Yirminci yüzyılın büyük bölümünde her on yılda gelişmiş ülkelerde yaşayan insanların ortalama yaşam süresine yaklaşık üç yıl eklendi. Bu artışlar 21’inci yüzyılın başında doğan bir kişinin 80’inci yaş gününü kutlayabileceği anlamına geliyordu. Bu 1900 yılında doğan birinden ortalama 30 yıl daha uzun yaşamak demek.
Bir şeyi karıştırmamak gerek: Bazı bireyler çok uzun yaşayabilir; örneğin Japonya bu konuda rekorun sahibi ülkede 100 yaşını devirmiş çok sayıda insan yaşıyor. Ama içimizden bazılarının uzun yaşaması, toplum olarak ortalama yaşam süremizle aynı değil. Bu haberde sözü edilen de, toplumların ortalama yaşam süresi. Bu süre, örneğin 100 yaşını devirmiş onca insanın olduğu Japonya’da ortalama yaşam süresi 84,5 yıl. Türkiye’de ise 76,03 yıl.
Yaşam süresini uzatma denen bu olgu tıp alanındaki teknolojik ilerlemeler ve halk sağlığı konusunda atılan adımlar sayesinde gerçek oldu. Birçok bilim insanı bu eğilimin devam edeceğini, insan ömrünün her 10 yılda bir aynı hızla uzayacağını varsayıyordu. Bazılarıysa insanların doğal sınırına ulaşacağını, en uzun ömürlü ülkelerde bile 100 yaşın altında kalacağını öngörüyordu.
Çok tartışılan bu soruyla ilgili yeni araştırmalar insanlığın aslında uzun ömrün üst sınırına ulaştığını gösteriyor. Tıp alanındaki ilerlemelere rağmen yaşam süresinin en uzun olduğu ülkelerde bile insanların son 30 yılda ortalama yaşam süresinin artış hızında yavaşlama var.
Illinois Üniversitesi’nde halk sağlığı profesörü olan ve Nature Aging dergisinde yayınlanan yeni çalışmanın başyazarı S. Jay Olshansky’ye göre bunun sebebi biyolojik sürecini anlamakta hâlâ zorlandığımız yaşlanmayı yavaşlatmayı bir türlü başaramamamız. Bunu teknolojik bir aletin kullanım süresi olarak düşünebilirsiniz. Siz telefonunuzu ne kadar temiz kullanırsanız kullanın kullanım süresinin üstüne çıktığınızda bir noktada eskisi gibi çalışmaz olacaktır.
34 yıllık bekleyişin mükâfatı
Olshansky insan ömrünün daha uzamayacağına 1990 yılında Science dergisinde yayınladığı bir makaleyle ikna oldu. O makalede tıp alanındaki gelişmeler artsa bile ortalama yaşam süresinin uzama hızının yavaşlayacağını öngörüyordu. Bir de bahse de girmişti: Ortalama insan ömrünün 85 yılın üstüne çıkmasının pek olası olmadığını söylemişti. Makalesi tepkiyle karşılanmıştı, çünkü kendi deyimiyle “ortalama yaşam süresinin artmaya devam edeceği fikrinden çıkar sağlayanlar” vardı.
Tepkilere rağmen Olshansky sabırlı olmaya karar verdi. Nasıl olsa yıllar ilerledikçe elinde bu görüşünü kanıtlayacağı veriler birikecekti ve o zaman kanıtlarıyla tekrar konuşabilecekti. Olshansky’nin bu fikrini eyleme geçirmesi için 34 yıl geçmesi gerekti. Ama bekleyişinin karşılığını aldı. Yeni bulgular ilk bulgularını kesinlikle destekliyordu.
İstisnalar bile kaideyi bozamıyor
Olshansky ve ekibinin konuya yaklaşımı basitti. Japonya, Güney Kore, Avustralya, Fransa, İtalya, İsviçre, İsveç ve İspanya gibi dünyanın en uzun ömürlü sekiz ülkesiyle ABD ve Hong Kong’da 1990’dan 2019’akadar ölüm oranı ve yaşam beklentisi değişimini incelediler. Saydığımız ülkelerin neredeyse tamamında ortalama yaşam süresindeki artış yavaşlarken ABD’de düşüş başladığını da tespit ettiler.
Güney Kore ve Hong Kong ise istisnaydı. Her iki ülkede de son 25 yılda yaşam süresinde büyük artış kaydedilmiş, hatta artış hızlanmıştı. Araştırmacılar bu hızlanmanın nedeninin her iki ülkenin de yaşam beklentisi alanındaki gelişmelerin artmasına bağlıyor. Buna rağmen dünya genelinde uzun ömürlü nüfusa sahip Hong Kong’da bile 2019 yılında doğan çocukların sadece küçük bir kısmının 100 yaşına ulaşması bekleniyor. Kız çocuklarında bu oran yüzde 12,8 iken erkeklerde yüzde 4,4.
ABD’de bu rakamlar çok daha düşük. Kız çocuklarının sadece yüzde 3,1’inin erkeklerin ise yüzde 1,3’ünün 100 yaşına kadar yaşaması bekleniyor.
Yaşamı uzatmaya değil, sağlıklı yaşamı uzatmaya çalışmalı
Olshansky ve ekibi bulgularını bir perspektife oturtabilmek için insanlığın gerçekten de sanıldığı gibi yaşam süresinin aynı hızda artmaya devam edeceğini varsayarak bir hesaplama yaptı. Böyle bir şey gerçekleşmiş olsaydı da Japonya’daki kız çocuklarının ancak yüzde altısı 150 yaşına kadar yaşamış olacaktı. Yaklaşık yine her beş Japon kadından biri 120 yaşına kadar yaşıyor olacaktı. Olshansky bu konuya hınzırca yorum yapıyor: “Bu senaryolar için makalemizde ‘saçmalık’ demedik, ama insanların bu sonuca varacağını umuyorduk.”
Peki bu çalışmayı yapan Olshansky’nin amacı tam olarak ne? Bilim insanlarının odağını yaşam süresini uzatmaya çalışmaktan uzaklaştırmak ve bunun yerine insanların tadını çıkarmaları gereken sağlıklı yılların sayısını uzatacak araştırmalara el atmak. Olshansky ve ekibi yeni teknolojiler yaşlanmanın bizzat kendisini ele almadıkça yaşam süresinin zaten uzun olduğu ülkelerde yaşamı uzatmaya çalışmanın “mantıksız olduğunu” söylüyor.