Öğretmenlere sınıfa telefonla girme yasağı ne kadar doğru bir karar acaba? Bu yolla öğretmenlerimizi aşağılamış olmuyor muyuz?

 

Bir öğretmen düşünün. Final sınavı daha başlamadan salona giriyor ve hızla bazı öğrencileri işaret ediyor: “Sen, sen, sen, sen hemen kağıdınızı teslim edip çıkıyorsunuz.” 

Sınıfı terk etmesi istenen öğrenciler ne olduğunu anlamıyor. Diğerleri de acaba kopya çekerken mi yakalandılar, diye endişeyle bakıyor. 

Hoca çok geçmeden merakla bakan öğrencileri sakinleştiriyor: “Sizleri derslerde, sınavla ölçmeye ihtiyaç duymayacak kadar iyi tanıdım, sizin bilginize güveniyorum, sınavı tamamlamanıza gerek yok. Adınızı yazmanız yeterli. Tam puan alacaksınız.” 

Böylece, hocanın işaret ettiği öğrencilerin, derslere soru ve yorumlarıyla sık katılım sağlayan öğrenciler olduğu anlaşılıyor. Bu durum hocanın önceden duyurduğu bir şey de değil. Zaten duyurmuş olsa anlamı olmazdı. Ancak bir sonraki dönem o hocanın derslerinin nasıl geçeceğini tahmin edersiniz. 

O hocanın adı Ahmet Cemal’di. Cumhuriyet gazetesindeki yazıları, kitapları ve elbette çevirileriyle bilinen, 2017 yılında kaybettiğimiz Ahmet Cemal. Benim de üniversitede olduğum yıllarda, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi ve Devlet Konservatuarı’nda metin yazımı ve çözümlemesi, estetik, kültür tarihi, tiyatro tarihi gibi dersler verirdi. 

Dersleri öğrenciler arasında öyle efsaneleşmişti ki, bir yüksek lisans öğrencisiyken, seçebileceğim ders listesinde olmadığı halde, sınıfta boş sandalye bulduğum müddetçe derslerini misafir olarak dinlerdim ve bunu yapan tek kişi değildim. 

Öğretmene telefon yasağı

Bu öğrencilik anım, dün okuduğum tuhaf bir haberden sonra aklıma geldi. Çünkü öğretmenlerin öğrencilerine örnek olması mevzu bahisti. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin açıklama yapmıştı. Bundan böyle öğrenciler derslere girmeden önce telefonlarını teslim edeceklerdi. Aynı zamanda öğretmenler de öğrencilere örnek olmak amacıyla derslere telefonla girmeyeceklerdi. 

Örnek olmak bir tarafa, bu kararın, öğretmenleri bir miktar aşağıladığını hatta bunun hakaret olarak bile algılanacağını düşündüm. 

Yani öğretmenlerin, derste telefonlarını kullanmamayı düşünecek, sessize almayacak ya da kapatmayacak kadar iradesiz oldukları peşinen kabul ediliyor gibiydi. 

Dahası, öğrencilerin “aaa öğretmen de telefon kullanmıyor, öyleyse onu örnek alabilirim” gibi bir düşünce yapısı içinde olacakları öngörülüyordu ki, bu biraz çağımızın çocuklarını hafife almaktı. 

Öyle ya, öğretmene bu gerekçeyle çocuk gibi yasak koyarsanız, çocuklar bile saygı duymaz. Çünkü “o da senin gibi iradesiz” demeye gelir bu.

Derste telefon kullanmamak çözüm mü?

Günümüzün koşullarında büyüyen, eline telefon verilecek yaşa gelmiş bir çocuğu düşünelim. 

İstediği kadar derste telefondan uzak kalmış olsun, ders harici saatlerde oluşan aşırı yüklemeyle zaten okula darmadağın bir şekilde geliyor. 

Çocuk ve gençlerde sosyal medya kullanımıyla ilişkili olarak; yeme bozuklukları, beden algısı, kaygı, depresyon, bağımlılık sorunları zaten dünyanın pek çok yerinde araştırmalarla tespit edilmiş durumda. 

Daha geçen yıl, Meta’nın meşru ihbarcısı Frances Haugen’in ifşa ettiği belgelerle, bizzat Instagram’ın çocuk ve gençlerde oluşturduğu tahribatı kanıtlayan iç araştırmaları olduğunu, bunları sümen altı ettiğini ya da bu konuda harekete geçmeyi ağırdan aldığını öğrendik. 

Sosyal medya platformlarının anavatanı sayılacak ABD’de bu konuda yasal hazırlıklar ve platformlar üzerindeki baskı artıyor. Hatta bu hazırlıklar sürerken, masanın bir tarafında olmak isteyen genç aktivistler de harekete geçmiş durumda. 

“Derste zaten yasak, öğretmenler de telefon kullanmayıp öğrencilere örnek olursa” bir nebze ilerleriz deyip geçilecek bir konu değil bu. Çünkü çocuk büyük fark etmeksizin akıllı telefon kullanımıyla çalışma belleğinin barındırabileceği sınır aşılmış durumda. 

Bunun anlamı şu: Çocuğun yanında telefon olmasa bile dikkati kolayca dağılabilir. O nedenle ders vermenin ötesinde çocukların çalışma belleğinin geliştirilmesini odağına alan bir eğitim sistemi gerekiyor. 

Rekabetin yeni sahası

Dünyada eğitimle ilgili bir başka çok konuşulan gündem maddesiyse, Chat-GPT gibi üretken yapay zekâ araçlarının gelişmesiyle ödev vermenin anlamsız hale gelmesi. 

Öğrenciler tek bir komutla bu araçlara kusursuza yakın ödevler hazırlatabilir. Bu durum, özellikle geçen öğretim yılında, ABD’de okullarda bir paniğe yol açmış ve hatta yasak kararları çıkmıştı. Şimdilerde yavaş yavaş bu işin yasakla çözülemeyeceği anlaşılmış durumda. 

“Acaba bu teknolojiyle eğitimi nasıl bir arada götürebiliriz?” diye kafa yoruluyor. Biz, daha dijital-medya okuryazarlığı derslerini bile verimli ve çağcıl hale getiremediğimiz için üretken yapay zekânın doğru kullanımı üzerine bir müfredat beklemek biraz lüks kaçabilir ama bizim şu aşamada asıl konuşmamız gereken konular bunlar. Çünkü bu çocuklar, nasıl bugün ödevlerini bu araçlara yaptırabiliyorlarsa, iş hayatında da bu araçlarla rekabet edecekler. 

Çocuklara ham bilgi yüklemektense, soyutlama ve sorun çözme becerilerini esas alan, makinelerle iş birliği konusunda stratejik düşünebilmeyi öğreten bir eğitim gerekiyor. Çehov diyor ki, “bir sahnede silah görünüyorsa, o silah mutlaka patlar.” 

Telefona silah muamelesi yapıp, öğretmene ayrı, öğrenciye ayrı yasaklayarak sadece onu daha cazip hale getirir, sahneye çıkarırız. Mesele, telefonu sahneden uzaklaştırmakta. Onun için de ya Ahmet Cemal gibi sıra dışı eğitimcilere ya da yarınları yeşertecek tutarlı ve yenilikçi bir sisteme ihtiyaç var.