Yaklaşık son üç haftadır Pasifik’te ABD ve Çin arasındaki meltem rüzgarları esiyor. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, ülkenin beş yıl sonra ABD’ye giden ilk dışişleri bakanı oldu. Sonra akıllara kasımda ABD’de yapılacak Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) geldi. Bu birliğe hem ABD hem de Çin üye. Aylardır Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in ABD’ye gelip ABD’li mevkidaşı Joe Biden ile görüşüp görüşmeyeceği konuşuluyordu. Bu sorunun cevabı Beyaz Saray’dan geldi: Şi, ABD’ye gelecek.
Beyaz Saray, henüz ayrıntıları netleşmemiş olsa da Şi’nin ABD’ye geleceğini teyit etti. Çinli lider 2017’den bu yana ilk kez ABD’ye resmi ziyaret düzenleyecek. APEC zirvesi 11 Kasım’da başlıyor ancak Şi zirveye daha sonra da gelebilir çünkü liderler toplantısı 17 Kasım’da yapılacak.
Ağustos ayında Hindistan’da düzenlenen kritik G20 zirvesine katılmayan, BRICS zirvesinde de kapanış konuşmasını başbakanına yaptıran Şi’nin APEC’e geleceği de en azından analistler tarafından çok tahmin edilmiyordu. Ama San Francisco’daki Çin Konsolosluğu, Şi’yi coşkuyla karşılamak için hazırlıklara başladı bile.
Şi, APEC zirvesi kapsamında ABD Başkanı Joe Biden ile bir araya gelecek ve bu görüşme, bir yıl önce G20 zirvesi sırasında Endonezya’nın Bali kentinde yaptıkları görüşmeden bu yana ilk kez yüz yüze gelecekleri bir an olacak. ABD-Çin ilişkileri o dönem epey kötüydü, bir de üstüne bu yıl şubat ayında casus balon krizinin patlak vermesi sorunlara bir yenisini eklemişti. Bu bağlamda ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Çin ziyareti iptal edilmişti. Ancak sonrasında Biden yönetimi geri adım atarak önce Blinken’ı, sonra Hazine Bakanı Janet Yellen’ı, ardından Ticaret Bakanı Gina Raimondo’nun Çin’e gitmesi söz konusu olmuştu.
Şi-Biden görüşmesinde taraflar ne istiyor?
Çin’in önceliği tökezleyen ekonomisi olabilir. Jeopolitik gerilimler; ülke içinde yabancı işletmelere yönelik yabancı düşmanlığı, ülke dışında ise ABD’nin Çin’e teknoloji ihracatı üzerinde uyguladığı kısıtlamalarla kendisini gösteriyor. Bu da ABD’li firmaları Çin’de iş yapma konusunda giderek daha temkinli hale gelmelerine neden oluyor.
ABD ise güvenlik görüşmelerine öncelik verebilir, nükleer silahların kontrolü ve ordular arası iletişim konularına odaklanabilir. ABD’li diplomatlar, Tayvan konusundaki gerginlikler nedeniyle bazı kanalların kesilmesi de dahil olmak üzere Çin’e karşı daha sert tutumun iki tarafın da istemediği bir çatışmaya yol açabileceğinden korkuyor. Özellikle Filipinler ve Çin arasında Güney Çin Denizi’nde yaşanan gerginlik, son zamanlarda hem denizde hem de havada yaşanan ya da yaşanmasına ramak kalan kazalar bu endişeleri artırıyor.
Aslında uzlaşmak özellikle de iki ayrı savaşın devam ettiği bir dünya düzeninde iki tarafın da işine gelecek bir eylem. Ancak her iki taraf da geri adım atan ilk taraf olmak istemiyor Burada Beijing ve Washington için işe yarar model Çin’in Avustralya ile yeniden kurduğu türden bir ilişki olabilir.
Avustralya-Çin modeli ABD-Çin ilişkilerine uygulanabilir mi?
Avustralya’nın Çin’in siyasi müdahalelerine karşı aldığı önlemler ve 2020’de Covid-19’un ortaya çıkışının araştırılması çağrısının yol açtığı tartışmanın ardından Çin; Avustralya’ya da Japonya, Güney Kore, Litvanya, Norveç gibi ülkelere uyguladığı türden bir ekonomik baskı uygulamaya başladı. Ancak o zamandan bu yana Avustralya, Çin düşmanlığından sıyrılırken ihracatını da çeşitlendirdi. Böylelikle ekonomik baskı yöntemi bir bakıma başarısız oldu.
Çin o zamandan bu yana Avustralya’ya yaptığı kömür ambargosundan geri adım attı. Ağustos 2020’de ilişkilerin dibe vurduğu dönemde ulusal güvenlik suçlamasıyla gözaltına alınan Avustralyalı gazeteci Cheng Le de serbest bırakıldı. Avustralya Başbakanı Anthony Albanese’nin Çin’e yaptığı son ziyaret de gülümsemeler ve yeni anlaşmalarla doluydu.
Canberra, jeopolitik açıdan ABD’den çok daha farklı bir konumda. Avustralya iç siyaseti ne kadar sert olursa olsun, Washington’da siyasetçilerin Beijing’le “haince bağlantıları” olduğuna yönelik ortaya atılan iddialarla bir tutulamaz. Ayrıca Avustralya’nın Çin kamuoyundaki yeri de ABD’ninkiyle bir değil. Çin ve ABD arasındaki çatışmalar azalsa bile tamamen ortadan kalkmasına bu yüzden olumsuz bakılıyor.
ABD için pandalara elveda deme zamanı
Öte yandan ABD’de panda diplomasisiyle ilgili de ilginç şeyler yaşanıyor. Çin diplomasisinin baş tacı pandalar Washington’dan ayrıldı. Bu pandalar ilk olarak 1972 yılında ABD’ye getirilmiş ve Smithsonian Ulusal Hayvanat Bahçesi’ne yerleştirilmişti. Tabii bu hayvanların teknik olarak Çin’den ödünç alındığı söylenebilir. Yine de iki ülke arasında şu an uzak bir ihtimal olarak görülen dostluk umudunu temsil ediyordu.
Çin, son yıllarda arasının iyi olduğu ülkelerle ilişkilerini daha da sempatik bir düzeyde tutmak için pandalarını yolluyor. Panda nesli neredeyse tükenmek üzere olan bir hayvandı, sadece Çin’de bulunan bu canlılar Çin’in teşvikleriyle hayatta kalmaya devam ediyor. Esasında 20’nci yüzyıldan önce de dünya genelinde çok önemsenen bir canlı değildi. Ne zaman ki Panda Chi-Chi 1958’de Londra Hayvanat Bajçesi’ne getirildi işte o zaman bu hayvanlar dünya genelinde ilgi görmeye başladı.
Ancak gelecek yıl ABD’deki hayvanat bahçelerinde ve muhtemelen Avustralya’dakilerde hiç panda kalmayabilir. Çin’den ödünç alınan Mei Xiang, Tian Tian ve yavruları Xiao Qi Ji artık anavatanlarına dönüyor. Şu anda ABD’de ikisi Atlanta’da olmak üzere sadece dört panda kaldı. Pandaların geri çekilmesi sadece siyasi bir altyapıya sahip diyemeyiz. Pandaların bakımı epey uğraş gerektiren bir şey ve Çin’in panda gönderdiği bazı ülkeler bu gerekli bakımı sağlamakta yetersiz kalıyor. Öyle ki Çinliler artık Çin’in panda diplomasisini terk ederek tüm pandalarını ülkeye getirmesini istiyor.