Bu hafta gece uyumadan önce ekrana bakmanın zararlı olup olmadığını tartışıyor, beynimizin büyüklüğünü neye borçlu olduğumuza göz atıyor, telefon ekranı teknolojisinde yeni bir gelişmeye göz atıyoruz. OpenAI'dan birtakım dedikodularımız da var.

2 Haziran’dan merhaba. Diğer kentler nasıl bilmiyorum ama biz İstanbul’da epey sıcak geçen bir haftayı geride bırakıyoruz. 53 dereceyi gören Hindistan kadar yanmadık belki ama benzer bir boğukluk burada da hakimdi. Daha sıcak günlerin bizi beklediğinin farkındayız, bunun beyin sağlığımız üzerindeki etkileri nasıl olacak peki? Bu hafta 10Haber’de bunu inceledik. Konuya sağlıktan girmişken bu hafta ilgimizi çeken haberlerden bir diğeri de Çin’den gelmişti. 25 yıldır şeker hastası olan bir kişi gen tedavisiyle iyileşti. 33 haftadır ne insülin kullanıyor ne de başka bir ilaç alıyor. Bunun nasıl mümkün olduğunu haberimizden okuyabilirsiniz.

Peki ya insanlığın kanserle mücadelesini okudunuz mu? Dört bin yıllık kafatası kalıntıları Antik Mısırlı hekimlerin de bu hastalıkla mücadele etmeye çalıştığını gösteriyor. Sağlığımız sadece aldığımız fiziksel hasarlarla şekillenmiyor. Yalnızlık küresel sağlık sorunları arasında görülmeye başladı. Bu sorunla mücadele etmek için yapay zekaya güvenebilir miyiz sorusuna cevap aradığımız haber de burada. Benim için haftanın hikayesi ise hamam böceklerinin tüm dünyayı istila edişi. 

Peki bugün menümüzde ne var?

Önce iki soruya cevap arayacağız. Bunlardan ilki yıllardır doğru kabul ettiğimiz bir şey: Gece maruz kaldığımız ekran ışıkları gerçekten uykumuzu kaçırıyor mu? Bir diğer soru ise beynimizin büyümesinde neyin etkili olduğu. Bu kez çalışma matematik tabanlı. Gelelim geleceğin teknolojisine. Elinizdeki telefonun sert ekran değil de bastırdığınızda çöken, elinizi çektiğinizde eski haline dönen bir yapıda olmasını tercih eder miydiniz? Tıpkı bir slime gibi.

Gözünüz yükseklerdeyse evrenin ilk zamanlarından hâlâ oluşmakta olan küçük galaksiler sizi bekliyor. Eğer siz de benim gibi Star Trek hayranıysanız Vulcanların gezegeninden üzücü bir haberimiz de var. Ayrıca dedikoduyu seviyorsanız sadece yapay zeka alanında değil drama konusunda da diğer şirketleri geride bırakan OpenAI’dan dedikodularımız var. Öyleyse yolculuğumuz başlasın!

Gece telefon kullanmak gerçekten de uykumuzu kaçırıyor mu?

Fotoğraf: Shutterstock

Uyumadan önce telefonunuzda yarım saat, bir saat vakit geçirenlerden misiniz? Eğer öyleyse hep “Kapat artık şu telefonunu, uykun kaçacak şimdi” gibi tepkilerle karşılaşıyor olabilirsiniz. Sonuçta mavi ışığın insanları uyumaya teşvik eden bir hormon olan melatonini baskıladığı çeşitli çalışmalarla kanıtlanmış bir şey. Peki ya bu durum sıradan bir insanın uykuya dalma süresi üzerinde sandığımız kadar büyük bir etkiye sahip değilse?

Sleep Medicine Reviews dergisinde yayınlanan yeni bir çalışma, teknoloji ve uykunun birbiriyle bağlantısı üzerine 10 yıldır yapılan araştırmaların incelemesini bizlere sunuyor. Avusturyalı klinik psikolog Michael Gradisar, 2010’ların başında Sleep Medicine dergisinde yayınlanan “geceleri ekrandan gelen parlak ışığın uykuyu geciktirebileceğini öne süren bir grup araştırmacıdan biriydi. Şu anda uyku takip uygulaması şirketi Sleep Cycle’da çalışan Gradisar, o zamanki tespitlerinin doğruluğunu test etmek istedi.

Ekip arkadaşlarıyla yatmadan önce beyaz ekran, parlaklığı azaltılmış beyaz ekran ve mavi ışık gibi üç farklı parlaklık seviyesine sahip iPad’lerde oyun oynayan ya da video izleyen gençleri incelediler. Araştırma sonucunda bu üç ekran parlaklığı arasında uykuyu etkileyen çok büyük bir fark olmadığını gördüler. Ama iPad’lerini parlak beyaz ekranda kullanan gençlerin uykuya dalışı, loş ekran kullananlara göre ortalama 3,3 dakika daha uzun sürüyordu. Genç yetişkinlerin incelendiği başka bir çalışmadaysa mavi ekran ya da normal ekran kullananlarla uyumadan önce telefonunu eline almayanlar arasında büyük bir fark görülmemiş.

Beynimizin büyümesini neye borçluyuz?

Fotoğraf: Shutterstock

Sömürgeciler ve ırkçılar yıllarca kafatasının büyüklüğünü zeki olup olmamakla ilişkilendiriyordu. Onlara göre bir insanın kafatası ne kadar büyükse o kadar zeki oluyordu. Ancak bunun zekayla değil de harcanan enerjiyle ilgili olması muhtemel. Nature Human Behaviour’da yayınlanan yeni çalışmada bilim insanları beyin ve vücut dokularının harcanan enerji ve genetik özellikler bakımından nasıl büyüdüğünü açıklayacak denklemleri kurmak için temel matematikten faydalandı. Bulguları kafası büyük olduğu için kendini zeki sanan kişiler için biraz üzücü olabilir.

Son yıllardaki teoriler beynin büyümesini yiyecek bulma, ateş yakma gibi çevresel zorluklarla ilişkilendiriyordu. Yani ilk insanların beyninin büyüyebilmesi için yeterli enerjiyi toplaması gerekiyordu ve bunu biraz önce saydığımız şeyleri yaparak gerçekleştirebilirlerdi. Ancak yeni araştırmanın yazarları bu teoride matematiğin eksik olduğunu düşünüyordu. Yani araştırmacılara göre önceki teorilerde belli başlı kısıtlamalar işine içine katılmadığı için bir eksiklik vardı.

Yeni analiz insan beyninin büyümesini daha çok atalarımızın üreme kapasitesiyle ilişkilendiriyor. Yani ilk insanlar vücuttaki enerjilerini yumurtalık foliküllerinin büyümesi için harcamak yerine beyinleri için harcadıklarında beyinleri büyümeye başladı. Yumurtalık folikülleri yumurtalıkların içinde bulunur ve regl döngüsünü oluşturan hormonları salgılar. Kızlar ergenliğe geçtiklerinde her biri yumurta hücresi salgılama potansiyeline sahip 200 bin ila 300 bin foliküle sahip olur.

Araştırmacılara göre insanlar evrimleştikçe bu folikülleri korumak için gereken enerjinin azaldığını söylüyor. Ama hâlâ eskisi kadar yemek yediğimiz için aldığımız enerji foliküller yerine beynimizde kullanılıyor. Bilim insanları hesaplama yaptıklarında foliküller için harcanmayan enerjinin insan beyninin mevcut boyutuna ulaşması için gereken enerji miktarına eşit olduğunu gördüler. Yani beynimiz büyümeye hep hazırdı ama enerji olmadığı için büyüyemiyordu.

Yine de ufak bir not düşelim: Beynimiz daima büyüyor diye bir şey yok. Bilim insanları iklim değişikliği nedeniyle geçmişte insan beyinlerinin zaman zaman küçülmüş olabileceğini düşünüyor.

Geleceğin telefon ekranları yumuş yumuş olabilir

Telefonunu elinden düşüremeyenler için yeni bir teknolojinin habercisi olalım. Bath Üniversitesi’nden bilim insanları uygulanan kuvvete göre şekli ve sertliği değişebilen silikon bazlı dokunmatik ekran geliştirdi. Araştırmacılar geliştirdikleri bu ekrana “DeformIO” diyor. Association for Computing Machinery’de yayınlanan çalışmaya göre bu ekran parmağımızla uyguladığımız basıncın seviyesini pnömatik ve sensörlerle ölçüyor. Sonrasında da uygulanan basınca göre aşağı doğru çöküyor.

Bath Üniversitesi Bilgisayar Bilimleri profesörü ve aynı zamanda çalışmanın başyazarı James Nash, DeformIO’nun şekil değiştirebilen ilk ekran olmamasına rağmen pnömatik ve hareketi algılama sensörüne sahip ilk ekran olduğunu belirtiyor. Nash’in deyimiyle kullanıcılar DeformIO’ya bastığında “çok daha etkili” bir geribildirim alabiliyor.

DeformIO bir prototip. Muhtemelen 10 yıl daha biz sıradan kullanıcıların eline geçmeyecek. Esnek ekran teknolojisi yeni olsa da araştırmacılar bir gün mobil cihazlarla dijital haritalarda gezinebileceğimiz ve ürünlerin sertliğini sanal ortamda hissedebileceğimiz bir döneme girebileceğimizi düşünüyor. Bununla birlikte sıradan cep telefonu kullanıcılarının şekil değiştirebilen ekranları tercih edip etmeyeceği belli değil.

📌Gözümüzden kaçmadı

👉Geçen hafta burada Boeing’in Starliner fırlatmasının artık bültenin müdavimi olduğunu söylediğimde şaka yapmıyordum. Bu hafta bültende fırlatmanın başarısıyla yer almasını isterdim ancak benim bu satırları yazmamdan 30 dakika önce fırlatma iptal edildi. Söylenene göre uçuşun ertelenmesinde etkili olan şey otomatik bekleme özelliğinin fırlatmaya üç dakika 50 saniye kala geri sayımı durdurması. Buna neyin olduğu tam olarak belirtilmese de Starliner ekibindekiler 24 saat içinde sorunun çözüleceğini tahmin ediyor.

👉James Webb Uzay Teleskobu evrenin doğuşundan 400 ila 600 milyon yıl sonra ortaya çıkan üç bebek galaksinin doğumunu gözlemledi. Bu üç galaksi bilim insanlarının şimdiye kadar tanık olduğu en genç galaksiler oldu. Science dergisinde yayınlanan çalışmaya göre bilim insanlarının dikkatini çeken şey 12 galaksiden oluşan bir kümede bu üç galaksinin yüksek miktarda hidrojen gazıyla çevrili olması olmuş. İşte evrenin ilk zamanlarına ufak bir bakış:

Bu görsel, Büyük Patlama’dan birkaç yüz milyon yıl sonra oluşan galaksiyi gösteriyor. Fotoğraf: NASA, ESA, CSA, Joseph Olmsted (STScI)

👉Klasik Star Trek serisinde diziyi güzelleştiren karakter mantığıyla bir androidden farksızmış gibi görünen Mr. Spock’tır. Bir Vulcan olan Mr. Spock’ın gezegeni gerçek olsaydı nasıl olurdu? Bilim insanları uzun zamandır gerçek Vulcan’ın peşinde ve şimdiye kadar bununla ilgili olarak dört çalışma yapıldı. Ancak sonuncusu da dahil bu çalışmaların hepsi sonuçsuz kaldı. Gökbilimciler 2018’de 40 Eridani A adında bir yıldızın etrafında dönen dünyadan sinyal aldıklarını zannetmişti, bu sinyalin Vulcan olduğunu düşündükleri bir dünyadan geldiğini düşünüyorlardı. Ama sonra bu sinyalleri yanlış yorumladıklarını, aslında yıldızın etrafında dönen bir ötegezegenden gelmediğini fark ettiler. The Astronomical Journal’da yayınlanan çalışmaya göre sinyal büyük olasılıkla yıldızın kendisinden geliyordu.

Vulcan gerçek olsaydı bu gezegene benziyor olacaktı. Fotoğraf: NASA/JPL-Caltech

👉Güney Florida Üniversitesi’ndeki nörobilimciler Alzheimer, otizm gibi rahatsızlıkların gizemini çözmeye yardımcı olabileceğine inandıkları bir beyin haritalama yöntemine öncülük etti. Araştırmacılar yenidoğan farelerin gelişmekte olan beyinlerindeki milyarlarca sinirim yolculuğunun yüksek çözünürlü haritasını çıkarmak için sanal gerçeklik ve yapay zekadan faydalandı. Görüntüleri yol haritasına benzeten profesör Dr. George Spirou, “Bu harita, beynin erken dönemlerinde düzgün gelişemediği durumlarda ortaya çıkan ciddi gelişimsel bozuklukları anlamamıza yardım olabilir. Diyelim ki New York’tan Chicago’ya giden bir rotanız var. Ama o sırada biri Cleveland’de yoldan sapıyor. Yoldan sapan şeyi fark edip olması gereken yolda ilerlemesini sağlayabilirsiniz” diyor.

Fare beyninin üç boyutlu haritası. Fotoğraf: Güney Florida Üniversitesi

👉Görünüşe göre YouTube kullanıcılarını reklam engelleyici eklentiler kullanmaktan caydırmak için videoyu doğrudan sonuna atlama ve videonun sesini kısma gibi önlemler almaya başladı. Şirket daha önce de üç videodan sonra video oynatmayı engelleme ve videonun yüklenme süresini yavaşlatma gibi önlemleri test ediyordu.

👀Biraz da magazin

👉Yapay zeka deyince aklımıza ilk gelen şirket olan OpenAI drama konusunda da diğer şirketlere taş çıkaracak türden. Şirketin eski yönetim kuruluyla CEO Sam Altman arasındaki anlaşmazlığı bilmiyorsanız buradan okuyabilirsiniz. Şimdi o eski yönetim kurulundan bir üyenin ilginç bir iddiası var. Eski OpenAI yönetim kurulu Helen Toner, bir podcast yayını sırasında ChatGPT 2022’nin kasım ayında piyasaya sürüldüğünde yönetim kurulunun bunu Twitter’dan öğrendiğini söyledi. OpenAI’ın mevcut yönetim kurulunun başkanlığını yapan Bret Taylor ise Toner’in sözlerine verdiği yanıtla aslında iddiayı kabul etmiş oldu: “Toner’in bu konuları yeniden gündeme getirmesi bizi hayal kırıklığına uğrattı.”

👉Apple’ın GPT teknolojisini iOS 18’de kullanmak için OpenAI ile görüştüğüne dair birtakım söylentiler de var. The Information’ın haberine göre bu görüşmeler 2023’ün ortalarından beri devam ediyor. Tarafların geçen yılki Apple Worldwide Developers Conference’de (WWDC) bir araya geldiği belirtiliyor. Ne konuştukları hakkında detaylı bilgi yok ama Apple’ın dahili testlerinde OpenAI’ın API’ına erişebilmesi için bir anlaşmaya vardıkları biliniyor. Haberde “Bu testlerde ChatGPT Siri’ye bağlandı. Böylelikle Sisi kullanıcıların söylediklerinin bağlamını daha iyi anlamak dahil, çok daha karmaşık soruları cevaplayabildi” diye yazıyor. Ancak bu işbirliği, OpenAI’ya şimdiye kadar milyarlarca dolar yatırım yapan Microsoft’un pek hoşuna gitmiyor gibi görünüyor. Altman kısa süre önce Microsoft CEO’su Satya Nadella ile bu konuyu görüştü.

📚Yeni çıkanlar

Hayatımızın yaklaşık üçte birini uykuda geçiriyoruz ve uykunun fiziksel, nörolojik ve psikolojik sağlığımız açısından ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Ne yazık ki hepimiz gece boyu sıkı bir uyku çekip sabah zinde bir şekilde uyanacak kadar şanslı değiliz. Uzmanlık alanlarından biri de uyku bozuklukları olan nörolog Guy Leschziner bu kitabında uykuyla başı ciddi biçimde dertte olan hastalarının hikâyelerini anlatıyor: uykusunda motosikletine ya da arabasına atlayıp dolaşan Jackie; aksiyon filmlerini aratmayan rüyalar görürken o sahneleri bilfiil canlandırdığı için komik durumlara düşen Alex; espri yapıp güldüğü her seferinde birdenbire yere yığılıveren Adrian; uykusunda seks yapan Tom; uyurken hiç farkında olmaksızın tıka basa yiyen, yiyecek bulamadığında granül kahveden kuşyemine kadar birçok şeyi midesine indiren Don ve diğerleri.

👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.

İnsanlık tarihinde önemli bir eşiğe yaklaşıyoruz. Her şey değişmek üzere. Yakında çevremizi yapay zekâ saracak. DNA yazıcılarının ve kuantum bilgisayarlarının, laboratuvar patojenlerinin ve otonom silahların, robot asistanların ve enerji bolluğu dünyasında yaşayacaksınız. Böyle bir dünyaya hazır değiliz.

Google bünyesindeki yapay zekâ şirketi Deepmind’ın kurucularından olan Mustafa Suleyman bu devrimin merkezindeki isimlerden. Yaklaşan Dalga’da Suleyman bu teknoloji dalgasının büyük bir bolluk yaratacağını ama öbür yandan da küresel düzenin temeli olan ulus devleti nasıl tehdit edeceğini anlatıyor. Kırılgan devletlerimiz bir felakete sürüklenirken, varoluşsal bir ikilemin içindeyiz: Bir yanda hayal bile edemeyeceğimiz felaketler, öbür yanda da her saniye gözetim ve baskı altında yaşamak.

Yapay zekâ teknolojisinin merkezinden çıkan bu çığır açıcı kitap, çağımızın en büyük problemi olan güçlü teknolojileri kontrol edebilmeyi, “dizginleme problemini” inceliyor.

👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.

Genleri inceleyen teknoloji ucuzladıkça, milyonlarca insan kendilerini kayıp ebeveynlere, uzak atalara, etnik kimliklere bağlamak için genetik testler istedi. Oysa Zimmer’in açıkladığı gibi “Her birimiz, birçok atamızdan gelen DNA parçalarının bir araya getirilmiş bir karışımını taşıyoruz. Her parçanın kendi soyu vardır ve insanlık tarihi boyunca farklı bir yol izler. DNA’mızın çoğu kim olduğumuzu –görünüşümüzü, boyumuzu, eğilimlerimizi– akıl almaz derecede ince yollarla etkiler.” Kalıtım sadece ebeveynden çocuğa geçen genlerden ibaret değildir. Kalıtım, tek bir hücrenin vücudumuzu oluşturan trilyonlarca hücreye yol açmasıyla kendi bedenlerimizde de devam eder. Kalıtımın ne olduğuna dair yeni bir tanıma ihtiyacımız var ve Carl Zimmer’in anlaşılır anlatımı ve hikâye anlatıcılığı sayesinde bu olağanüstü öykü bunu sağlıyor.

👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.

🤭Sanalda güldürenler

Çocuğunuza odasını toplamasını söylemekten dilinizde tüy mü bitti? Siz de aşağıdaki hanımefendi gibi yapay zekadan yardım alarak çocuğunuzu odasını temizlemeye saniyeler içinde ikna edebilirsiniz.

10’ca bilim arasından: Samanyolu’nun içine bakan en güzel fotoğraflar