“…savaş çıktı; insan aklına insan doğasına aykırı olan o şey. Milyonlarca insan birbirine ihanet etti, çalıp çırptı, adam öldürdü… Yüzyıllardır dünyanın hiçbir mahkemesinin yıllıklarında kayda geçirilmemiş ve o zamanlar canilerin bile kendi yaptıklarını suç olarak görmedikleri sayısız suçlar işlediler.”
Lev Tolstoy / Savaş ve Barış
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi kalemlerinden Tolstoy, bu iç karartıcı satırları 1800’lü yıllarda yazdı. Yıllar sonra kitaplarının, “insan doğasına aykırı” bulduğu bir savaş nedeniyle ülkesinin batısında kalan topraklarda yasaklanmaya çalışılacağından bihaberdi… Tolstoy, küresel kasaplığın diğer adı Birinci Dünya Savaşı’ndan yalnızca 4 yıl önce sonsuz uykusuna daldı. Yazdıkları sanatsal anlamda çok kişiyi tatmin etti, efsaneler arasına ismi yazıldı, asla eskimeyecek eserleri zaman yolcusu misali dönemden döneme taşındı. Ancak Tolstoy’un satır arası melankolisi, eleştirisi ve dünyayla hesaplaşması tarihin, vahşetin tekerrürüne tanıklık ede ede var olmayı sürdürüyor.
Hala milyonlar birbirini öldürüyor…
Hala dünyanın mahkemeleri kıyımlara “umursar” maskeleri ardından sessiz kalıyor…
Hala “caniler” kendi yaptıklarını suç olarak görmeden sayısız kötülüğe imza atıyor…
Hamas’ın 7 Ekim’deki Aksa Tufanı Operasyonu, Filistinlilerin yıllardır maruz kaldıkları kıyımdaki en sert dönemeçlerden birine sebep oldu. İsrail, binden fazla İsraillinin ölümü ve 200’den fazlasının da kaçırılıp esir alınması ardından Gazze’yi topyekûn işgale başladı. Bu aslında Tel Aviv’in yıllardır içten içe istediği ilhakın en “meşru” bahanesi oldu. Çok kısa sürede on binlerce insanın canına kıyıldı, iki milyondan fazla kişi yerinden edildi. Dünya yine kağıttan kahramanların sözde “kınamalarına” sarılmak zorunda kaldı. Çok geçmeden Hamas ve Filistinli direniş örgütlerinin mücadelesine bir aktör daha dahil oldu: İran liderliğindeki Direniş Ekseni.
İsrail’in kanlı savaşına İran’ın dolaylı dahli, Tel Aviv’in bölgesel savaş emellerine ulaşması yolunda önemli bir basamak oldu. İsrail zaten en başından Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) resmen dahil etmek istediği savaşta bölgesel bir krizi tetikleyecek söylemlerde bulunuyordu.
Ve en büyük gerekçesi de İran olacaktı.
Dünyanın gözünü kırpmadığı o gece
İran cumartesi gecesi beklenen saldırısını gerçekleştirdi. Tolstoy’un “kendi yaptıklarını suç olarak görmedikleri sayısız suçlar” ifadesini karşılayan İsrail eylemine, bir cevap vermek için İran tüm dünyayı gergin bir bekleyişin içine soktu. O da 1 Nisan’da Suriye’nin başkenti Şam’daki konsolosluğunu hedef alan ve 7 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıya vereceği yanıttı.
Cumartesi gecesi beklenen karşılık geldi ancak etkisi tartışma yarattı. İran tarihinde ilk kez kendi topraklarından İsrail’i hedef aldı. İran’ın fırlattığı 300 kadar dron ve füzeler ilk başta büyük gümbürtü kopardı. ABD ve İngiltere hemen devreye girdi, Demir Kubbe zaten alarmdaydı ve çok geçmeden İran’ın dron ve füzelerinin akıbeti İsrail ordusu tarafından açıklandı. Buna göre İsrail’e gönderilen dron ve füzelerin yüzde 99’u İsrail hava sahası dışında etkisiz hale getirildi. Bu da haliyle İran’la dalga geçilmesine neden oldu, Batı medyası İran’ın ne kadar “başarısız” ve “güçsüz” olduğunu manşetlerine taşıdı.
İsrail de bölgesel savaş hayalleri suya düşmüş bir şekilde ABD tarafından “karşı saldırıya geçecek bir durum” olmadığı mesajıyla itidale çağrıldı, bölgesel ittifak sözleriyle ise bir nevi “gazı alındı.”
Kağıttan aslan mı, orantılı gözdağı mı?
Bu başlığı okuyan herkesin bir düzeltme isteğiyle yanıp tutuştuğunu düşündüğümden kısa bir açıklamayla giriş yapalım. Elbette “kağıttan kaplan” olmalı, ancak ABD’nin sembolünün kartal olması gibi İran’ın da bir sembolü var: Aslan ve güneş. Ortadoğu’nun yorgun “aslanı” sosyal medyada ti’ye alınmalara doyulamayan karşılığıyla gündemde şimdi. Peki bu kadar dalga geçilecek bir durum var mı cidden?
İran’ın savunma kabiliyetini değerli çalışma arkadaşım Beyza Topçu ayrıntılı bir şekilde derledi. O yazıyı okuduğunuzda da göreceğiniz üzere aslında bu kadar komik bir durum yok ortada. Demir Kubbe’yi aşmak kolay değil evet ama Tahran zaten bir çatışmaya direkt dahil olmak istemiyor. Ne yaptırımlardan yıpranmış ekonomisi ne de kaybedeceği halk desteği bunu kaldıracak gibi değil. Yani İran için yapmak istediğini başaramayan “kağıttan bir aslan” demek doğru olmaz.
Tahran’ın vermek istediği mesaj sembolikti, yapılmasına değdi mi, orası tartışılır. Bölgede büyük bir kuvvet olarak varlığını sürdürmek isteyen Tahran, hem İsrail ile çatışan Direniş Ekseni’ne moral verdi hem de konsolosluk saldırısını yanıtsız bırakmamış oldu. İran saldırısı öncesinde Gazze semaları sessizdi. İsrail 7 Ekim’den bu yana ilk kez savaş uçaklarını Gazze’ye göndermedi. Yani İran’ın kapasitesine haiz olan İsrail, Gazze’yi bir süre kendi haline bırakmayı göze alabildi.
Öte yandan sembolik açıdan önemli olan bir başka konu da İran’ın saldırısında zarar gören İsrail askeri üssü. İran’ın İsrail’e yönelik misillemesinde ana hedefi, Şam’daki İran Konsolosluğu’nu vuran füzelerin havalandığı Nevatim Üssüydü. Saldırı sonucu, İsrail’in güneyindeki üste hasar meydana geldi.
Hasar ufak çaplıydı ama İran’ın istediği mesajı vermesine yetmiş olacak ki saldırı bununla birlikte sonuçlandı.
İsrail neden ABD’yi savaşa çekmek istiyor?
Gazze’de taş üstünde taş bırakmayan, “dokunulmazmış” gibi davranılan ancak kendileri dışında herkese “dokunulabileceğini” ifade eden İsrail’in bu özgüven ve bilinen gücüne rağmen neden ABD’yi savaşa çekme ihtiyacı hissettiği tabii ki merak ediliyor.
İsrail tarihinin en sağcı hükümeti Gazze’yi işgale başladığı bu altı ay içinde çok şey kaybetti. Ayrım gözetmeyen saldırıları bir noktada müttefiklerinin de tepki göstermeye başlamasına neden oldu ama müttefiklerinin tepkisinden çok daha önce içten çatırdamaya başlamıştı.
Ultra-Ortodoks Yahudiler askerlikten muaf, cephedekiler yorgun
Hamas tarafından rehin alınan İsrailli esirlerin yakınları, hükümeti önceliklerinin yakınlarının sağ salim evine döndürmek olmamasıyla eleştiriyor. Ülkenin birçok bölgesinde yılmadan usanmadan aylardır devam eden eylemleri, “Netanyahu istifa” söylemiyle sürüyor. Askerlerin bıkkınlığı ancak yeni alımlar konusunda kavgalara neden olan askerlikten muaf ultra-Ortodoks Yahudiler derken savaş kabinesi ve hükümet arasındaki gerilim de devam ediyor. Silah altına alınmayı dini vecibeleriyle çelişen bir durum olarak gören ultra-Ortodoks Yahudi toplumunun on yılladır devam eden askerlikten muafiyeti Netanyahu’yu da zora sokuyor. Çünkü, Netanyahu’nun aşırı sağcı koalisyonundaki partilerin seçmeni bu askerlikten muaf kesim.
Haliyle 7 Ekim’den sonra kurulan savaş kabinesinin üyeleri ve hükümet bileşenleri arasında yaşanan sıkıntının en büyüklerinden biri. Askerler yorgun, kendi çocukları askere giderken muaf tutulanlara tepki gösteren aileler bıkkın ve öfkeli. Savaş ekonomisinin etkileri de cabası. (İran’ın saldırıları da İsrail’e 4-5 milyar şekel yani 1.08-1.35 milyar dolara mal oldu.)
Tüm bunların dışında İsrail’in hak iddialarının eylemleri nedeniyle kendince olan “meşruiyetini” kaybetme riski de arkasında duracak sağlam bir desteğe ihtiyaç doğuruyor. Ayrım gözetmeyen saldırganlığı, müttefiklerinin dahi ona yer yer şüpheyle yaklaşmasına sebep olunca savaştığından daha büyük bir aktörden gelecek tehditle durumunu farklı bir konuma taşımayı amaçlıyor. Böylelikle arada gündeme gelen izole edilme ihtimali biteceği gibi topyekûn ilhakının gerekçesi ona göre meşru kılınacak ve Washington gibi bir gücü arkasına alınca aksi sesler de susmuş olacak. Bunun dışında en büyük sorunlardan bir diğeri de Hizbullah. İsrail Gazze dışında Lübnan sınırında da aktif savaş halinde. Askerlerin durumu, yorgunluğu ve halkın öfkesi geçmediği takdirde savaşın Netanyahu hükümetiyle devam etmesi de güç duruyor.
ABD neden savaşa girmek istemiyor?
İsrail, ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük düşmanı İran’ı gerekçe gösterse de Washington’dan beklediği desteği göremiyor. Bunun en büyük nedenlerinden biri de ABD Başkanı Joe Biden’ın dış politikaları konusunda artık eleştirilmeye başlanması ve Kasım’da gidilecek zorlu seçimler. Biden göreve geldikten sonra başlayan karmaşalar onun diplomatik manevralarının da sorgulanmasına neden oluyor. Önce Rusya-Ukrayna Savaşı şimdi de Gazze.
ABD’nin Ortadoğu’daki hakimiyetini kaybetmek istemeyeceğini düşünen İsrail, Washington’u alttan alta dürtse de ABD’nin jeopolitik önceliği şu sıralar daha farklı: Pasifik.
Haliyle Tel Aviv’in hesapları Washington’daki çarşıya pek uymuyor. Eski ABD Başkanı Richard Nixon’ın 1970’teki sözleriyle bitirelim, çünkü en iyi o özetleyecek:
“Dünya ile ilgilenmemizin nedeni yükümlülüklerimiz olması değildir; dünya ile ilgilendiğimiz için yükümlülüklerimiz vardır. Çıkarlarımız yükümlülüklerimize şekil vermelidir, yükümlülüklerimiz çıkarlarımıza değil.”