aldrovandi’nin koleksiyonu her biri sayfalara yapıştırılmış 580 kadar örnek içeren 15 kitaptan oluşuyor. Koleksiyonda bitkilerin ne kadar sık rastlandığı, bol olup olmadığı, ekolojisi, yerel isimleri ve halk sağlığı için nasıl kullanılabileceği gibi notlar yazıyor. Araştırmacılara göre bu kadar ayrıntılı nota sahip en eski herbaryum* bu olabilir. Yani şu an baktığınız şey çok zengin bir koleksiyon aslında. Aldrovandi’nin amacı bitki türlerini tanımlayarak hangilerinin tedavi için kullanılabileceğini anlayabilmekti. Yarım yüzyıl sonra ise koleksiyon İtalya’da doğanın nasıl değişime uğradığını görmemize yardımcı oldu.
Rönesans dönemi doğabilimcimiz yaşarken Bologna’nın tepeleri tıbbi amaçla kullanılan, ancak şu an bölgede hiç rastlanmayan anaç otu gibi tükenme tehlikesi altındaki, hatta çoktan yok olmuş türler açısından zengindi. O zamandan bu zamana tür sayısında artış yaşanmış evet, ancak floranın kalitesi düşmüş ve zaten nadir olan türler epey azalmış. Yüzyıllar arasındaki değişimin bir parçası da yerli olmayan türlerin akını. Aldrovandi’nin koleksiyonuna göre o dönemler bitkilerin sadece yüzde 4’ü Amerika kökenliymiş ki bunlar da aşağı yukarı sadece özel ya da botanik bahçelerinde yetiştiriliyormuş.
Amerika’nın keşfedilişinin Avrupa’ya yansımalarının ürünleri tatlı biber ve kabak bunlara örnek mesela. Halbuki şimdi baktığımızda Amerika’dan gelen yerli olmayan bitkilerde yüzde 1000’lik bir artış var. Araştırmacılar bile bu güçlü artışı “korkutucu” olarak nitelendiriyor, çünkü insan olarak doğaya müdahalemizin göstergesi bu.
İncelemelerde dikkat çeken bir diğer konuysa koleksiyonun 1800’lerin ortasına kadar süren “küçük buzul çağı” etkilerini gösteriyor olması. Mesela gümüş turnagagası gibi bitkiler deniz seviyesinden 1700 metre yüksekte bulunuyor bugün; oysa bu bitki o dönem deniz seviyesinden 800 metre yüksekte de bulunabiliyormuş. Araştırmacılar koleksiyonun ortaya çıkardıklarına değinerek belli bir dönemdeki kurutulmuş çiçek kayıtlarının gelecek nesillere aktarılmasının ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Koleksiyonda yer alan bitkilere şuradan göz atabilirsiniz.
*Herbaryum: Herbaryum kurutulmuş bitki örneklerinin belli bir sistemle düzenlenerek saklandığı yerdir. Doğadan toplanan bitki örnekleri preslenerek kurutulur ve özel kartonlar üzerine yapıştırılır.
Bel soğukluğu antibiyotiğe dirençli hale gelirken bilim insanları hamlesini yaptı
Bel soğukluğu olarak bildiğimiz gonore hastalığı için bilim insanları yeni bir ilaç geliştirdi. Zeoliflodacin olarak bilinen ilaca yer vermemizin sebebi, hastalığın ilaç direnci göstermesinin önüne geçecek şekilde geliştirilmesi. Cinsel yolla bulaşan bir hastalık olan bel soğukluğu sadece 2020 yılında dünya genelinde 82 milyondan fazla kişide görülmüş. Bazı hastalarda hiç belirti vermeyen hastalık, kimilerinde ise eklem ağrısına ve idrarda yanmaya neden olabiliyor. Tedavi edilmediği takdirde kısırlığa, bebeklerde körlüğe ve hatta ölüme kadar götürebilen ciddi bir hastalık.
Bel soğukluğuna neden olan bakteri son yıllarda neredeyse tüm antibiyotiklerden kaçmanın yolunu bulmuştu. Azitromisine karşı zaten dirençli, şu anda standart olarak kullanılan seftriakson antibiyotiğine karşı da giderek daha dirençli hale geliyor. Normal şartlarda bu hastalığa karşı en etkili mücadele azitromisin ve seftriaksonun bir arada kullanılması; ancak bazı örnekler bel soğukluğunun bu tedaviye bile dirençli çıktığını gösteriyor. Kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Global Antibiotic Research & Development Partnership yeni geliştirdikleri Zoliflodacin’in “gerçekten çözülmesi gereken bir sorunu çözdüğünü” söylüyor.
Ağızdan tek hap şeklinde alınan ilaç henüz hiçbir ülkede kullanım izni almadı. Bununla birlikte ilacın düşük ve orta gelirli ülkelerdeki insanlar için ulaşılabilir ve uygun fiyatlı olması hedefleniyor.
Dostları ve aile üyelerini sıkça görmek erken ölüm riskini azaltıyor olabilir
Aramızda bireyselliği ve “ıssız adamlığı” kendine düstur edinenler var elbet. Ancak yeni bir bilimsel araştırma sosyal varlıklar olduğumuzu bir kez daha gözler önüne seriyor: Sevdikleriyle vakit geçiren kişilerde erken ölüm riski azalırken aile dostları tarafından hiç ziyaret edilmeyenlerde yalnız yaşamasalar bile risk epey artabiliyor. Glasgow Üniversitesi’nden Hamish Foster ve meslektaşları Birleşik Krallık’ta yaşayan ve yaşları 38 ila 73 arasında değişen ve yaklaşık yüzde 55’ini kadın ve neredeyse yüzde 96’sını beyazların oluşturduğu 450 binden fazla kişiden sosyalleşme ve yalnızlık konularında veri toplamış. Baştan söyleyelim bu uzun soluklu bir çalışma.
Katılımcılar 2006 ile 2010 yılları arasında tek seferlik bir fiziksel sağlık değerlendirmesiyle sosyalliklerini ölçen bir anket doldurmuş. Ankette de ne sıklıkta yalnız hissettikleri, yakınlarına güvenip güvenemedikleri, arkadaşlarının ya da ailelerinin kendilerini ziyaret edip etmediği ve haftalık olarak grup etkinliklerine katılıp katılmadıkları gibi sorular yer almış. Tabii yalnız yaşayıp yaşamadıkları da sorulmuş. Araştırmacılar 2021 yılının sonuna kadar bunlardan kaçının öldüğünü görmek üzere katılımcıları izlemişler.
Sonuç başta da söylediğimiz üzere sosyalleşmenin uzun ömre katkı sağladığını göstermiş. Arkadaşları ya da aileleri tarafından hiç ziyaret edilmeyen kişiler için ölüm riski her gün ziyaret edilenlere kıyasla ortalama yüzde 39 yüksekmiş. Yalnız yaşamayanlar bile arkadaşları ya da aileleri tarafından hiç ziyaret edilmediklerinde yüzde 25’lik risk taşıyor. Bu oranları haftalık grup etkinliklerine katılmak bile düşürmeye yetmemiş.
Haberi yazarken aklıma Akira Kurosawa’nın Ikiru (Yaşamak) filmi geldi. Orada da oğluyla yaşadığı halde yalnızlığı sonuna kadar hisseden, tek meşgalesi işi olan yaşlı bir adam vardı. Öldükten sonra bizden geriye hatırlanacak bir şey / bizi hatırlayacak kimse kalmayacaksa gerçekten yaşamış sayılır mıyız ki zaten?
Meta’dan 2024 başkanlık seçimleri öncesinde kritik karar
2016’daki ABD başkanlık seçimlerinde seçmenlerin algoritmasıyla oynayarak özellikle kararsız seçmenleri belli bir yöne çektiği gerekçesiyle mahkemelik olan Facebook’un çatı şirketi Meta çarşamba günü kritik bir açıklama yaptı. Malum önümüz 2024 ve ABD’de başkanlık seçimleri var. Meta, reklamverenlerin yapay zeka ya da başka bir yazılımla üzerinde oynanmış görüntüler kullandıkları siyasi reklamlar verdiklerinde yaptıkları numarayı belirtmelerini zorunlu tutacağını duyurdu. Böylelikle kararsız seçmenlerin gerçek olmayan görüntülerle fikrinin değiştirilmesinin önüne geçmek amaçlanıyor. Bu yeni politika 2024’ün başında yürürlüğe girecek. Meta önceki hatalarından ders çıkardı mı? Bizce pek sayılmaz, bu sene Türkiye dahil pek çok ülke seçime gitti, bu seçimlerin büyük kısmı da ülkenin demokratik geleceği için kritik seçimlerdi. Sağ ya da sol seçmeni siyasi görüşünden döndürmek zor olsa da kararsız seçmeni etkilemek öyle değil. Bu ülkeler için de kararsız seçmenler büyük önem taşıyordu. Meta dersini almış olsaydı, siyasi reklamlarla ilgili bu karar için ABD seçimlerini beklemezdi.
Silikon Vadisi’nin vadesi doldu, yeni vadi Hindistan’da mı?
Hindustan Times’da geçen gün ilginç bir yazıya denk geldim. Yazıda start-uplar için en uygun yerin artık Hindistan olabileceği öne sürülüyordu. Yazının sahibi Hintli-ABD’li girişimci Vivek Wadhwa. Kendisi hem Silikon Vadisi’ndeki Carnegie Mellon Mühendislik Okulu’nda hem de Harvard’da akademisyen. Wadhwa da bir start-up’ın kurucuları arasında ve neden girişimcilerin şirketlerine Silikon Vadisi’nde değil de Hindistan’da başlaması gerektiğini anlatmış. Wadhwa’ya göre öncelikle veri toplama işi Hindistan’da çok daha kolay. Zira Hindistan’ın nüfusu 1.4 milyar ve sağlık alanında veri toplamak isteyen bir start-up yüz binlerce biyolojik örneğe çok daha ucuz yollarla ulaşabilir.
Ayrıca Wadhwa Silikon Vadisi’nde maaşların genellikle yılda 150 bin doların üstünde olduğuna da dikkat çekiyor. Çalışanlara düzenli aralıklarla ikramiyeler verilmesi, haftalık 35 saatlik çalışma ve çalışanın başka yerde de çalışma hakkının olması da cabası. Halbuki girişimcinin anlattığına göre Hindistan’da yüz binlerce bilgisayar mezunu genç var ve bunlar yılda 4 bin ila 7 bin dolar civarında kazanıyor. Yazıda ilgimi en çok Wadhwa’nın bir öğrenciyle yaptığını iddia ettiği görüşme çekti. Orada şöyle diyor:
“Yakında mezun olacak birkaç öğrenciyle görüştüm ve Vadi’deki akranlarından çok daha motive ve öğrenmeye aç olduklarını gördüm. Bir öğrenci maaş almaksızın stajyerim olmak istediğini, kullanmayı planladığım makine öğrenimi araçlarını öğrenmek ve haziran ayında mezun olduğunda da haftada 70 saat benim için çalışmak istediğini söyleyince onu oracıkta işe aldım. Elbette ona bundan çok daha fazla maaş verecek ve hayatı olmasına da izin vereceğim. Ancak bu tutumu Stanford ya da Berkeley mezunlarında göremezsiniz.”
Wadhwa’nın bu gence “lûtfettiği” maaş ve boş vakit gözlerimizi yaşarttı. Şaka bir yana teknoloji devlerinin birer birer Silikon Vadisi’nden ayrıldığı ve ABD’de yeni bir Silikon Vadisi için adımlar atıldığı yönünde çok fazla haberle karşılaşıyoruz. Bu da esasında bölgenin giderek daha pahalı hale gelmesinden kaynaklanıyor. Yeni Silikon Vadisi, Wadhwa’nın da değindiği üzere istikrarını korumaya devam eden ama ucuz işgücünün de yoğun olduğu bir ülkeye taşınır mı, o ülke de mühendisleriyle meşhur Hindistan olur mu?