“Pencereden bir silah sesi işittim, arkasından bir salvo, sonrasında çığlıklarla kesilen silah sesleri… Bunlar kulağı delen ve sahibi ebediyen sustuktan sonra da orada kalan keskin çığlıklardı. Sanki kulağım bu çığlıkların fotoğrafını çekiyordu.”
Bu cümleler 2023’ün Gazze’sine tanıklık eden bir gazetecinin izlenimleri olsa sırıtır mıydı? “Hayır” dediğinizi duyar gibiyim. Zaten bu cümleler de Gazze’den değil, 1939’ların Madrid’inden bir gazetecinin ölümü beklediği koğuşundan yankılanıp, çınlıyor kulağımızda. Faşist Franco’nun liderliğindeki kanlı İç Savaşın zindanlarından 2023’e artık baskısı dahi olmayan eski mi eski, sarı mı sarı sayfalarla…
Arthur Koestler’in “İspanya’da Ölüm Güncesi” ismiyle yayınlanan anıları günümüzdeki gelişmelerle düşünüldüğünde, yıllar boyunca el değiştiren şiddetin, farklı namlulardan çıkıp da aynı acıyı, öfkeyi ve isyanı canlandırdığının kanıtı adeta.
Evet girişten de tahmin edeceğiniz üzere bu, İspanya’nın İsrail ile Filistin üzerine büyüyen diplomatik çatlağını ele alacağımız bir yazı. İç Savaş döneminde gözü dönmüş faşistlerin yarattığı kıyıma değindiğimi görenler mutlaka şunu söyleyeceklerdir; “İspanya tarih boyunca antisemitist bir ülkeydi. Hatta Franco, Nazi Almanyasına desteği nedeniyle İsrail’den yana tavır alamazdı.”
Evet, tam da böyle oldu. Hatta siz söylemeden ben değineyim, 2014 İspanya’sında muhafazakar hükümet döneminde, bağlayıcılığı olmasa da dahi Filistin devletinin tanınması konusunda, tavsiye kararı sunulması oy birliğiyle kabul edilmişti. Hem de 300’ü aşkın oyla.
Franco’dan sonraki geçiş döneminin önemli merkez siyasetçisi, dönemin başbakanı Alfonzo Suarez, İsrail ve Filistin arasındaki çatışmalarda net bir duruş sergiledi. Eylül 1979’da Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat’ın ziyaretine ev sahipliği yapan ilk Batı Avrupalı lider olması da buradan kaynaklanıyor.
Filistinli direniş örgütleri ile İsrail arasında süren savaşta, Avrupa’daki en sert ses yine İspanya’dan çıktı. Bu sefer büyük bir farkla. Çünkü yukarıda sıraladığım örneklerin aksine sosyalist koalisyon hükümetinin sesleriydi bunlar. Sanchez, çıktığı Ortadoğu turunun duraklarından Mısır’da net ve sert mesajlar verdi, “AB, Filistin devletini tanımazsa İspanya kendi kararını alacaktır” dedi.
İşte bu mesajla İsrail ile ipleri geren İspanya, Avrupa Birliği’nde bir nefer gibi parıldarken (öyle bir parlama ki büyükelçi geri çağrıldı) kendi içerisinde düştüğü çelişkiler ise maalesef bu sert çıkışın gölgesinde kaldı.
Sağ siyasetten bir farkı olmalı
Sanchez’in sözleri şüphesiz Filistin’in haklı mücadelesinden yana olanları mutlu etti. Ancak anlık mutluluk, dünyanın gelmiş geçmiş en köklü ve sert sorunlarından biri olan İsrail işgaline bir çözüm sunmuyor. Bunun için yapılması gereken şüphesiz ki söylenen o büyük lafların arkasında dimdik durabilmekten geçiyor. Ancak İspanya’nın yeni hükümeti SUMAR ittifakının profili, bundan bir hayli uzak duruyor. İspanya solunun bu örneklerden elbette bir farkı olmalı, fakat kıl payı kazandığı çoğunluk elini kolunu bağlıyor olsa gerek, çünkü ülkede birçok kesim hükümetin Filistin yaklaşımını “ikiyüzlü” bulmakta.
Filistinli sendikaların çağrısına İspanya’dan yanıt: Silah satışını durduralım
İspanya’da 200’den fazla kuruluş, 29 Kasım Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü dolayısıyla ortak bir açıklama yapmıştı. Açıklama aslında Filistinli sendikaların çağrısına bir ses vermek gibiydi. Çünkü İspanya’nın iki büyük işçi sendikası CCOO ve UGT, Gazeteciler Sendikaları Federasyonu, Barış İçin Araştırma İspanyol Ajansı, Ekolojistler Eylemde Örgütü, İspanya Kalkınma İçin Örgütler Koordinasyonu ve İpotek Mağdurları Platformunun da aralarında bulunduğu 200’den fazla kuruluş, “İsrail ile silah ticaretini sonlandıralım” dedi.
Şili’de Pinochet’in kanatlarını koparan işçi grevinden örnekle gelen çağrıya verilebilecek en anlamlı yanıt da belki de buydu. (Sözkonusu grev ve çağrıya ilişkin ayrıntılı bilgileri Filistin Genel Sendikalar Federasyonu Genel Sekreteri Shaher Saed ile röportajımda bulabilirsiniz.)
Ancak İspanya hükümeti, fırtınalar estirdiği söylemlerine böyle bir eylemi ekleyebilecek mi göreceğiz; keza Pedro Sanchez’in bir taraftan ateşkes isteyip, İsrail’in Gazze’ye saldırılarını kınarken diğer taraftan silah satışına izin vermesinin ‘tutarsızlık’ olduğu da aşikar.
İngiltere merkezli Reuters’ın aktardığına göre, son resmi veriler, İspanya’nın 2022’nin ilk yarısında 1,3 milyar euro (1,39 milyar dolar) değerinde askeri teçhizatı İsrail’e ihraç ettiğini gösteriyor.
Katalonya Filistin Toplumu adlı kuruluşun sözcüsü Salah Jamal da İspanya’nın 2000 yılından bu yana İsrail’e toplam değeri 139 milyon euro’yu bulan silah satışı yaptığını belirterek, “Filistin halkı sadece kuru söz istemiyor. Silah satışının yasaklanması gibi somut adımlar bekliyor” ifadelerini kullanıyor.
Podemos’a kabinede yer yok: Nedeni Filistin mi?
Sosyalist Başbakan Pedro Sánchez’in 22 kişilik kabinesinde Podemos’un lideri ve eski bakan Ione Belarra kendisine yer bulamadı. Parti tarafından yapılan açıklamada ise gerekçe Filistin’di. Belarra, Filistin’e verdiği destekle öne çıkan bir isimdi ve Sánchez bu kadar keskin bir ses istemiyordu.
Podemos Sözcüsü Pablo Fernandez düzenlediği basın toplantısında, “Podemos’u hükümetin dışında tuttular. Çünkü kabinede kimsenin, soykırım suçlusu olan [İsrail Başbakanı Benyamin] Netahyahu’nun tutuklanması, AB dönem başkanı İspanya’nın İsrail’in Filistin’deki soykırımını durdurmak için daha fazla şey yapması ve İsrail’le diplomatik ilişkileri kesmesi gerektiğini söylemesini istemediler” demişti.
Ortadoğu ziyareti de eleştirildi
Podemos lideri Belarra, “İnsanlar yoruldu, Filistin halkına karşı soykırım uygulanırken Avrupa Birliği’nin hiçbir şey yapmamasından bıktılar ve Brüksel’de atılacak somut adımlara ihtiyacımız var” dedi. Buradaki ana hedef 23 Kasım’da Belçika Başbakanı Alexander de Croo ile Kudüs’te İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ve Başbakan Benyamin Netanyahu ile görüşen İspanya Başbakanı Pedro Sanchez’in ta kendisiydi. Çünkü Belarra, Sanchez’in esas gitmesi gereken yerin, kararların alındığı Brüksel olduğunu düşünmekle birlikte, Kudüs’te gerçekleşen ziyaretin “bir savaş suçlusunun aklanmasına yardımcı olabileceği endişesini de” taşıyor.
Podemos konusu parti tarafından yapıldığı gibi gerekçelendirilebilir elbet ancak net bir yargıya varmak için Sanchez’in partisinin kurduğu koalisyondaki satranç tahtasının da görünümü bilmek lazım. Pedro Sanchez’in başbakanlığında kurulan PSOE-Sumar koalisyon hükümeti 16 kasımda güven oylamasında 350 milletvekilinden 179’u “evet”, 171’i “hayır” oyu almıştı.
İspanya demokrasi tarihinde Ocak 2020’den sonra ikinci kez koalisyon hükümeti kurulurken, geçtiğimiz yasama döneminde PSOE’nin ortağı olan Unidas Podemos’un yerini, seçimlerden çok kısa bir süre önce kurulan Sumar partisi almıştı. Sanchez’in, partisi PSOE’den 121, koalisyonun küçük ortağı Sumar’dan 31, dışarıdan Katalonya Cumhuriyetçi Solu (ERC) ve Katalonya için Birlik’ten (Junts) 7’şer, EH Bildu’dan 6, Bask Milliyetçi Partisinden (PNV) 5, Galiçya Milliyetçi Blok’tan (BNG) ve Kanarya Koalisyonundan (CC) birer olmak üzere 179 milletvekilinden güvenoyu alması bekleniyordu. Ancak Podemos’un denklemde olduğu Ocak 2020’de Sanchez’e, o dönemde PNV ve BNG destek verse de ERC ve EH Bildu “çekimser”, Junts ise “hayır” oyu vermişti.