Yılın o en heyecanlı haftası gelip çattı. Her gün merakla bekleyeceğimiz gün. Bu hafta fizik, kimya, tıp, edebiyat ve ekonomi dallarında Nobel Ödülleri’nin sahipleri açıklanacak. Böylece boğucu gündemin dışına çıkarak hayatımızı kolaylaştıran ancak meraklısı olmayanların tanımadığı bilim insanları spot ışıklarının altına gelecek.

İsveçli kimyager ve mühendis Alfred Nobel tarafından başlatılan bu prestijli ödül töreni bildiğiniz üzere her yıl bilim dünyasında çığır açan buluşlara imza atan insanları kutluyor. Edebiyat dalındaysa her sene bahisler açılır, kimin kazanacağına dair konuşmalar alır başını gider. Oysa bilim dallarında kimin kazanacağını tahmin etmek pek kolay olmuyor. Kısa listeye kalanlar sır gibi saklanıyor. Seçim sürecinin nasıl işlediğini bile bilmiyoruz.

Yine de çığır açıcı keşifler konusunda hiçbir eksiğimizin olmadığının altını çizelim. CNN International hayat değiştiren ancak daha Nobel’e layık görülmemiş beş buluşu derlemiş.

İnsan genom projesi

Fotoğraf: NHGRI

Nobel Ödülü için en çok konuşulan adaylardan biri insan genomunun haritalandırılması. 1990 yılında başlatılan bu proje 2003 yılında tamamlandı. Yani 13 yıl süren meşakkatli bir süreçti bu. İnsan yaşamının genetik kodunu çözmek için ABD, Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, Japonya ve Çin’den binlerce araştırmacının katıldığı uluslararası konsorsiyum oluşturulmuştu.

Projenin hedefi insan genomunda bulunan yaklaşık 20-25 bin genin dizilimini haritalandırabilmekti. Bu sayede genetik hastalıklar hakkında daha fazla bilgi edinebilecek, tedavi yöntemleri geliştirebilecek ve genetik çeşitliliği anlayabilecektik.

13 yıllık emeğin biyoloji, tıp ve diğer birçok alanda geniş kapsamlı bir etkisi oldu. Ancak projenin şimdiye kadar Nobel Ödülü’nü alamamasının nedenlerinden biri başarıya dahil olan insan sayısının çokluğu. Oysa Nobel’in 1895 tarihli vasiyetinde yer verdiği kurallara göre her bir kategoriye en fazla üç kişi layık görülebilir. Sadece bu çalışma özelinde olan bir sorun değil bu. Son yıllarda bilim insanlarının daha kalabalık gruplar halinde çalışması da ödüllerin belirlenmesini zorlaştırıyor.

Obezite tedavisinde devrim!

Son yıllarda Ozempic benzeri zayıflama ilaçlarının ne kadar revaçta olduğunu bilmem söylememize gerek var mı? Bu ilaçlar GLP-1 olarak da bilinen peptid 1 adlı hormonu taklit eden ilaçlarla mümkün oluyor.

Dünyada her sekiz kişiden biri obezite ile yaşıyor. Kan şekerini düşüren bu ilaçlar eskiden diyabet için kullanılıyorsa da iştahı keserek kilo verdirmeyi kolaylaştırdığı anlaşıldığından beri zayıflama ilacı olarak isim yapmış durumda.

Ticari ismi Ozempic olan Semaglutid’in geliştirilmesinde rol oynayan Svetlana Mojsov, Joel Habener ve Lotte Bjerre Knudsen henüz Nobel alamasa da Nobel’in habercisi olan Lasker-DeBakey Klinik Tıp Araştırma Ödülü’nün bu yılki kazananları oldu. Habener GLP-1 hormonunu keşfeden, Mojsov ise hormonun aktif formunu tanımlamış kişi, Knudsen de hormonun vücutta daha uzun süre aktif kalmasını sağlayacak değişikliği geliştirdi.

Öyle ya da böyle bu yılki Nobel Tıp Ödülü’nün en güçlü adaylarının onlar olduğuna şüphe yok.

Yaşamın şifresini yapay zekayla çözmek

Fotoğraf: DeepMind

Yapay zekanın hepimizin hayatına dokunduğuna şüphe yok. En ilginci de bu kadar hızlı bir dönüşüm olmasına rağmen sanki hep buradaymışçasına hızlı adapte olabilmemiz. Bu kadar hızlı gelişmesinde sektördeki rekabetin yoğunluğu da etkili. Analiz şirketi Clarivate’in Bilimsel Bilgi Enstitüsü’nden David Pendlebury’ye göre bu alanda öne çıkan iki isim var. Pendlebury’nin bu iki ismi Nobel’e layık görmesinde bilimsel makalelerine yapılan atıfların sıklığı etkili.

Bu ikili dünya genelinde en az iki milyon araştırmacının çalışmalarında kullandığı yapay zeka programının mucitleri Demis Hassabis ve John Jumper. Google Deepmind için çalışan iki bilim insanı aminoasit dizilerinden proteinlerin üç boyutlu yapılarını çözen yapay zeka programı AlphaFold’u geliştirdi. AlphaFold bu dünyada olması mümkün bütün ama bütün protein katlanma biçimlerini, ki bunların bazıları doğada hiç olmayabilir, tahmin etti ve katalogladı. Bu yapay zeka programı bu dünyada olması mümkün bütün ama bütün protein katlanma biçimlerini, ki bunların bazıları doğada hiç olmayabilir, tahmin etti ve katalogladı.

Jumper ve Hassabis’in 2021 yılında yayınladığı makaleleri 13 binden fazla kez atıf aldı. Bunun neden önemli olduğunu şu bilgiden anlayabilirsiniz: Şimdiye kadar yayınlanmış 61 milyon bilimsel makaleden sadece 500 kadarı 10 binden fazla atıf alabilmiş durumda. Bu ikili de geçen yılın Lasker ödülüne layık görüldü. Bir de tabii Breakthrough ödülüne. Pendlebury bu ikiliye ek olarak AlphaFold’un temellerinin atılmasında rol oynamış Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi Protein Tasarımı Enstitüsü Başkanı David Baker’ın da ödül alabileceğini düşünüyor.

Yine de Pendlebury’ye göre Nobel komitesi böyle bir çalışmayı şereflendirmek için daha erken olduğunu düşünebileceğini de not düşüyor: “Bazıları bu çalışmaya böyle bir ödül verilmesi için çok erken olabileceğini, çalışmanın çok yeni olduğunu ve bunun tamamen yeni bir alan olduğunu söylüyor.”

10’ca bilim arasından: Yapay zeka ile yaşamın şifresini çözmek

Bağırsak mikrobiyomunu anlamak

Fotoğraf: Shutterstock

Vücudunuzun sadece kendinize ait olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsanız. Trilyonlarca mikropla – bakteriler, virüsler ve mantarlar – hep beraber yaşıyoruz. Son 20 yılda gen haritalamasındaki ilerlemeler sayesinde özellikle bilim insanları bu mikropların ne yaptığını, birbiriyle nasıl iletişime geçtiğini ve özellikle bağırsaklarda olmak üzere insan hücreleriyle nasıl etkileşime girdiklerini daha iyi anlayabiliyoruz.

Pendlebury’ye göre bu alan da Nobel’in fark etmekte geç kaldıklarından. Biyolog Dr. Jeffrey Gordon bu alanın öncü ismi. Gordon fareler üstünde yaptığı laboratuvar araştırmalarıyla insan bağırsak mikrobiyomunu ve bunun insan sağlığını şekillendirmedeki rolünü anlamaya çalıştı. Yetersiz beslenme dünya genelinde yaklaşık 200 milyon çocuğu etkileyen ciddi bir sorun. Gordon bu duruma çözüm olarak bağırsak sağlığını iyileştirebilecek gıda müdahalelerinin geliştirilmesine öncülük etti.

Kansere neden olan genler

70’li yıllarda kanserin aile hastalığı olabileceği anlaşılmıştı ama meme kanseri hakkındaki genel kanı hastalığın herhangi bir kalıtsal duyarlılık taşımadığıydı. Geçmişte insanlar ve şempanzeler arasındaki genetik farklılıkları araştıran ve şimdilerde Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde profesörlük yapan Mary-Claire King ise yeni bir yaklaşımı benimsedi.

Bilim insanları daha insan genomunu haritalandırmamışken King, BRCA1 genindeki mutasyonun meme ve yumurtalık kanserinde oynadığı rolü tespit edebilmişti. Bunu keşfedip tanımlamayabilmesi tam 17 yılını almıştı. Bu keşfi sayesinde meme kanseri riski yüksek olan kadınları belirleyebilen genetik testleri mümkün kıldı. Nihayetinde erken teşhis hayat kurtarır.