Yeni Zelanda’nın ücra adalarından birinde vakit öğleden sonrayı gösteriyor. Hava bulutlu. Son balık teknesi de iskeleye yanaşmak üzereyken Helen Cave aynı anda birçok işi ustalıkla hallediyor. Çin’deki müşterileriyle iş için görüşüyor ve torununa yeni dronunu uçurması için yardım ediyor.
Cave balıkçı teknesini bekleyerek pencereden bakarken “Ben her zaman biraz hiperaktif olmuşumdur” diyor. Cave işlerini bitirdiğinde, “adanın kalbi” olan bara gidip dostlarıyla görüşüyor.
Hem barın hem de adanın tek balık dükkanının sahibi olan Cave için normal bir gün işte böyle görünüyor. Burada yaşadığı 45 yıl boyunca çocukların eğitiminden somon ve midye çiftliklerinin işletilmesine, küçük uçak pistinin inşasına yardım etmekten gönüllü çalışmalar yapmaya varana dek çoğu işte elini taşın altına koymuş Cave.
Cave altı çocuk yetiştirmiş. Bütün bu işlerin nasıl altından kalktığını bazılarının “aklı hayali almazken” Maori adasında kadınlar için yaşamın normal döngüsü aynı anda çok iş halletmeyi işaret ediyor. Adada erkeklerin sayısı kadınlardan fazla olmasına rağmen adanın siyasal hayatı dahil birçok yönünü kadınlar belirliyor. Üstelik bu durum nesillerdir böyle.
Raikuru’ya yakından bakmak
Rakiura bugüne kadar bu kadar güneye gitmemiş Yeni Zelandalılar ve dışarıdan gelen diğer ziyaretçiler için hâlâ uzak ve zorlu bir bölge. Onu gizemli yapan da bu. Oysa adaya ulaşmak için kısa bir tekne yolculuğu veya küçük bir uçakla yapılan kısa bir uçuş yeterli. “Üçüncü ada” olarak da bilinen Rakiura, bakir koyları ve doğal ormanlarıyla ünlü. Adanın yüzde 80’inden fazlası milli park kapsamında ve yalnızca yürüyerek veya deniz yoluyla keşfedilebiliyor. 400 kişilik küçük insan topluluğuna bahçelerde özgürce dolaşan ve nesli tehlike altında olan kivi kuşları da eşlik ediyor. Adada yaşayanların büyük bir kısmı Oban adlı küçük köyde toplanmış durumda. Köyde bir polis memuru, bir market, bir okul, birkaç restoran ve bir müze var, ancak bir hastaneleri yok.
Rakiura’nın geçim kaynağı büyük ölçüde turizme dayanıyor. Yaz mevsiminde adaya buradaki vahşi yaşamı gözlemleyip güney ışıklarının pembe ve yeşil yansımalarına şahit olmak ve “modern dünyadan bir süreliğine uzaklaşmak için adeta akın eden ziyaretçiler var.
Ada dışarıdan bakıldığında sanki zamanın durduğu, huzurlu bir yer gibi görünse de, arka planda özellikle kadınların önderlik ettiği hareketli ve üretken bir yaşam devam ediyor.
‘Anaerkil toplum’
Margaret Hopkins, Halfmoon Bay’in akşam ışığında altın gibi parlayan tepe üstündeki oturma odasında oturuyor. Adaya sonradan gelenlerin çoğu gibi Hopkins de “aşk” için Rakiura’ya taşınmış. Hopkins, “Buraya ilk geldiğimde ne kadar hızlı olmak zorunda olduğuma hayret ettim” diyor.
Hopkins, 50 yıl önce adaya geldiği dönemi anlatırken “O zamanlar ada tamamen farklıydı, çok az araba vardı, insanlar her yere yürüyerek giderdi ve neredeyse tüm erkekler balıkçıydı” diyor. Balık avı sezonunda toplum “erkeklerden yoksun” kalırdı ve “kadınlar, erkeklerin yapacağı rolleri üstlenirdi” diyerek aslında kadınların sosyal hayattaki rollerinin kökenlerine de değiniyor.
Hopkins’in gelini Shoana Sangster “Burada avcılık, balıkçılık ve nişan alma gibi şeylerin yoğun olduğu yönünde bir algı var ancak bu doğru değil” diyor. “Aslında, bu toplum oldukça anaerkil olabilir” diye ekliyor. Sangster bu söyleminin aşırı feminist bir yaklaşım değil, daha çok bir gereklilikten kaynaklandığını vurguluyor. Adalı kadın “Eğer oturup bir erkeğin bir şeyi yapmasını beklerseniz, hiçbir şey halledilmez” diyor gülerek.
Rakiura’daki çoğu kadın gibi Sangster de birçok rol üstleniyor. Yerel koruma ve topluluk komitelerine başkanlık ediyor, aylık yayınlanan Stewart Island News dergisinde editörlük yapıyor ve yerel bir yün işletmesinde yarı zamanlı çalışıyor. Sangster, adadaki kız çocuklarının geleneksel olarak erkeklere ait olduğu düşünülen yaşam becerilerini öğrenmeye çok hevesli olduğunu da söylüyor. Sangster, onları yetiştiren kadınlara da hakkını vererek “Haklarını teslim edelim ama, buradaki erkekler beklediğinizden biraz daha ilerici” diyor.