Bizim Hun İmparatorluğu olarak tanıdığımız, Çinlilerin ise Xiongnu dediği bu büyük rakip, Çin ile zaman zaman çatışmalara girmiş ve bunun sonucunda bugün hâlâ bir kısmı ayakta kalan Çin Seddi inşa edilmişti.
Ne var ki Hunları ‘barbar’ olarak gören Çinli vakanüvislerin yazdıkları dışında hiçbir yazılı kayıt bulunmadığı için bu imparatorluk ve halkı hakkındaki bilgiler uzun süre tarihin gölgesinde saklı kaldı. Şimdi ise antik DNA izleri, son arkeolojik kazıların meyveleriyle birleşerek dönemin en güçlü siyasi güçlerinden birinin sırlarını açığa çıkarıyor.
Bilim insanlarının oluşturduğu uluslararası bir ekip, Hun İmparatorluğu’nun batı sınırında, günümüzde Moğolistan’da bulunan Takhiltyn Khotgor’daki aristokrat mezarlığı ile Shombuuzyn Belchir’deki elit mezarlığı olmak üzere iki bölgede yürüttüğü genetik incelemeleri tamamladı.
Science Advances dergisinde yayımlanan bu yeni çalışmada, bilim insanları iki mezarlıkta gömülü 17 kişinin genomlarını diziledi ve imparatorluğun çok etnikli, kültürlü ve dilli olmasını olası kılan ‘son derece yüksek’ düzeyde genetik çeşitlilik tespit etti. Genetik çeşitliliğin farklı topluluklarda da gözlemlenmesi, imparatorluğun ortak bir amaç etrafında birleşmiş homojen gruplardan oluşan bir yama olmadığını gösteriyor.
Kadınlar imparatorlukta büyük rol oynamış
İncelenen bireysel mezarlar arasında en yüksek statüyü taşıyanların kadınlar olması ise kadınların Hun toplumunda oldukça güçlü bir rol oynadığını düşündürüyor. Özenle hazırlanmış tabutlarda Hunkarub güç sembolleri olan altın güneş ve ay amblemleri bulunuyor. Bir mezarda altı at ve bir savaş arabasının kalıntılarına da rastlandı.
Çalışma ayrıca Hunlu çocukların yaşamları hakkında da bilgiler sunuyor. Ergenlik çağındaki erkek çocuklar da yetişkin erkekler gibi ok ve yaylarla gömülüyormuş. 11 yaşından küçük erkek çocuklarda ise böyle bir gelenek görülmüyor. Çocukların yaş ve cinsiyetlerine bağlı olarak farklı muamele görmesi ise Hun toplumunda cinsiyet ve statünün hangi yaşlarda atfedildiğine dair ipuçları veriyor.
‘Yanlış anlaşılan bir topluluk’
Bonn Üniversitesi’nde tarih öncesi arkeolog olan Ursula Brosseder’a göre, Hunlar genellikle yanlış anlaşılan bir topluluk. Buna sebep olan da haklarında edindiğimiz bilgilerin çoğunun, göçebe çobanları büyük ölçüde aşağı gören Çin ve antik Yunan metinlerinden ediniyor olmamız.
Öte yandan bilim insanları Hunların Moğollar gibi Avrasya bozkırlarında daha sonraki zamanlarda ortaya çıkan göçebe yönetimlere güçlü bir miras bıraktığını söylüyor. Buna göre daha sonra kurulan devletler, Hun adını kendilerine mal etti ve böylece İç Asya’da yok olan bu topluluğun adını yüzyıllar sonra bile yaşatmaya devam etti.