İtalyan Unicredit, Alman Commerzbank'la birleşme arayışında. İsviçreli UBS ise Credit Suisse'i bedavaya yuttuktan sonra bir dev haline geldi. Her iki operasyonun da başına kariyerlerine Amerikan yatırım bankalarında başlamış İtalyan bankacılar var.

Güzel ve yalnız ülkemizi, özellikle ekonomi, eğitim ve demografi konularında hep eleştiriyoruz ama bugün ülkemizin bankacılık sektörünün sermaye gücü bakımından dünya çapında ve özellikle Avrupa ile kıyaslandığında güçlü bir konumda olduğunu da kabul edelim.

Özellikle 2000’li yıllardan sonra sektörde stratejik gelişmeler oldu. Kemal Derviş ve ekibinin sektöre yönelik kurumsal adımları, onu takiben yabancı sermayenin sektöre çaplı girişi ve deneyimli lokal kadrolarımızın derin yönetme kabiliyetleri sayesinde, ekonomik çalkantılarımıza rağmen Türk Bankacılık sektörü güçlü bir çapa olarak durdu. Sermaye yapısı dışında sektörümüzü güçlü ve derin kılan faktörlerden bir diğeri de sektör aktörlerinin en büyük olanlarının (burada kastım kamu bankaları değil, özel bankalar) birer ulusal “şampiyon” rolünü eşit şekilde üstlenmiş olması. Ki, bu sektörün sağlığı ve operasyonel/finansal verimliliği açısından önemli olmuştur.

Avrupa’ya baktığımızda ise resim son 15 senedir oldukça farklı. Sermaye yapısı bakımından hep zayıf bir resim çizen Avrupa bankaları (İngiliz bankaları hariç) içinde bulundukları Avrupa Birliği havuzuna rağmen hep ulusal sınırlar içinde yüksek konsantrasyona sahip lokal “şampiyonlar” yaratmış, ancak bir türlü Avrupa Birliği seviyesinde “eşit-şampiyonlar” oluşturamamıştır. Amerika’daki federatif yapıya rağmen JP Morgan, CitiBank ve Morgan Stanley gibi Amerikan bankalarının global anlamda “üstünlük” sağlıyor olmasının en önemli nedenlerinden biri ülkelerindeki “eşit-şampiyon” konumları olmuştur. Bu anlamda Avrupa Birliği ülkeler-ötesi “şampiyonlarını” bir türlü yaratamadı ve dolayısıyla global anlamda da inatla muadillerine göre zayıf bir sermaye, kârlılık ve operasyonel duruşla güçsüz bir resim çizmeye devam etti. Sonuçta dünyanın sermaye piyasa değeri bakımından en büyük 25 bankası arasında tek bir Avrupa bankası mevcut değil.

İşte şimdi bu güçsüz resim biz bankacıların çok aşina olduğu ve piyasaya bomba gibi düşen Commerzbank atağıyla karşımıza çıkan İtalyan bankacı Andrea Orcel ile değişiyor. Onun için Avrupa’nın Jamie Dimon’u (JP Morgan’ın bugünkü CEO’su) deniyor. Sahiden de Avrupa’dan bir “Dimon” çıkacaksa eğer, Orcel bu vasfa layık az sayıdaki bankacılardan biri olabilir.

Karşımıza çıkan bir diğer aktör de yine İtalyan asıllı olan Sergio Ermotti. Orcel ve Ermotti birbirine çok benzeyen ama aynı zamanda tarzları çok farklı iki başarılı ve ihtiraslı bankacı. Her ikisi de aynı dönemde, genç bankacılık yıllarında Amerika’nın en büyük yatırım bankalarında uzun süre çalışıp kendilerini ispatlayarak kariyerlerinde ilerlemiş iki Avrupa kökenli bankacı.

Orcel namını Merrill Lynch’te Avrupa bankacılık sektöründe devasa ve oldukça karmaşık devir ve birleşme işlemlerine imza atarak saldı. Kendisiyle 2002-2006 yılları arasında Türkiye bankacılık sektörünün çok aktif olduğu dönemde keyifli ve yoğun İstanbul ziyaretleri yaptık. Çalışkan, teknik olarak çok donanımlı ve biraz kibirli Orcel özel diktirdiği takım elbiseleriyle oldukça karizmatik bir karakterdi. Beyaz saçları olmasa 60’ların ünlü yönetmen Federico Fellini’nin “La Dolce Vita” filmindeki İtalyan başrol oyuncusu Marcello Mastroianni’den pek farklı değildi.

Kısa sürede Merrill Lynch’te hem biz bankacılar, hem de müşteriler arasında bir efsane haline gelmişti. Ben Merrill Lynch’ten UBS’e geçtikten bir süre sonra o da UBS’e geçti ve orada da kısa bir dönem birlikte çalışma fırsatı bulduk. Ardından İspanyol Santander ile yaşadığı ve kazandığı hukuksal süreçten sonra (ki orada çok büyük bir kariyer riski almış ve ardından Avrupa mahkemeleri tarafından USD 75 M ile ödüllendirilmişti) İtalya’nın “hasta” bankası Unicredit’in başına geçti. Geldiği tarihten itibaren bankanın tüm finansal ve operasyonel verileri rekor seviyelere ulaştı ve sermaye değeri üç katına çıktı.

Orcel’in iki hafta önceki hamlesine dönersek, deyim yerindeyse bombanın pimini çekti, şimdi bekliyor. Unicredit’in Almanya devletine ait Commerzbank’ta oluşturduğu yüzde 21’lik (direkt ve dolaylı) hisse pozisyonuyla regülatöre “ben artık çok geç kalınmış Avrupa bankacılık konsolidasyonunu başlatmaya hazırım” mesajını açık şekilde verdi.

Bugün Unicredit tek başına Avrupa’nın en büyük 10 banka listesinde değil fakat bu sınırlar arası birleşmeyle ilk 10’da yerini alabilir.

İki bankanın birleşmesi operasyonel ve finansal olarak mantıklı, çünkü Unicredit’in kendisinden yaklaşık üç katı küçük ve kârlılık ve verimlilik kıstaslarında geride olan Commerzbank ile birleşmesi önemli sinerjiler yaratacaktır. Mario Draghi yönetimindeki Avrupa Merkez Bankası böyle mantıklı çapraz sınırlar ötesi birleşme senaryolarını hep desteklemiştir ama Alman işçi sendikaları ve Berlin istihdam üstündeki etkisini göze alarak şu an itibariyle direnç gösteriyor. Zaten Başbakan Scholz düzeyinde memnuniyetsizliklerini hemen belli ettiler.

Ermotti ise Amerika yatırım bankacılığı ekolünden mezun olduktan sonra kendini İsviçre ekolünde buldu. İlk önce Credit Suisse, ardından UBS’te uzun süre ter döktü. Geçen sene UBS’in Credit Suisse’i kurtarma operasyonunu gerçekleştikten sonra UBS Yönetim kurulu tarafından UBS CEO’su olarak yeniden göreve getirildi. İsviçrelilerin nezaketi olsa gerek, Ermotti hem yönetim, hem de ‘giyim tarzı’ olarak rahat bir karakter çizdi. Başa geldiğinden beri, ki bunda UBS’e bedavaya yakın eşantiyon olarak hediye edilen Credit Suisse ve onun bilançosunun da büyük etkisi var, UBS’in hisse fiyatı çok yol kat etti ve getiri/sermaye rasyoları daha sağlıklı seviyelere geldi. Ilıman mizacıyla Ermotti’yi de yine 60’lı yılların ünlü İtalyan komedi aktörü Alberto Sordi’ye benzetiyorum bazen.

Bugün işte iki İtalyan kökenli (Ermotti İsviçre’nin İtalyan bölgesinden, Orcel ise Romalı), Amerikan yatırım banka ekolü öğrencisinin gizliden gizliye gerçek ve ilk pan-Avrupa banka “şampiyonu”nu yaratma yarışını izliyoruz. Her ikisiyle de yakından çalışma fırsatına erişmiş bir bankacı olarak bence bu yarışta Orcel’li Unicredit bir adım önde. Kendisi üç senedir bankayı içten içe toparlayıp atağa geçirdi ve Avrupa/Alman regülatörlerini gafil avlayarak hızlı bir adım attı. Ermotti ise Credit Suisse alımının baş ağrılarıyla uğraşmaya devam ediyor ve UBS’teki hissedarlarına bu birleşmenin getirmesi gereken operasyonel ve finansal sinerjileri yakalama sürecinin henüz ilk etabında. Ayrıca İsviçre regülatörü zaten Avrupa’nın en büyük 10 bankasından biri haline yeni gelmiş UBS’in Avrupa’da yeni bir alım veya birleşme macerasına şüphe ve rezistans ile yaklaşacaktır. Ama ona kalsa Ermotti yarın Barclays Bank veya orta ölçekli İspanyol bankalarından biri için atağa geçmeye hazır.

Bu arada BBVA’nin yönetim kurulu başkanı Carlos Torres Villa dün Financial Times’ta Avrupa’daki “konsolidatif” rüzgarların Avrupa ekonomisine kazandıracağı potansiyel katma değeri anlatan güzel bir yazı kaleme aldı. Değerli makalesinde “şampiyonluğun” yani ölçeksel ve bölgesel büyüklükte bankacılığın kârlılık, dijital ve inovasyona yatırım kabiliyeti ve gerçek ekonomiye kaldıraç konularında avantaj sağladığının üstünde duruyor. Yani bir anlamda, kendisi, gururumuz Onur Genç’in CEO olduğu BBVA’in de bu filmde sesiz kalmayacağı sinyalini çok net şekilde verdi.

Bakalım bu yarışı kim kazanacak, Mastroianni mi yoksa Sordi mi, hep birlikte göreceğiz. Film dünyasında yarışı Mastroianni kazandı dersek haksızlık etmiş olmayız diye düşünüyorum, ne de olsa hepimizin zevkle izlediği “8 ½” ve “La Dolce Vita” filmlerinde rolüyle hep aklımızda kaldı. Mastroianni’ye kariyerinin sonuna doğru bu soru yöneltildiğinde asilce şöyle cevap verir:

“Kazanan olmadı, çünkü ikimiz de kariyerlerimizde Sophia Loren ile başrol oynama doyumuna ulaştık.”

Aynı cevap belki bugün Orcel ve Ermotti ikilisi için de geçerli. Avrupa bankaları konsolidasyona giderken bu iki iddialı “aktörün” birbirleriyle çekişmesinde kazanan şüphesiz Avrupa bankacılık sektörü olacaktır.

Bu filmi heyecanla hep birlikte izlemeye devam edelim.

Kaynaklar: Financial Times, Wall Street Journal, S&P Global Banks ve The Criterion Collection.

Emre K. Mimaroğlu- Yirmi yıllı askın yatırım bankacılığı kariyerinde küresel yatırım bankalarında üst düzey mevkilerde bulunmuş ve Gelişen Ülkeler (ve Türkiye) de birçok büyük halka arz, finansman, devir/birleşme işlemleri gerçekleştirmiştir. Şu anda kendi yatırım ve danışmanlık şirketini yönetmektedir. https://www.linkedin.com/in/emre-k-mimaroglu-7772797b