İsrail bir buçuk haftadır Lübnan’ı durmaksızın vurması ve üstüne bir de kara operasyonu başlatması İran’da sessizlikle karşılanmadı. İntikam yeminleri eden İran salı günü İsrail’e bir dizi füze saldırısı düzenledi. Buna gerekçe olarak da “ulusal güvenliğinin tehlike altında olmasını” gösterdi. İran’ın saldırısı ABD’de “endişeyle” karşılandı karşılanmasına ama bu zaten şaşırtıcı bir şey değildi. İran’la kanlı bıçaklı olan ama vatandaşları Filistin davasına destek veren Körfez ülkelerinde durum neydi?
İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan Katar’ın başkenti Doha’da Katar Başbakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman bin Casim El Sani ile bir araya geldi. Körfez dışişleri bakanlarının da aynı zamanlarda Doha’da olması birtakım soru işaretleri yaratıyor. Nihayetinde Lübnan Hizbullahı’nı hedef aldığı gerekçesiyle siviller dahil yüzlerce kişiyi öldürüp uluslararası toplumun doğru düzgün yaptırımına bile uğramayan İsrail sahip olduğu bu gücü sadece İran’ı zayıflatmak için değil de Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek için kullanırsa ne olur?
Kuveyt, Umman, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in oluşturduğu altı Körfez liderinin oluşturduğu Sünni koalisyon hem İran’ı hem de Şii vekillerine mezhepsel ayrımdan dolayı pek tabii iyi gözle bakmıyor. Hatta bu hoşlanmama durumu 2016’da Hizbullah’ın bu ülkelerde terör örgütü olarak kabul edilmesine bile neden oldu. Ama şu anda bölgedeki tansiyon daha da yükselsin istemiyorlar. Gerçi burada İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’u dizginleyebilecek gücün sadece Washington olduğuna inanıyorlar. Ne var ki Başkan Joe Biden’ın “Refah kırmızı çizgimdir” sözlerinden kısa süre sonra İsrailli askerler Refah’a girdiğinde ABD’nin yaptığı tek şey 900 kiloluk bombalarına ambargo uygulaması oldu.
Aynı altı ülke bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının bölgede istikrar, entegrasyon ve refah için tek yol olduğunda ısrarcı. Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan dün Financial Times’ta kaleme aldığı yazıda “Filistin devleti barışın yan ürünü değil, ön koşuludur” kelimelerini not düştü. Oysa aynı yazıda ne olası bir İsrail-İran çatışmasından ne de Biden’ın savaşa dur deme ihtimalinden bahsetti.
Halkları desteklese de liderler elini taşın altına koymaya hazır değil
İngiliz gazetesi The Guardian’ın diplomasi editörü Patrick Wintour kaleme aldığı analiz yazısında “Gerçek şu ki Körfez ülkelerinin liderleri, halkları Filistin davasını desteklese bile Filistinlilere insani yardım ve siyasi destek dışında bir şey vermeme yönündeki ortak stratejisini değiştirecek gibi görünmüyor” diye yazıyor. Yazının devamındaysa durumun hızla değişebileceğini söyleyen Wintour “Şu anda bu ülkeler Hizbullah’ın askeri liderlerinin yok ederek ve İran’ı bir daha asla İsrail’e ateş edemeyecek kadar zayıflatarak Gazze’deki çıkmazdan kurtulmaya kararlı, küllerinden doğan bir İsrail olasılığıyla karşı karşıyalar” diyor.
İsrail’in İran’a ait petrol ve nükleer tesislerinin vurulmasının Körfez İşbirliği Konseyi’ni (KİK) tedirgin edebileceğini söyleyen Wintour İran’dan hazzetmeyen Arap diplomatların bile İsrail’in elde edeceği “mutlak zaferin” ahlaki sonuçlarından endişelendiğini aktarıyor. İsrail’in bu saldırılarının diğer devletlere “Adalet arıyorsanız topyekun savaş yoluna gidin” mesajı vereceğini düşünüyor.
Şeyh Muhammed’in başkanlığını yaptığı KİK’e göre krizin çözümü Hamas ile İsrail arasında ateşkes ilan edilmesi. Ancak İsrail’in müzakere masasında Hamas için son sözü söyleyen siyasi büro lideri İsmail Haniye’yi öldürmesinden sonra örgütün Gazze’deki lideri Yahya Sinvar’ın başa geçmesi müzakere girişimlerini duraklama noktasına getirdi. Nerede olduğu bilinmeyen Sinvar dijital iletişim ağlarını da kullanmadığı için ilettiği mesajlar Katar’daki müzakere masasına geç ulaşıyor.
Öte yandan Kuveyt, Umman, Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri İsrail’in kara işgalini başlattığı ikinci cephe Lübnan’da da ateşkes çağrısı yapıyor ve Lübnan’ın egemenlik haklarına saygı duyulması çağrısı yapıyor. Ancak aynı ülkelerin hiçbiri İran’ın İsrail’e saldırısını desteklemedi.
Körfez ülkeleri ikilemde kalabilir
Wintour İsrail’in saldırgan tutumunun sürmesi halinde hem Körfez hem de Arap ülkelerinin bir ikilemde kalacağını şu sözlerle anlatıyor: “Bir yandan İran’ın etkisinin uzun vadede zayıflaması, bölgede sadece İsrail’in Demir Duvarı’nın hüküm süreceği, istenmeyen ve istikrarsızlaştırıcı bir boşluk yaratabilir. Öte yandan bölgedeki ülkeler İran’ın zayıflığından faydalanarak İran’ın desteklediği vekil güçleri püskürtme fırsatı yaratabilir.”
Wintour bölgedeki birçok ülkenin İran’ın zayıflamasından çıkar sağlayacağını söylüyor. Örneğin Irak Cumhurbaşkanı Muhammed Şiya El Sudani İran destekli grupları daha kolay dizginleyebilir. Hizbullah’ın Suriye’de muhaliflere karşı verilen mücadelede etkin rol oynamış olmasına rağmen bu süreçte sessizliğini koruyan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad bile Lübnan’daki nüfuzunu yeniden kazanabilir.
Son parlamento seçimlerinde oyların yüzde 28’ini alarak tek başına iktidara gelen İslami Hareket Cephesi tarafından yürütülen Ürdün, İran’ı zaman zaman düşman grupları kışkırtmakla suçluyor. İslami Hareket Cephesi’nin Müslüman Kardeşler’in bir kolu olduğunu not düşelim. Kuveyt de tartışmalı bir doğalgaz sahasından gaz çıkarma konusunda İran ile uzun zamandır ihtilaf halinde.
Riyad-Tahran normalleşmesi
Ama herhalde bölgedeki en kritik ilişki İran ve Suudi Arabistan arasındaki. Çin hükümetinin arabuluculuğu sayesinde iki ülke geçen yıl konsolosluklarını yeniden açarak normalleşme yolunda epey ilerleme kaydetti.
Suudi Arabistan 11 yıl sonra ilk kez bir İran cumhurbaşkanını geçen yıl ağırladı. İranlı hacıların Mekke ve Medine’de hac yapmasına izin verildi. Riyad, İran’ın desteklediği Esad yönetimiyle de ilişkilerini yeniden tesis etti. Ayrıca Suudi yetkililer Yemen’deki Husilerin sınırdan Suudi Arabistan’a füze fırlatmasını önlemek için İran’ın desteğini almayı planlıyor.
Riyad ayrıca iki devletli çözüme giden yolda ikna edici bir adım atılmadığı sürece İsrail ile normalleşmeyle ilgilenmediğini Amerikan kamuoyuna defalarca tekrarladı. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin yayınladığı yeni makalede de Suudi-İran ilişkilerinin sürdürülmesinin bölgedeki barışı korumak açısından önemli olduğu vurgulanıyor: “Tahran’ı bölgesel güvenlik yapısının dışında tutmayı amaçlayan sıfır toplamlı bir yaklaşım, bölgesel destek görmeyecek ve nihayetinde ters etki yaratacaktır.”