Bu hafta bilim bültenine New Jersey’deki bir evin içine giren göktaşı gibi hızlı bir giriş yaparak, Mars’ta eski bir nehrin kalıntılarına bakıyoruz. Daha sonra yolculuğumuza Satürn’ün tozlu halkalarında devam ediyoruz. Uzaydan dönüp Roma’daki bir kazı alanına giderek ilginç bir bulguyla karşılaşıyoruz. Ardından, “Okyanusta neden çok az böcek türü var ki?” diye sorgularken, kendimizi birdenbire nehirde insanlardan kalmış DNA’larda buluyoruz. Ama çok oyalanmadan Microsoft’un riskli kumarına bir göz atıyoruz. Riskten devam edip yapay zekayla dark web’in tekinsiz sokaklarında bir gezintiye çıkarıyoruz ve yolculuğumuzu bir üniversitede, mezun olmayı bekleyen ancak ChatGPT’ye takılan öğrencilerle bitiriyoruz.
Evin üzerine göktaşı düştü, bölge sakinlerinin üzerine sigorta derdi çöktü
New Jersey’de bu haftanın başlarında bir evin çatısını delip geçen gizemli cisim, odanın içinde sekerek parke zeminde büyük bir çukur açtı. Taşın bir göktaşı olup olmadığı tartışılıyordu. Uzmanlar olayın ardından vakit kaybetmeden taşı analiz etmeye başladı. The College of New Jersey’den bilim insanları, taşın büyük olasılıkla LL-6 tipi bir kondrit olduğunu teyit etti. Yüz milyonlarca millik destansı yolculuğunu New Jersey’de sonlandıran taş (ne kadar vizyonlu olduğu tartışmaya açık), yaklaşık 4,56 milyar yaşında, yani neredeyse Güneş ile yaşıt. Araştırmacılar taşın Mars ve Jüpiter arasında yer alan asteroit kuşağındaki daha büyük bir nesneden koptuğunu düşünüyor. Bilim insanları işin uzay tarafıyla ilgilenirken bölge sakinleri ise daha dünyasal tarafa odaklanarak sigortanın dünya dışı sebeplerle yaşanan hasarı karşılayıp karşılamayacağını merak ediyor. Bir sigorta uzmanı, göktaşı gibi uzay enkazlarının hasar yaratmasının çok düşük bir ihtimal olsa dahi sigorta kapsamına alınması gerektiğini savundu.
Perseverance eski bir nehrin kalıntısını buldu
Mars’ın atmosferinin büyük bir kısmını kaybetmeden önce hem gölleri hem de okyanusları olan bir gezegen olduğuna inanılıyor. NASA’nın Mars görevinde kullandığı Perseverance keşif aracı, bilim insanlarının milyarlarca yıl önce Mars yüzeyinde aktığına inandığı nehirden bir iz buldu. Üstelik bu yeni kanıt, Mars’taki suların bazılarının düşünülenden çok daha azgın olduğunu gösteriyor. Perseverance kurumuş bir göl yatağı olduğundan şüphelenilen Jezero Krateri’ni iki yıldan uzun bir süredir araştırıyor. Keşif aracı, yine kraterin etrafında dolaşırken 820 fit yüksekliğinde ve su akıntısını andıran kıvrımlı katmanlara sahip yelpaze şeklinde bir tortul kayaç yığını keşfetti. Perseverance tarafından çekilen görüntülerin meydana getirdiği devasa panoramada, bilim insanlarının düşüncelerini destekleyen tanecikler ve çakıl taşları görülüyor Ancak yine de böyle bir nehrin hâlâ gür bir şekilde akarken neye benzediğini bilmiyoruz. Yılan gibi kıvrılan bir nehir olabileceği gibi kum yığınlarıyla birbirinden ayrılmış birden fazla kanalı oluşturan bir nehir de olabilir.
Satürn’ün halkaları sandığımızdan daha genç olabilir
Satürn’ün halkaları muhteşem bir manzara sunar. Bu o kadar ikonik bir görüntüdür ki Satürn’ü halkaları olmadan hayal etmeniz pek de mümkün değil.Ancak 4,5 milyar yaşında olduğu tahmin edilen Satürn’ün varlığının büyük bir bölümünde bu halkalar yoktu. Halkalar gezegenin kendisinden çok daha genç ve artık elimizde bunu kanıtlayacak bulgular var. Science Advances’ta yayımlanan bir çalışmada Satürn’ün halkalarının yaklaşık 400 milyon yaşında olduğu öne sürüldü. Küçük kayaç parçacıklarının Güneş Sistemi’nden sürekli olarak geçtiğini ve Satürn’ün halkaları da dahil olmak üzere cisimler üzerinde ince bir toz bıraktığını gözlemleyen bilim insanları halkaların yaşını belirlemek için bu toz birikiminden faydalandı. Ekip bunun için NASA’nın Cassini uzay aracındaki Kozmik Toz Analizörü’nün 2004-2017 yılları arasında topladığı verilerden Satürn’ün yakın çevresinde tespit edilen 163 toz taneciğini mercek altına aldı. Örnek sayısı az olsa da bilim insanlarının hesaplamalarına göre Satürn’ün halkaları muhtemelen sadece birkaç yüz milyon yıldır toz topluyor.
Arkeologlar, antik Roma harabesinde ummadıkları bir keşif yaptı
Antik kalıntıların olduğu yerde birkaç tarihi eser ya da çok uzun zaman önce orada yaşamış insanların geride bıraktığı eşyalardan parçalar bulmayı beklersiniz. Ancak bu sefer arkeologlar kazı alanında tahmin etmedikleri bir şeyle karşılaştı. Bir zamanlar Roma’da Julius Caesar tarafından inşa edilen Sezar Forumu’nun bulunduğu yerde araştırmacılar, bölgenin yakınlarındaki Piazza della Madonna di Loreto’ya 1564 yılında kurulan Ospedale dei Fornari adındaki bir hastanenin çalışanlarının M.S. 16 yüzyıldan Rönesans’a kadar gömdüğü tıbbi atıkları buldu. Bunlar arasında idrar toplamak için kullanılan cam kaplar, seramik ilaç kapları ve seramik biblolar vardı. Danimarka’daki Aarhus Üniversitesi’nden arkeolog Christina Boschetti’nin yönettiği araştırma ekibi, hastane çalışanlarının o dönemde burayı çöplük olarak kullanma sebebinin salgın hastalıkların yayılmasını engellemek olduğuna inanıyor. Bu keşfin, yoğun nüfuslu şehirde hastalıkların nasıl kontrol altında tutulmaya çalışıldığına bir ışık tutması mümkün.
Bilim insanları neden okyanusta daha az böcek olduğuna açıklama getirmeye çalışıyor
Böcekler 480 milyon yıla yakın bir süredir var. Bu da onlara gezegenimizin yüzeyinde sürünmek ve kanat çırpmak için epey bol bir zaman veriyor. En azından neredeyse her yerde. Karada oldukça fazla böcek bulunurken okyanusta durum farklı. Bilim insanları da okyanuslardaki böcek çeşitliliğinin azlığını anlamaya çalışıyor. Tokyo Metropolitan Üniversitesi’nden bir grup bilim insanının konuya dair paylaştığı bir hipoteze göre, bunun asıl sebebi böceklerin kabuklarının sertleşmesine neden olan kimyasal bir mekanizma. Bu mekanizmada multicopper oxidae-2 (MCO2) adlı bir enzim ve moleküler oksijen rol oynuyor. Bu kabuk karada koruyucu bir kalkan oluştursa da havaya kıyasla deniz suyundaki oksijen azlığı ve kabuk sertleştirme sürecinin bir araya gelmesi sonucunda böceklerin doğal olarak su ortamında söz sahibi olma hakkı kalmıyor.
DNA’mız artık havadan bile toplanabiliyor
Kulağa bilim kurgu gibi gelebilir ancak bilim insanları havada veya suda bıraktığımız eDNA (çevresel DNA) denilen genetik materyalin izlerini çıkarmada gittikçe daha iyi hale geliyor. Aslında bu teknik bir süredir gerek atık suda koronovirüs izi aramak için gerekse nesli tükenmekte olan ya da istilacı türlerin izlemek gibi amaçlarla kullanılıyor. Ancak bilim insanları bu sefer insan eDNA’sından ne kadar bilgi toplayabileceklerini anlamaya çalıştı. Nature Ecology & Evolution dergisinde yayımlanan makale, insan DNA’sının ufacık bir izinden yola çıkarak soyağacına ve hatta etnik kökenine kadar iz sürülebileceğini ortaya çıkardı. Aslında ekibin amacı başta deniz kaplumbağası DNA’sından yola çıkarak türleri etkileyen hastalıkları incelemekti. Ancak numunelerinde şaşırtıcı miktarda insan eDNA’sı bulmaları ekibe vites değiştirtti. Araştırmacılar Florida’daki bir dereden örnekler topladı ve bunları DNA izleri açısından analiz etti. Beklenenden çok daha fazla sayıda incelenebilecek insan DNA’sı örneği buldular. Güvenlik güçlerinin şüphelilerin kimliklerini tespit etmek için DNA araçlarından faydalanmasının tartışma yarattığı düşünüldüğünde bu tekniğin gizlilik üzerine çalışan uzmanları derinden endişelendirdiğini söyleyebiliriz.
Bebeklerle konuşmak beyin yapılarının şekillenmesine yardımcı olabilir
Bilim insanları, çocukların yetişkinlerin konuşmasına maruz kaldıkları ölçüde beyinde sinirleri çevreleyen ve sinyalleri daha verimli hale getiren miyelin adındaki maddenin miktarında değişim yaşandığına dair bulgular edindi. Journal of Neuroscience dergisinde yer alan makaleye göre, yaklaşık altı aylık 87 ve yaklaşık 30 aylık 76 bebeğin evde maruz kaldıkları konuşma miktarını kaydetmek için bebeklerin yeleklerinin içine bir cihaz yerleştirildi. Ekip, 6.208 saatlik bir veri kaydetti. Sonuçlar daha iyi eğitimli annelere sahip bebeklerin daha çok konuşmaya maruz kaldığını ve bu sayede bebeklerin çok daha fazla ses çıkardığını gösterdi. Ekip daha sonra bu bebeklerin 84’ünü hastanede özel bir sessiz odada uyuttu. Bebekler uyur uyumaz MRI tarama odasına götürüldü ve beyinlerindeki miyelin miktarı ölçüldü. 30 aylık bebeklerden daha çok konuşmaya maruz kalanlarının beynindeki miyelin miktarının da daha yüksek olduğu görüldü. Buna karşılık daha çok konuşmaya maruz kalan altı aylık bebeklerde miyelin konsantrasyonunun daha düşük olduğu tespit edildi. Takdir edersiniz ki bilim insanları bu sonucu görünce şaşırdı. Ekip, bu sonucun konuşmanın etkisinin beynin gelişim aşamasına bağlı olarak gerçekleşmesinden kaynaklandığı şeklinde açıkladı. Yine de konu hakkında daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu söylemekte fayda var.
Microsoft’tan tehlikeli kumar: Altman’ın desteklediği füzyon şirketiyle anlaşma imzaladı
Microsoft, nükleer füzyon enerjisi üzerine büyük bir bahis oynadı. Bu bahsin her bir noktasında OpenAI CEO’su Sam Altman’ın da emeği var. Microsoft, 2028 yılına kadar karbonsuz enerji sağlamayı hedefleyen Helion Energy adındaki füzyon enerjisi girişiminden elektrik satın almak için masaya oturdu. Füzyonun şimdiye dek insanlığın kavrayışından epey uzak olduğu ve birçok uzmanın füzyonun bilmecesini çözme ihtimalimizin önümüzdeki yıllarda çok düşük olduğunda hemfikir olduğunu düşününce bunun Microsoft için bile oldukça iddialı bir hedef olduğu anlaşılıyor. Öte yandan Microsoft’un bu gözüpek adımı atmasında Altman’ın da payı büyük olabilir. Zira OpenAI, geçen kasım ayında piyasaya sürdüğü ChatGPT ile harikalar yaratmayı başardı. ‘Yapay zekanın babası’ Geofrey Hinton’ın da belirttiği üzere söz konusu teknolojide yıllar sonra ulaşacağımızı düşündüğü noktaya çok daha hızlı ilerler olduk. Microsoft, Altman’dan aynı mucizeyi füzyon alanında bekliyor olabilir. Öte yandan bu anlaşmanın özellikle Helion açısından bazı risklerinin olduğunu da söylemeliyiz. Altman’ın desteklediği girişim 2029 yılına kadar hedefine ulaşamazsa kritik bir mali cezayla karşı karşıya kalacak. Ancak firmaya 375 milyon dolar yatırım yaptığı düşünüldüğünde Altman’ın girişimden epey umutlu olduğu ortada. Helion bu yıl içinde demo olarak bir prototipe sahip olacağını iddia ediyor.
Yapay zeka dark web ortamına giriyor
OpenAI’ın büyük dil modelleri, internetin en tozlu ve örümcek ağlarıyla kaplı köşelerinden bilgi çekerek besleniyor. Peki ya böyle bir model, kimliğinizin herkese açık olmadığı ve hatta kolluk kuvvetleri tarafından erişilemeyen siteler oluşturabileceğiniz dark web’de (internet dünyasının ipsiz sapsız kısmı) gezinirse? Güney Koreli bilim insanlarından oluşan bir ekip tam da bunu yaptı ve internetin en şaibeli domainlerinden bazılarını taramak için DarkBERT adlı bir yapay zeka modeli geliştirdi. İnternet dünyasında sızdırılmış verilerden tutun da ağır uyuşturucu satışına kadar tüm yasa dışı ve kötü niyetli faaliyetlerin kol gezdiği bölgesine bakış atmak anlamına geliyor bu. Kulağa kabus gibi gelse de bilim insanları bunu tamamen iyi amaçlarla yaptıklarını söylüyor. DarkBERT’in siber suçlarla mücadelede yetkililere ışık tutmasını umuyorlar.
MCT yani ‘Mezuniyette ChatGPT’ye Takılanlar’
ChatGPT genellikle hayat kurtarıcı olsa da bu sefer neredeyse öğrencilerin mezuniyetini yakacaktı. Tabii bunda sorumluluğun bir kısmı da (hatta büyük bir kısmı) hiç kuşku yok ki profesörde. Texas A&M Üniversitesi’nden tarım profesörü Dr. Jared Mumm, ChatGPT’ye öğrencilerinin final ödevlerini hazırlarken söz konusu robotu kullanıp kullanmadığını sordu. Yapay zeka robotu da soruya olumlu yanıt verince Mumm, bunu kopya olarak kabul etti. ChatGPT’nin sözlerine canı gönülden inanan Mumm, çoğu bu ay mezun olmayı planlayan öğrencilerini sınıfta bırakmaya kalkıştı. Ancak şaşırtıcı olmayan bir şekilde robotun kopya iddialarını uydurduğu ortaya çıktı. Mumm, öğrencilerinin kopya çekip çekmediğini anlamak için cevapları robota yazıp, bunları kendisinin yazıp yazmadığını sormuş. Ancak sistemin her zaman doğru çalıştığı söylenemez. Öğretmenin yanıldığını ortaya çıkarmak için bizzat kendisinin 2021’de, henüz ortada ChatGPT yokken yazdığı bir tezde intihal olup olmadığı robota soruldu ve ChatGPT tezde kendi emeğinin olduğunu iddia etti. Öte yandan üniversite, hiçbir öğrencinin bu sebeple mağdur edilmediğini bildirdi.