Soru okurumuz Aydan S.’den geliyor:
Mesai arkadaşımın yanından geçerken şirketin önemli bir raporunun fotoğrafını çektiğini ve başka bir yere mesaj olarak gönderdiğine tanık oldum. Fakat gözümle gördüğüm haricinde bir kanıtım yok ve bu kişiyle aramızda bir terfi rekabeti var. Durduk yere onu karalıyor gibi görünmek de istemiyorum çünkü şirkette çok popüler. Bunu yöneticilerimize söylemeli miyim? Söylersem ispiyoncu konumuna düşer miyim?
Yanıtlayan:
Doç. Dr. Sinan Alper
(Sosyal Psikoloji, Yaşar Üniversitesi)
Neyin ahlaken doğru, neyin yanlış olduğunu tartışmaya açan bir konu olduğundan, burada ahlaki bir ikilem söz konusu. Ancak ahlakla ilgili her konuda olduğu gibi, herkes ve her durum için geçerli bir cevaptan bahsedemeyiz. Yine de, bu ikilemden nasıl çıkabileceğimize dair bizi yönlendirebilecek, bize nasıl düşünmemiz gerektiği konusunda bir çerçeve sunabilecek bazı faktörlerden bahsedebiliriz.
İnsanların ahlaki yargılarını genel olarak iki farklı tarz olarak inceleyebiliriz. Bu tarzlardan biri, deontolojik ahlak dediğimiz şeyle ilgilidir. Bu ahlak anlayışına göre bazı şeyler doğrudur, bazı şeyler de yanlıştır ve biz her zaman doğruyu yapmak ve yanlıştan kaçınmakla mükellefizdir. Yaptığımız hareketin sonucunu ise hesaba katmamamız, bir kural olarak ahlaken doğru olan neyse onu yapmamız gerekmektedir. Örneğin, yüzlerce kişinin hayatını kurtaracak bile olsa birini öldüremeyiz, çünkü öldürmek yanlıştır. Sonuçtan bağımsız olarak neyin doğru, neyin yanlış olduğuna göre hareket etmeliyiz. Bu bakış açısına göre, eğer gördüğünüzden de eminseniz, arkadaşınızı yönetime ihbar etmek sizin ahlaki sorumluluğunuzdur. Bunun sizin kariyerinizi nasıl etkileyeceğini, ne tarz sonuçlar doğuracağını hesaba katmadan, ahlaken doğru olan şeyi yapmanız gerekir.
Ancak ahlaki yargılarda bulunmanın başka yolları da vardır. Faydacı ahlak anlayışına göre, toplam faydayı arttıran kararlar vermeliyiz. Örneğin, bir kişi öldürmek yüz kişinin hayatını kurtaracaksa, o zaman o bir kişiyi öldürmeliyiz, çünkü yüz kişinin hayatı bir kişiden daha önemlidir. Bu ahlaki karar alma tarzına göre, artıları ve eksileri bir teraziye koyup, hangisinin ağır bastığına göre karar vermeliyiz. Yukarıdaki örnekte, sizin iş arkadaşınızı ihbar etmeniz halinde bunun doğuracağı olumlu ve olumsuz sonuçları, ihbar etmezseniz doğacak sonuçlarla karşılaştırıp, buna göre karar vermeniz gerekir. Bu da bir miktar sübjektif değerlendirme gerektirecektir, çünkü doğacak spesifik bir sonucun (insanların sizi iftiracı olarak algılama ihtimali) terazide ne kadar ağır basması gerektiğine siz karar vereceksiniz.
Bütün bunlar, iş arkadaşınızın gerçekten de yanlış bir şey yaptığı kabulü üzerine kuruluydu. Ancak ortada bir yanlış anlaşılma da olabilir. Örneğin, belki de aslında fotoğrafını çektiği şey gizli bir rapor değildi. Veya belki de fotoğrafı birine göndermek için çekmedi, kendi kullanımı için kolaylık olsun diye fotoğraf çekiyordu. Bu da bizi “hatalı pozitif” ve “hatalı negatif” kavramlarına getiriyor. Hatalı pozitif, bir şeyin var olduğunu düşünmek ama aslında olmamasıdır. Bir çeşit yanlış alarmdır yani. Buradaki örnekte, arkadaşınızın suç işlediğini düşünmeniz ama aslında işlememiş olmasıdır. Hatalı negatif ise bunun tam tersidir; bir şeyin olmadığını düşünmeniz ama aslında olmasıdır. Buradaki örnekte, arkadaşınızın yanlış bir şey yapmadığını varsaymanız ama aslında yapmış olmasıdır. Bir karar alırken bu iki olası yanlıştan (hatalı pozitif ve hatalı negatif) yapıyor olabilirsiniz. Faydacı bir açıdan yaklaşıyorsanız, hangi hatanın olası sonuçlarının daha olumsuz olduğunu da hesaba katmanız gerekecektir.