Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) seçimlerine doğru uzun yolculuğumuz devam ediyor. Dünyanın da ABD’nin de gündemindeki kaos bir gün olsun eksilmiyor. Bildiğiniz ve bizim de günlerdir yazdığımız üzere Trump’ın ikinci suikast girişimini yaşaması, hala gündemin en başlarında yerini koruyor. “Öff kaç gündür bu mevzu mu?” diyecekseniz, hemen her şeyi çok kolay rutinleştiren bizler için bunun ne kadar kritik olduğunu anımsatayım: Trump’ın Temmuz ayında kulağından yaralanmasıyla kurtulduğu suikast girişimi, ABD tarihinde 45 yıl sonra yaşanan bir gelişmeydi. Ve bu durumu koca ülkenin tarihinde 45 yıl sonra yaşayan bir eski başkan, yeni aday aradan iki ay geçtikten sonra tekrar saldırıların hedefi oldu.
Haliyle, üzgünüz ama bir süre daha bu konuyu konuşacak gibi görünüyoruz.
Nelerden konuşacağız?
📌Trump’ın içine düştüğü şiddet döngüsü neyi temsil ediyor?
📌Harris ya da Trump, ABD nereye?
Şiddet sarmalı ve Trump
Kasım seçimleri yaklaştıkça gariplikler de endişeler de giderek artıyor. Pazar günü Florida eyaletinde kendi golf kulübünde yaşadığı ikinci suikast girişimi, sadece Trump için değil, ABD’nin gidişatı için de karamsar bir tablo çiziyor. Bu karamsarlık genel itibarıyla ABD demokrasisinin kırılma noktasına geldiği yönünde analizler de barındırıyor.
The New York Times’dan Roger Cohen de bunu kaleme almış. Oldukça “beğendiğim” için seçim günlüğünde kısaca yer vermek istedim. Tamamını okumak isteyenler için de linkini bırakacağım.
Cohen, yazısında İngiltere Başbakanı Keir Starmer’ın ifadeleriyle başlıyor. Trump’ın ikinci kez yaşadığı suikast girişimi sonrasında Starmer, aslında her lider gibi, “büyük kaygılarını” dile getirip şiddetin hiçbir politik süreçte yeri olmayacağının altını çizmişti. Meksika Devlet Başkanı Andrés López Obrador’un da yorumlarına değinen Cohen, uluslararası arenada ABD’ye yönelik inancın kırıldığını ve müttefiklerin bir iç savaş endişesi taşıdığını dahi ima ediyor. Aslına bakarsanız, “iç savaş” konusunda Cohen ile aynı görüşü paylaşmıyorum ama istikrarsızlık konusunda haklı. Cohen’in bir ABD’li olarak ülkesinin üstünlüğü kaybettiğine dair endişelerini dile getirdiği yazısını okurken onun üzüntüsünü pek tabii paylaşamıyorum. Çünkü Türkiye’den bakınca ABD’nin içine düştüğü durum, benim için biraz da “eden bulur” çizgisinde.
Rusya’nın ve Çin’in etki alanlarını artırmaya başladığı ve ABD’nin liderlik ettiği tek kutuplu düzenden bunalan Küresel Güney, artık Washington’a eskisi gibi bakmıyor. Bu da Trump ya da Harris kim gelirse gelsin, her şeyde olduğu gibi Washington için de zamanın tersine dönmeye başladığını gösteriyor.
“Ne kadar da abarttın?” diyenleri duyar gibiyim. Osmanlı da yarım asır sonra çökeceğini hesaba katmıyordu. Zaten burada da öyle bir çöküşten bahsetmiyoruz. Küresel gücün başrolü artık yan rolde oynamaya başlayacak gibi sadece.
Cohen yazısında Demokratların, Trump’ı Hitler’ benzetmesinden ABD’yi karanlığa sürükleyeceğine dair söylemlerine yer verdiği gibi tersi bir analize de değiniyor. Bunlar da genel çerçevede, Avrupa’da yükselen aşırı sağ siyasetin aktörlerinin Trump’a zulmedildiği yönündeki görüşleri.
“Sayılı gün çabuk geçer” deriz, ancak Cohen’e bu süre epey uzun geliyor. Dünya endişeli, 48 gün uzun bir süre diyor.
Haklı da.
Ha Trump, ha Harris…
İki seçenek var. Bu iki isim de cidden ABD’yi sürüklendiği dehlizlerden kurtarabilecek mi dersiniz? Bu arada cidden görüşlerinizi merak ediyorum. Buraya kadar okuyup yorum yazmak isterseniz; berrakgungor92@gmail.com adresine lütfen yazın. Çünkü bana göre cevap kısaca “hayır”.
İki ismin uygulayacağı yöntemler de gidecekleri de yollar da tamamen farklı. Ancak temelde ABD tarihinin en düşük profilli lider adayları oldukları da kesin. “Düşük profil” kısmını “entelektüel” bir çerçevede ele alıyorum. Sosyal adalet savunucusu (namı diğer SJW) olurken bazı gerçekleri derinlemesine yorumlayamayan Harris’in eksikliği bu. Trump’ın da neden bir “entelektüel” olmadığını uzun uzadıya anlatmaya gerek yok sanıyorum ki.
Trump’ın sert söylem ve tavırları, ABD’yi küresel güç savaşında tamamen farklı bir yere sürükleyebilir. “Rusya savaşını bir günde bitiririm” demesi kimilerine “güven” verse de, bunu yapma yönteminin çok sorunlu olacağı kesin. Daha önceki söylemlerinde de yöntemin ne olacağını ifade etmişti zaten, Rusya’nın anlaşma koşullarını Ukrayna’ya dayatarak bir “barış” inşa etme üzerine. Rusya’nın Ukrayna işgali, Avrupa Birliği’ni yoruyor. Haliyle olası bir Trump döneminde yorgunluk nedeniyle desteklemeseler de önerilere “tamam” diyecek Avrupalı siyasiler çıkacaktır. Ancak bunun bir de başka ihtimali var. Mesela (gerçi işler onun için de iyi gitmiyor ama) Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron. “Trump gelirse ne yaparız” endişesi, Macron’a sürekli AB içerisinde kendilerine yetecek bir güç oluşturmaları konusunda meslektaşlarını ikna çabasına yöneltti. Birçoklarına göre bu sebeple Trump yönetimindeki bir ABD, NATO’nun sonu dahi olabilir. Bu da farklı bir kırılma.
Rusya ve Ukrayna konusunda Harris’ten farklı bir yaklaşımı benimsemesi “mümkün” görünen Trump’ın Gazze konusunda bir şey yapmasını beklemek ütopik olacaktır.
Harris konusunda da dış politikada büyük bir değişim beklemek yanıltıcı olacak. Çünkü Biden’dan farklı hiçbir şey yapmayacak. ABD’nin parasıyla krizler finanse edilecek, “özgürlük” ve “adalet” diplomasi masalarında uzun uzun tartışılırken, binler on binler ölmeye devam edecek. Çünkü bu zamana kadar Filistin konusunda Biden’dan daha “empatik” davranan Harris’in bunun ötesine geçmeyeceği, konuşmalarına engel olunan Demokrat Filistinlilere bakılarak ön görülebilir. Öte yandan Biden’ın sürdürdüğü Ukrayna politikalarını devam ettireceği de oldukça bariz. Üstelik Harris’in Biden’ın agresif Pasifik yaklaşımını derinleştireceği konusundaki analizlere bakınca tırmanacak gerilimi hayal etmek de mümkün.
Lafı çok uzattım. Özetle bu iki ismin de ABD için yeni bir sayfa açması imkansız görünüyor. Aslında ben sanırım ABD Başkanı olarak Bernie Sanders’ı görmek isterdim. Acaba başkan olabilme şansını elde edebilseydi neler olurdu diye düşünmeden edemiyorum.