Bazıları batarken bazıları da ava çıkar. Yönettiği 10 trilyon dolarlık fonla dünyanın en büyük fon yönetim şirketi BlackRock da bu şirketlerden birisi. Geçen hafta emeklilik yaşının yükseltilmesini protesto edenlerin Paris’teki merkezini basmasıyla gündeme geldi. Ancak 35 yıllık ABD’li finans devinin bu sıralardaki gündemi bambaşka. Önce ABD’de yaşanan bankacılık krizinin ardından yakın çevresini toplayan şirketin kurucu ortağı ve CEO’su Larry Fink’in sık sık söylediği “Oyunda olmak için oyunu oynamak zorundasınız” dediğini yazdı Financial Times gazetesi. Sonra beklenen açıklama geldi: ABD Federal Mevduat Sigorta Kurumu (FDIC), Signature Bank ve Silicon Valley Bank’ın iflas etmesinden sonra kayyumda tuttuğu menkul kıymet portföylerini satmak için BlackRock’ı seçti. Yani 114 milyar dolarlık portföy BlackRock’a emanet edildi.
2008’den sonra sonra parlayan şirket, yine krizi fırsata çevirdi
Böylece Larry Fink yine çıktığı avdan yine eli dolu dönmüş oldu. 2008’de yaşanan büyük finansal krizin ardından BlackRock, 2009 yılında Barclays’in yatırım kolu BGI’yi 15,2 milyar dolara satın alarak, kendisini 2,7 milyar dolarlık varlığıyla dünyanın en büyük varlık yöneticisi haline getiren dönüşüme imza attı. O zamandan bu yana da küresel yatırım endüstrisine hakim olarak milyar dolarlık fonları yönetti. Fink’in Credit Suisse’te de benzer bir fırsat gördüğü için devralmak istediği belirtiliyordu. Ancak İsviçre’nin en büyük bankası UBS Credit Suisse’yi 19 Mart’ta yaklaşık 3,3 milyar dolara satın aldı. Fink’in büyük anlaşmalardan hoşlanması ve bu anlaşmaları hayata geçirme konusunda alışılmadık derecede iyi olması yeni bir şey değil. BGI satın almasının yanı sıra 2006 yılında Merrill Lynch Investment Managers’ı, ondan önce 2004 yılında State Street Research’ü satın alma operasyonları da oldukça başarılıydı.
Wall Street’in tartışmasız kralı Fink’in babası ayakkabıcı, annesi profesör
BlackRock bugün neredeyse önde gelen her Amerikan şirketinin en büyük hissedarlarından biri; hatta birçok uluslararası şirkette de aynı konumda. Ayrıca tüm dünyada, şirketlerin ve devletlerin en büyük kredi sağlayıcılarından biri. Şirkete ait olan Aladdin teknoloji platformu, global yatırım sektörüne altyapı sağlıyor. Larry Fink bugün Wall Street’in tartışmasız kralı. 35 yıl önce kurduğu küçük tahvil yatırımları firmasını eşi benzeri görülmemiş devasa bir finans imparatorluğuna dönüştürmeyi başardı.
Peki, Fink nasıl bu kadar büyüdü? Financial Times gazetesinde 2021 yılında yayınlanan analize göre, finans devi olmak Fink’in yıldızında pek de yazılı değildi. Fink 2 Kasım 1952’de doğdu ve Los Angeles’ın San Fernando Vadisi’nde sıradan bir mahalle olan Van Nuys’ta büyüdü. Babasının bir ayakkabı mağazası vardı, annesi ise California Eyalet Üniversitesi’nin Northridge kampüsünde İngilizce profesörüydü. Larry akademik olarak ağabeyi kadar başarılı değildi, bu yüzden babasının dükkanına yardım etmek zorunda kaldı.
Fink, UCLA’da siyaset teorisi bölümüne girdi. Bazı temel ekonomiler dışında, son sınıfına kadar hiçbir iş eğitimi almadı, bir hevesle emlak üzerine bazı yüksek lisans derslerine kaydoldu ve bağımlısı oldu. Ancak UCLA’nın işletme fakültesinde MBA yaptıktan sonra emlak geliştirme hayali söndü. Para kazanmak dışında ne yapmak istediğine dair kesin bir fikri olmayan dönemin pek çok parlak genci gibi Fink de uzun saçlı ve lise aşkı ve müstakbel eşi Lori tarafından kendisine hediye edilen turkuaz bir bilezikle Wall Street’e doğru yola çıktı.
Goldman Sachs mülakatını geçemedi
En iyi yatırım bankalarından birkaç teklif aldı ancak Goldman Sachs ile yaptığı son mülakatta başarısız oldu. Fink bana “Yıkılmıştım ama sonunda bu bir lütuf oldu” diyor. Bunun yerine, 1976’da çalışmaya başladığı bir başka soylu firma olan First Boston’a gitti. Tahvil ticareti departmanına yerleştirildi ve gayrimenkul bilgisi göz önüne alındığında, esas olarak ipoteğe dayalı tahvil ticareti yapıyordu. Nadir bulunan bir yetenek olduğunu kanıtladı ve 1978’de departmanı yönetmeye başladı. Burada etrafına sıkı sıkıya bağlı, çalışkan ve son derece sadık bir birim kurdu.
Ekibinin çoğu Yahudi olunca Fink’in masasına ‘Küçük İsrail’ adını taktılar
Ekibinin çoğunun Yahudi olması, şirkette bazılarının Fink’in masasını “Küçük İsrail” olarak adlandırmasına yol açtı. 1970 ve 80’lerde İtalyanlar ve Yahudiler, First Boston gibi Wall Street firmaları tarafından hala kısmen dışlanıyordu. Müdürü, Yahudi bayramlarında herkes tatile çıktığı için Fink’ten o günlerde çalışacak bir “wop”u -İtalyan kökenliler için kullanılan ırkçı bir ifade- işe almasını söyledi. O kişi, Monticello’dan gelen ve işçi sınıfına mensup, Robert Kapito adında bir Wharton mezunuydu. İbrani takviminin yeni yılı Roş Haşanah zamanı, ekibin geri kalanı gibi Kapito’nun da Yahudi olduğu ortaya çıktı. Döneme has tatsız ve düşüncesiz yabancı düşmanlığına karşın, Fink özünde kavgacı ve hakkaniyetli bir yer olan First Boston’dan memnundu. Aslına bakılırsa, para kazandırdığınız sürece kim olduğunuza bakılmıyordu. Fink de çok para kazandırıyordu. Birçok tahvil tüccarından daha rasyonel biri olmasına rağmen, Fink’in egosu başarısıyla paralel büyüdü ve kibri bazı iş arkadaşlarını kızdırmaya başladı. Bir keresinde Crain’s gazetesine verdiği röportajda, “İğrenç biriydim” itirafında bulundu. Ne var ki Wall Street tevazudan çok başarıyı seviyor. Fink, First Boston tarihinin en genç bölüm müdürü oldu. Daha 31 yaşındayken, yönetim kurulunun en genç üyesiydi. Yapabileceklerinin sınırı yok gibiydi. Ama sonra o sınırlar başına yıkıldı. Sonraları yaptığı bir konuşmada, “Ekibimle birlikte rock yıldızı gibiydik. Yönetim bize bayılıyordu. CEO olma yolunda ilerliyordum” diyecekti. “Ama sonra açıkçası her şeyi batırdım. Çok fenaydı.”
Başarısızlıklarından ders çıkarmayı bildi
Ancak başarısızlıktan çok önemli dersler çıkardı. Birkaç yıl önce Shearson Lehman Hutton’dan yatırım bankeri Ralph Schosstein’le telefon üzerinden muhabbet kurmuştu. İkisi de genç yaşta parlamıştı ve genellikle sabah curcunası başlamadan önce, saat 6.30 civarında telefonlaşıp, finans piyasaları üzerine sohbet ediyorlardı. 1987 yılında bir Mart akşamı, şans eseri Washington-New York uçuşunda beraberdiler. Bu rastlaşma bir dönüm noktası oldu. İkisi de Demokrattı -Schlosstein, Wall Street öncesinde Carter yönetiminde Hazine’de çalışıyordu- ama daha ziyade iş memnuniyetsizliği ve yeni bir başlangıç yapma istekleri üzerine konuştular. Finansal menkul kıymet modellemesi yapacak, bunları bir portföyde toplayacak ve içerdikleri riskleri daha iyi analiz edecek bir şirket kurmak için plan yapmaya başladılar. Fink, First Boston’dan istifa ettikten birkaç gün sonra, titizlikle seçilmiş bir grubu yeni girişim hakkında konuşmak için evinde ağırladı. First Boston’dan mortgage masasındaki sağ kolu Kapito, portföy ürünleri bölümünün başarılı şefi Barbara Novick, bankanın birçok risk yönetim aracının tasarımcısı olan matematik deha Ben Golub ve şirketin en iyi tahvil analistlerinden Keith Anderson geldi. Schlosstein ise Shearson Lehman’dan en zeki mortgage tahvili uzmanları Susan Wagner’i ve ardından Hugh Frater’ı getirdi. Birlikte, modern teknolojiye ve daha sağlam bir risk yönetimine dayalı yeni bir tahvil yatırımları firması kurmaya karar verdiler. Ama başlangıç için para lazımdı ve Fink bağlantılarını yoklamaya başladı. Blackstone adında bir şirket özel sermaye sektöründe hızla yükseliyordu; şirketin sahipleri olan iki eski Lehman bankeri Steve Schwarzman ve Pete Peterson ile temasa geçti. Blackstone yeni girişimin yüzde 50 hissesi karşılığında ofislerini kullanıma açmayı ve 5 milyon dolar kredi vermeyi kabul etti. Blackstone markasının yükselişini fark eden Fink ve Schlosstein, kendi işletmelerini de onun peşine takmaya karar verdiler ve yeni şirkete Blackstone Financial Management (BFM) adını verdiler. BFM çok kıymetli bağlantıları sayesinde hızlı bir başlangıç yaptı. Şirket ilk altı yılında yaklaşık 23 milyar doları çekip çevirdi; sekiz kurucu ortağa 150 civarı çalışan eklendi. Tahvil piyasası hızını almıştı; Fink ve ekibi, emeklilik fonlarını şirkete çekmekte ustalaşıyordu. Ancak şirket ile Blackstone arasında dramatik bir kopuş yaşanacaktı. Fink sermayeden pay vererek çok sayıda kişiyi firmaya katmış; neticede Blackstone’un hisse oranı azalmış, Schwarzman duruma bozulmuştu. Hayal kırıklığına uğrayan Fink, sonunda BFM ile Blackstone’un ayrılması gerektiğine karar verdi. İlk iş olarak Blackstone Financial Management’in adı BlackRock olarak tescil edildi. Blackstone 1994 yılında BlackRock’taki hissesini 240 milyon dolara Pittsburgh’taki PNC Bankasına sattı; banka tüm para yönetim operasyonlarını aktardığı BlackRock’ı borsaya kote etti. Uzun süre konuşulan halka arz nihayet 1 Ekim 1999’da gerçekleşti; bu arada BlackRock yönetimindeki varlıklar 165 milyar doları bulmuştu. Ama halka arz işi fiyaskoya döndü. Merrill Lynch’in düzenlediği kotasyon, BlackRock’ı beklenenden çok daha düşük bir rakama, 900 milyon dolara değerledi. Fink tamamen vazgeçmeye niyetlendi, ama Merrill CEO’su David Komansky onu arayıp sert konuştu. Fink’e, “Sen ne halt ediyorsun?” diye bağırdı. “Halka arz işini yap. Önümüzdeki dört-beş yıl işini iyi yaparsan, bu miktarın bir önemi kalmaz, unutulup gider. Halka arz işini yap. İtlik yapma.”
Teknoloji borsası NASDAQ’ta Dot.com balonu patlayınca, BlackRock’ın tahvil odaklı işleri daha da parladı ve gerek istikrar gerekse dolgun, düzenli kazanç kovalayan yatırımcıları kendine çekti. Yani şirket artık rakiplerini satın almak için kendi hisselerini para olarak kullanabilecek, bu sayede müşterilerin kapısını çalmaktan ve sıfırdan yeni ekipler oluşturmaktan ziyade, satın alımlarla büyüyebilecekti. Yatırım sektörünün tarihi yanlış giden alımlarla doluydu; ama BlackRock borsaya girişini iyi kullandı ve dar kapsamlı bir tahvil yatırımı firmasından, dünyanın en büyük para yöneticisine dönüştü. Fink her zaman Kapito’ya sadık kaldı; bu konuda farklı düşünenler bile onun haklı çıktığını söylüyor. BlackRock’ın yükselişinin kilit sebeplerinden biri olarak, onun verimlilik konusundaki “manyakça” titizliğine vurgu yapılıyor ve Kapito’ya duyulan öfke, nahoş kararların genellikle ona kalmasına ve bu sayede Fink’i tartışmalardan uzak tutmasına bağlanıyor. İşin özüne gelince, ikisi BlackRock için yin-yang gibi: Bir tarafta gevezeliği ve gösterişli stratejileri seven uzun boylu, gözlüklü Fink, diğer yanda ise agresif, tavizsiz organizasyon ustası Rob Kapito.
‘Rob ile aralarından su sızmaz’
Eski bir BlackRock yöneticisi, “BlackRock’ta yapacağınız en büyük hata, ikisinden birini diğerine karşı kışkırtmak olur. Aralarından su sızmaz” diyor. “Larry olmasa Rob çok başarısız olurdu ama insanların anlamadığı şu; muhtemelen Rob olmasa o zaman da Larry tamamen başarısız olurdu. Tuzluk ve karabiberlik gibiler. Çok farklılar, ama birbirlerine uyuyorlar.” 2008’deki büyük finans krizinde Wall Street’teki rakiplerinden yabancı merkez bankalarına, hatta bizzat Amerikan hükümetine kadar herkes, sistemi çökme aşamasına getiren zararlı menkul kıymetlerin incelenmesi için BlackRock’tan yardım istemişlerdi. BlackRock kıdemli yöneticilerinden Rob Goldstein, Financial Times’a verdiği bir röportajda şunları söylemişti: “Kidder Peabody işini yaparken, röntgen cihazı gibiydik. Son kriz üzerinde çalışırken MR cihazına dönüşmüştük.”
BlackRock’ın mali kriz kaynaklı yıkımın büyüklüğünü tespit için ABD Hazinesi’ne ve ABD Merkez Bankası’na yardımcı olması, şirketin iktidara yakınlığına dair şikayetlere yol açtı. Aladdin’in eli kolu uzadıkça bazı düzenleyicilerin de siniri bozulmaya başladı ve farklı yatırımcıların aynı risk analiz platformunu kullanmasından doğan kaygılar arttı; bu durumun görüş çeşitliliğini baltalamasından korkuyorlardı. Ancak 2009 yılında Barclays Global Investors’ı (BGI) alma anlaşması ve ardından gelen muhteşem büyüme, Fink’i Wall Street’in zirvesine taşıdı. BGI’nin alınması perde arkasında endişeyle karşılandı. BGI merkezinin bulunduğu San Francisco’daki genel kanı, BlackRock’ın Batı Yakası tarzı inovasyon, dayanışma ve parıltıyla değil, şirket alımlarıyla iş büyüten bir dizi Wall Street tahvil tüccarından oluştuğuydu. Varlık yönetimi tarihindeki en büyük anlaşmayı bir kibir anıtına dönüştürmemeyi başarmak, zorlu bir görevdi. Entegrasyon sürecini yöneten Mark Wiedman, BlackRock’ın geleneksel “aktif” yatırım stratejileri ile BGI’nin indeksli pasif yatırım fonlarının kombinasyonu haline geldiğinden dem vurarak, “Bu hamle bizi gerçekten global bir firma yaptı ama aynı zamanda sektörde geri dönüşü olmayan bir noktaya getirdi” diyor ve şakayla karışık ekliyor: “16. yüzyıldaki din savaşlarına benzer derin ve yoğun teolojik tartışmaların fitilini ateşledi.”
‘BlackRock’ın yatırım alanında yaptıkları Henry Ford’un otomotivde yaptıklarına benziyor’
Ancak Hızlı ve Öfkeli filmlerindeki kaza sahnelerinden daha fazla birleşme ve satın alma fiyaskosu içeren sektörde, BGI hamlesi baş döndürücü bir başarıya dönüştü. Şirketin kurduğu hakimiyet esasen BlackRock’ın -FTSE 100 ve S&P 500 gibi bir piyasa değerlendirmesini takip eden pasif yatırım araçları olan- mevcut BGI endeksli yatırım fonlarını müthiş güçlendirmesinden kaynaklanıyor. Aslında BlackRock’ın yatırım alanında yaptıkları, Henry Ford’un otomotivde yaptığına benziyor: Kurulan finansal montaj hattında yapılan seri üretim, yatırımcılara verim konusunda rakipsiz ürünler sunuyor. 2014 Haziran’ında, iShares borsa yatırım fonu 1 trilyon dolar eşiğini aştı; Wiedman bu olayı Londra’da verilen bir partide, dolar desenli kumaştan yapılma “trilyon dolarlık takım elbise” giyerek kutladı. Ama şimdi bu müthiş eşik bile mazide kaldı. 2021’in yarısı geride kalırken, sadece iShares birimi, 3 trilyon doları aşkın bir parayı yönetiyordu. “Dünyanın sahibi” olarak da tanımlanan BlackRock’ın geliri geçen yıl yüzde 7 artarak 4,7 milyar dolara ulaştı. Şirketin şu andaki piyasa değeri ise 98,62 milyar dolar.