Tazmanya kaplanı olarak bilinen thylacine, kurtlara benzeyen keseli bir hayvandı. Türün son üyesi de 1936 yılında Tazmanya’daki bir hayvanat bahçesinde hayatını kaybedince nesli tükenenler listesine katıldı. Araştırmacılar, Genom Araştırmaları’nın ağustos sayısında bu canlının müzedeki yaklaşık 130 yıllık bir örneğinde, DNA’nın genetik direktiflerini hücresel işlevlere dönüştürmekten sorumlu RNA parçalarının bulunduğunu duyurdu.
Önce Tazmanya kaplanını bir tanıyalım isterseniz: Bu canlının omuzlarından kuyruğuna kadar uzanan koyu renkli çizgileri vardı. 80 dereceden fazla açılabilen çenesiyle oldukça tehlikeli bir hayvandı. Yine de insanlarla boy ölçüşmeyi başaramadı. Tazmanya’da 1800’lü yıllarda koyun yetiştiriciliği yaygınlaştıkça thylacinelerde de çiftliklere daha çok dadanmaya başladı. 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru öldürülen her yetişkin thylacine’nin kellesine bir ödül konuldu. Böyle böyle neredeyse nesli yok olana kadar avlandı.
Son yıllarda araştırmacılar yünlü mamutlar gibi thylacinelerin de genetik haritasını çıkardı. Ancak bu yöndeki çalışmaların hepsi DNA odaklıydı. Esasında 2019 yılında bir ekip, permafrostta korunmuş 14 bin 300 yıllık bir kurdun derisinden RNA’sını çıkarmayı başarmıştı ancak ilk kez nesli tükenmiş bir canlıda böyle bir şey yapılıyor.
Karolinska Enstitüsü’nde genetikçi olan Emilio Marmol-Sanchez, ancak RNA aracılığıyla bir organizmanın hücrelerinin gerçekte nasıl işlediğini öğrenebileceğimizi söylüyor. RNA’yı anlamak bir canlının biyolojisinin bulmacasını daha eksiksiz bir çıkarmak anşamına geliyor. Marmol-Sanchez’in benzetmesi DNA ve RNA arasındaki farkı da çok güzel ortaya koyuyor: Her restoranda aynı yemek kitabının (DNA) olduğunu düşünürsek, restoranların birbirlerinden farklı yemek yapmasını sağlayan şeyin RNA olduğunu söyleyebiliriz.
2020’de Marmol-Sanchez ve meslektaşları, Stockholm’daki Doğa Tarihi Müzesi’nin deposunda bir thylacine örneğine rastladı. O zamanlar Stockholm Üniversitesi ve Paleogenetik Merkezi’nde çalışan Marmol-Sanchez örneğin depodaki dolapta öylece durduğunu anlatıyor.
Ekip, canlıdan altı küçük deri ve kas örneği toplamış. Laboratuvara döndüklerinde her bir örneği toz haline getirmişler ve RNA’nın yapıtaşı olan nükleotidleri ayrıştıran kimyasalları kullanmışlar. Daha sonra bir bilgisayar algoritmasıyla bu nükleotid dizilimini, binlerce hayvan, bitki, mantar, bakteri ve virüsün genomlarını içeren bir veri tabanıyla karşılaştırmışlar.
Ekip buldukları RNA dizilimlerinin yaklaşık yüzde 70’inin kesin olarak thylacine’ye ait olduğu, örneğin çok fazla ellenmesinden dolayı insan RNA’sından kontanimasyon olduğu sonucuna vardı.
Analizlerinde deri ve kas örneklerinde farklı mesajcı RNA moleküllerine rastlandı. Mesela tespit edilenlerden biri hücreleri dayanıklı kılmaya yardımcı olan yavaş kasılan kas lifi yapan mesajcı RNA’ydı. Marmon-Sanchez bunun mantıklı olduğunu, “Kas hücreleri ve deri hücrelerinin vücuttaki rolleri oldukça farklı” sözleriyle açıkladı.
Melbourne Üniversitesi’nde gelişim biyoloğu olan ancak araştırmada yer almayan Andrew Pask, Science News’e verdiği demeçte bunun etkileyici bir çalışma olduğunu söylüyor. “Birçok araştırmacı RNA’yı hiç arama girişiminde bile bulunmuyor” diyen Pask, bunun sebebinin ise RNA’nın DNA’dan çok daha az kararlı olmasını gösteriyor. Üstelik örneğin steril bir ortamda ya da donmuş bir halde değil de oda sıcaklığında saklanmış olması da bulguları iki kat daha etkileyici yapıyor.
Pask ve ekip arkadaşları yakın gelecekte thylacine’yi Tazmanya’ya geri getirmeyi umuyor. Canlının soyunu yeniden canlandırma planı, thylacine’nin yaşayan en yakın akrabalarından biri olan şişman kuyruklu dunnartın (Sminthopsis crassicaudata) genlerinde oynama yapmayı içeriyor. Jurassic Park hikayesi çok da uzak olmasa gerek.