Bir grup bilim insanı geçen ay Kosta Rika açıklarında deniz tabanında, doğumlar yaşanan bir yeri ziyaret etti. Derin deniz ahtapotlarının yeni nesillerinin dikdörtgen şeklinde, yarı saydam yumurtalardan çıkışını izlediler. Peki bu bizim için neden önemli? Çünkü dört yeni derin deniz ahtapotu türü keşfedildi. Bu derin deniz sakinlerinden birine şimdilik “Dorado ahtapotu” lakabı verildi, ama dört türün de adı kesinleşmedi.
Aralık ayında yapılan doğum ziyareti Schmidt Okyanus Enstitüsü’nün altı ay önce gerçekleştirdiği keşif gezisinin ikinci kısmıydı. O zaman da araştırmacılar yavru derin deniz ahtapotlarının annelerinin Ahtapot Bahçesi de dediğimiz Dorado Outcrop denen su altı kaya oluşumundaki hidrotermal bacaların yakınında (yeni keşfedilen türün lakabının Dorado olmasının sebebi de bu bacalar) kuluçkaya yattığını görmüştü. Hatta biz de haberi “10’ca bilim arasında” bülteninde “Ölümle yaşamın kesiştiği yer” başlığıyla vermiştik.
Neden ölümle yaşamın kesiştiği yer?
Ahtapotların bacalara olan bu yakınlığının kuluçka sürecini hızlandırarak yavruların kısa sürede doğup yırtıcılara karşı hayatta kalma şansını artırmakla ilgili olduğu düşünülüyor. Buraya neden “ölümle yaşamın kesiştiği yer” dendiğini anlamak için ahtapotların üreme serüvenini bir kez daha hatırlayalım:
Ahtapot Bahçesi’ne akın eden inci ahtapotları tek yönlü bir yolculuk yapıyor. Çünkü üredikten sonra yok oluyorlar. Sonuç olarak bu alan yavrularını kuluçkaya yatırırken enerjilerini yavaş yavaş tüketen dişi ahtapotlar ve ölen annelerinin yanı başında doğan yavrular göz önünde bulundurulduğunda yaşam ve ölümün kesişimi gibi. Savunmasız yumurtalar, yavrular ve ölü ahtapotlar; anemonlar, karidesler, balıklar ve salyangozlar gibi yırtıcı ve leş yiyicilerin besinini oluşturuyor bunlar.
İşte ahtapotların bu alanı seçmesinin sebebi de tam olarak bu. Bazı derin deniz ahtapotlarının kuluçka süresi dört yıl sürerken Ahtapot Bahçesi’ndeki yavrular için iki yıllık kuluçka süresi yeterli oluyor. Böylelikle dişi ahtapot kendini toparlayacak ya da hiç olmazsa avcı saldırısından kaçabilecek güce sahip olabiliyor bir ihtimal. Kuluçka döneminin daha hızlı geçmesi yumurtaların avlanma, hastalık ve diğer tehditlere maruz kalma olasılığını azaltabiliyor.
Keşfedilen türler ne?
Araştırma ekibi bazı ahtapot örneklerini bacaların yakınında, bazılarını da daha uzakta toplayarak Kosta Rika Üniversitesi Zooloji Müzesi’ne getirdi. Zooloji Müzesi’nde araştırma görevlisi Fiorella Vazquez ve Chicago’daki Field Doğa Tarihi Müzesi’nde omurgasız zoolojisi küratör yardımcısı Janet Voight sonra bulgularını sınıflandırmaya başladı.
Ekibin hidrotermal bacalardan daha uzakta keşfettiği üç türden ikisi Muusoctopus cinsinden. Kollarındaki vantuzlar çift sıra ve mürekkep keseleri de yok. Bunlar Muusoctopusların karakteristik özellikleri zaten ama Voight bu iki türün çok farklı göründüğünü söylüyor. Türlerden biri kırmızımsı renkte ve uzun kollara sahipken diğerinin üst tarafı daha açık ama alt tarafı daha koyu renkte.
Dördüncü tür ise diğerlerine nazaran daha tuhaf. Voight “Gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor, kategorilendirirken nereye koyacağımı bilemedim” diyor. Ahtapotun kollarının her birinde tek sıra emici ve derisinde de garip yumrular varmış. Çıkıntıları bekledikleri gibi değilmiş, rengi oldukça solgunmuş, dolayısıyla hâlâ nerede tasnif edecekleri konusunda tereddütlüler ama sonuç olarak Graneledone cinsinin alt türü olarak sınıflandırmaya karar vermişler.
Dört türün de henüz resmi adı yok. Araştırmacılar sınıflandırmaları en doğru şekilde yapmak için hâlâ bu yeni keşfi araştırmaya devam ediyor. Monterey Bay Akvaryum Araştırma Enstitüsü’nde derin deniz ekolojisti olarak çalışsa da keşif gezilerine katılmayan Jim Barry iki dalışta dört yeni ahtapot keşfetmenin “heyecan verici” olduğunu söylüyor. Derin denizin ne kadar zengin bir biyolojik çeşitliliğe ev sahipliği yaptığını ve henüz haberdar olmadığımız daha ne kadar çok şey olduğunu da gözler önüne seriyor bu keşif.
Vazquez “Derin denizde keşfedecek daha çok şeyimiz var ve bu keşfin bir parçası da yeni türler bulmak. Okyanusumuzun dibinde ne olduğu hakkında biraz daha fazla öğrenmek için attığımız her adım onu korumamıza yardımcı olacak” diyor.
Derin deniz madenciliğini de unutmayalım
Peki biz size bu hikayeyi anlatıyoruz? Değerli madenler için neredeyse kazılmadık yer bırakmayan şirketler bu sefer de derin okyanuslara göz dikti. Gerekli metallerin insanlardan ve karadaki zengin ekosistemden uzakta, doğaya zararın “en az” olduğu noktalarda yapılması gerektiğini savunan bazı şirketler, bunun için en doğru yerin hakkında çok az şey bildiğimiz derin denizler olduğunu öne sürüyor. Ne var ki onlar değerli madenler ararken sürekli yeni yeni canlı türleri keşfediliyor. Daha geçen yıl 10Haber’de Pasifik Okyanusu’nda mineral açısından zengin geniş Clarion-Clipperton bölgesinde beş bin yeni deniz canlısı bulunduğunu yazmıştık.
Doğa Tarihi Müzesi araştırmasını fonlayan Metals Company de derin deniz madenciliğine yönelen şirketlerden biri. Kullandığı robotik aracın nodüllerinin mümkün olduğunca az tortu bırakacak şekilde tasarlandığını söylüyor. Peki bu hiç sorun çıkmayacağı anlamına mı geliyor? Şirket yöntemlerinin tamamen sorunsuz olmadığı konusunda dürüst hiç değilse.