Çocukluğumda fotoğraf albümlerinde, tuhaf bir şekilde kesilip tekrar birleştirilmiş fotoğraflara rastlardım. Bu fotoğrafların niye böyle olduğunu ısrarlı bir şekilde sorsam da büyüklerimden tatmin edici bir yanıt gelmezdi.
Biraz büyüyünce anladım. Bu kesikler, zaman içinde atılan nişanlar, biten evlilikler ve türlü küslüklerin sonucuydu. Yani bu fotoğraflara gerçek makas marifetiyle photoshop yapılmıştı. Hani Metin Altıok, sonradan Kavaklar isimli bir şarkıya dönüşen Öndeyiş şiirinde “Beni hoyrat bir makasla / Eski bir fotoğraftan oydular” diyor ya, işte tam bunu anlatıyor orada.
O devir, basılı fotoğrafın kısıtlı ve haliyle çok değerli olduğu devir. İnsanlar fotoğrafın tamamını atmaya kıyamadıkları için sadece fotoğrafta istemedikleri kişiyi yok ediyorlardı. Sonra tuhaf bir boşluk kalıyordu orada. Yine aynı şiirde Metin Altıok’un “Orda kaldı yanağımın yarısı / Kendini boşlukla tamamlar.” diye bahsettiği türden bir boşluk.
Bugünlerde bu şiirsel boşluğun yerini, birer tık marifetiyle, tümden silinen fotoğrafların pek şiirsel olmayan boşluğu aldı.
İlginç bir fotoğraf davası
Geçen cumartesi 10 Haber’de ilginç bir haber okudum. İki sevgili, ilişki bittikten sonra sosyal medyadaki fotoğraflar yüzünden davalık olmuşlardı. Çünkü bir taraf, ilişki bittiği halde sosyal medyaya yüklediği fotoğrafları ısrarla silmemişti.
Bunun üzerine mahkemeye koşan diğer taraf, “özel hayatın gizliliğini ihlal” başlığıyla suç duyurusunda bulunmuştu. “O resimler benim. İster koyarım ister koymam kimseye de hesap vermem sen de bunu böyle bil” diyen taraf, 5 yıl hapis cezası istemiyle yargılanmış ve beraat etmişti.
Davacı taraf yılmamış, fotoğrafları sildirme konusundaki hukuk mücadelesini sürdürmüş ve üst mahkemeye gitmişti. Yargıtay nelerle uğraşmak zorunda kalıyor demeyin. Çünkü davadan emsal bir karar çıktı ve beraat kararı bozuldu.
Bir hatıra kalsın derken…
Yani aklınızda olsun, ilişki bittikten sonra “onlar benim hatıralarım sana ne” diyerek sosyal medyadaki fotoğrafları silmiyorsanız, halihazırda suç işliyor olabilirsiniz.
Hemen Tarkan’ın “Yak bütün fotoğrafları” şarkısını açın ve seri bir şekilde silin. Hatta iki ihtimal daha var; ilişki sırasında da hiç paylaşmamak hatta fotoğraf çekmemek. En azından abartmamak.
Hem bilimsel araştırmalar bile sosyal medya için fotoğraf ve video çekmenin, yaşanılan deneyimden alınan keyfi ve hafızadaki yerini etkilediğini ortaya koyuyor.
Princeton Üniversitesi’nden Diana Tamir liderliğinde, dört farklı üniversiteden bilim insanlarınca yürütülen bu araştırmaya göre, deneyimlerini yazan kaydeden ve paylaşan, yani medya kullanan denekler, sonraki hafıza testlerinde medya kullanmayanlara göre daha kötü bir performans göstermişler.
Yani bir fotoğraf çektireyim de hatıra kalsın derken hem o anın keyfini tam süremiyoruz hem de ileride o anı daha az hatırlıyoruz denebilir. (Bu bilimsel veriler ışığında, yıllar önce Kapadokya’da bindiğimiz sıcak hava balonunda hemen video çekip tweetlediğim için tepki gösteren eşimin hakkını teslim etmeliyim) Bu yüzden yakınlarımızla paylaştığımız çok özel anları daha berrak hatırlamak istiyorsak, fotoğraf ve video telaşını abartmamak gerekiyor.
Sharenting olayı
Konunun diğer tarafındaysa, çocuklarımızın fotoğraf ve videolarını hoyratça paylaşma edimi var. Hatta bunun İngilizce ebeveyn anlamına gelen ‘parent’ kelimesiyle paylaşma anlamına gelen ‘share’ kelimesinden türeyen “Sharenting” diye bir ismi bile var.
Belki rastlamışsınızdır, yedi yıl kadar önce, 18 yaşını dolduran bir gencin, çocukluğunda ebeveynlerinin paylaştığı fotoğraflara dava açtığına dair şüpheli bir haber çokça paylaşıldı ve o dönem bir farkındalık yarattı.
2020 yılındaysa, bir büyükanne, torunlarının fotoğrafını izinsiz paylaştığı için torunlarının annesi tarafından dava edilmişti. Buna göre fotoğrafları kaldırmadığı gün başına 50 avro ceza ödeyecekti.
İtalya’da görülen bir başka davada ise bir anne, ergen çocuğunun fotoğraflarını, ondan izinsiz sosyal medyada paylaşması halinde 10.000 avro para cezası ödemek zorunda kalacaktı.
Fransız ebeveynlerin böyle bir sorumsuzlukta karşılaşacakları ceza da 45.000 Avro ve bir yıl hapis olarak öngörülüyordu.
Fotoğraf, çekene mi çekilene mi ait?
Kendi deneyimimi paylaşmak gerekirse, özellikle Instagram hesabımı son iki yıla kadar kilitli, yani tanımadığım insanların takibine kapalı tuttum. Açtıktan sonra da çok kişisel paylaşım yapmamaya çalıştım. Ancak bugün 6 yaşında olan kızımla yaşadığımız, komik ya da ilginç olduğunu düşündüğüm bazı diyalogları zaman zaman metin olarak tweetliyor ya da yazılarda yeri gelince kullanıyorum. 18 yaşını geçince, “Beni yıllarca komik duruma düşürdün” diye sadece bunlar için dava açar mı bilemem, onun insafına kalmış.
Hatıraları bilmem de fotoğraf ve videolar, çekene mi yoksa öznesine mi aittir konusunu hep birlikte yeniden düşünmemiz şart.
Bir aşkın ilk günlerinin heyecanıyla takipçilerimizin önüne fotoğrafları yığarken, onları bir gün silmek zorunda kalırsak neler hissedeceğimizi de baştan düşünsek fena olmaz.
Hatta “bir ilişkinin hangi evresinden sonra fotoğraf paylaşmak daha güvenlidir” şeklinde karşılaştırmalı temayül yoklamaları da iyi gelir.
Fotoğraf çekmek çok kolay ama…
Diğer yandan bu fotoğraf işi öyle bela ki, sosyal medyadan sildik ama albümlerimizden silmedik diyelim, telefonumuzdaki fotoğraf albümü uygulamasının bunları “Anılar” adı altında ara ara önümüze getirmesi ve acımızı depreştirmesi ihtimali de var.
Konu, kaybettiğimiz yakınlarımız olunca, hiç beklemediğimiz anda telefonda bildirim olarak beliren bir anı, insanın tüm gününü mahvedebilir.
Sırf bu yüzden Apple cihazların albümünde yer alan fotoğrafların “düzenle” sekmesinde “Bu kişiyi daha az öne çıkar” diye bir seçenek bile var.
Velhasıl, günümüzde fotoğraf çekmek, çektirmek gerçekten çok kolay ama ileride o gigabytelarca veriyle cebelleşmek hiç göründüğü gibi kolay değil. Saklaması ayrı dert, hatırlaması ayrı dert, hatırlayamaması ayrı dert.