Amerikan bankası JPMorgan’ın geçen hafta “Küçük tutarlarla TL’ye yatırım yapın” önerisinde bulunması sizin de aklınıza bir kurt düşürdü mü? Yoksa JPMorgan’ın bir bildiği mi var?
Aslında bir şey bildiği filan yok, çok kısa vadede küçük bir olasılık haklı çıksa bile, JPMorgan ne derse desin orta ve uzun vadede dolar yükselmek zorunda. Bu Allah’ın emri değil ama makro ekonomik dinamiklerin emri.
Bir para biriminin değerini belirleyen faktörler arasında enflasyon, cari denge, yabancı sermaye yatırımları, ekonomik büyüme gibi parametreler yer alır. Enflasyon bunlar arasında özellikle önemli. Bir ülkenin para birimi, ticaret ortaklarıyla arasındaki enflasyon farkı kadar er-geç değer kaybeder. Aksi takdirde ithal ürünler o ülkede üretilen yerli ürünler karşısında rekabet avantajı kazanır.
Öyle ya, yerli sanayici maliyetlerindeki artışı yani enflasyonu fiyatlarına yansıtmak yani zam yapmak zorunda. Diyelim ki yurtiçinde yüzde 80 enflasyon var, yerli sanayici ürettiği mala yüzde 80 zam yaptı. Herkes zam yaptığı için ilk bakışta rekabet koşullarında değişen bir şey yok gibi görünüyor. Ama bir de ithal ürünler var. Aynı dönemde para birimi (örneğimizde TL) enflasyon kadar değer kaybetmezse ithal ürünlerin fiyatı yerli ürünler kadar artmaz. Yani fiyat açısından daha avantajlı hale gelirler. Yurtiçindeki tüketiciler Çin’den ithal edilen malları yerli ürünler karşısında tercih etmeye başlar. Ekonomisi turizme, kumara dayanan küçük ada devletleri dışında hiçbir ülke buna dayanamaz.
Aynı şey sadece yurtiçindeki tüketici için değil yurtdışındaki tüketici için de geçerli. Maliyetleri artınca yerli sanayicinin zam yapmak zorunda kaldığını gördük. Yerli sanayicinin bir bölümü ihracat da yapıyor, yurtdışına sattığı malların fiyatı ne olacak? Eğer Türk Lirası maliyetlerdeki artış kadar değer kaybederse ihracatçının malının fiyatı döviz cinsinden sabit kalır. Yani TL cinsinden zam yapar ama dolar veya euro olarak aynı fiyata satmaya devam eder. Peki Türk Lirası, maliyetlerdeki artış yani enflasyon kadar değer kaybetmezse? O zaman ihracatçı döviz cinsi fiyatına da zam yapmak zorunda.
İyi ama her ülkede Türkiye’deki gibi yüzde 60-70-80 enflasyon yok ki. Türk ihracatçıların Polonya’daki, Vietnam’daki rakiplerinin fiyatları değişmedi, sabit kaldı. Almanya’daki, İngiltere’deki müşteri bir Türk şirketinin zamlı fiyatlarına baktı, bir de Polonya’daki şirketin zamsız fiyatına… Ve sözleşme süresi dolunca artık Türkiye yerine Polonya’dan almaya karar verdi.
Demek ki, ihracatın çökmemesi için de kur artmak zorunda. Bu olmazsa ithalat artar, ihracat düşer, yerli sanayici kepenk kapatır, işsizler ordusuna yüzbinlerce yeni kişi katılır.
Türkiye’de son yıllarda yaşanan zaten bu. Seçim öncesinde rezerv satışlarıyla döviz baskılandığı, doların 20 TL’yi geçmesine izin verilmediği için ihracatçılar büyük sıkıntıya girdi. Hazır Giyim ve Konfeksiyon Sektör Meclis Başkanı Şeref Fayat geçen hafta yaptığı açıklamada, seçim öncesi mayısa kadar kurun 20’nin altında tutulmasının kış aylarında siparişlerini rakiplerine kaptırmalarına sebep olduğunu belirterek, “Rakiplerimizle bizim aramızdaki fark yüzde 15-20 iken bizden alışveriş yapmak çok cazipti ama bu fark yüzde 40’a çıkınca siparişler rakiplerimize gitti. Kaybettiğiniz siparişleri yerine koyamıyorsunuz” diyordu. Fayat’a göre son bir yıl içinde hazır giyim ve tekstilde 135 bin kişi işsiz kaldı, yıl sonuna kadar işsiz kalanların sayısının 175 bin civarına yükseleceğini öngörüyor. “Ekonomisi turizme, kumara dayanan küçük ada devletleri dışında hiçbir ülke buna dayanamaz” derken bunu kastediyordum.
Yazının başlığında “Doların yükselmesi neden kaçınılmaz?” diye sormuştum. İlk nedenini gördük: Enflasyon. Ama bir de cari açık var. O da zaten enflasyonun sonucu.
Eğer bir ülkenin parası ticaret ortaklarıyla arasındaki enflasyon farkı kadar değer kaybetmezse ne olur? Yukarıda gördük, ithalatı artar, ihracatı azalır. Yani dış ticaret açığı büyür. Bu da cari açık demek. Cari açığı kapatmak için bir yerlerden döviz bulunmak zorunda.
Eğer cari açık veren ülke yabancı sermayenin sevdiği, doğrudan yabancı sermaye yatırımı veya en azından kısa vadeli yatırım yapılan bir yerse sorun yok. O zaman zaten yurtiçinde döviz bollaşacağı için TL üzerindeki değer kaybı baskısı azalır.
Ama ya o ülke ne doğrudan ne kısa vadeli yabancı sermayenin sevdiği bir ülke değilse? Dünyayla kavgalıysa? Ev almaya gelenler dışında ciddi bir yabancı sermaye girişi olmuyorsa?
O zaman cari açığı kapatmak için ya dış borç almak ya da Merkez Bankası’nın rezervlerini kullanmak zorunda. İlki çoğu zaman tefeci faizinden borçlanmak demek, ikincisi ise ödemeler dengesi krizi riski.
Türkiye’nin 12 aylık birikimli cari açığı 60 milyar dolara yakın. Bu çok yüksek bir tutar, kapatılmak zorunda. Nasıl kapatılacak? Biraz önce gördük, ihracatı artırıp ithalatı azaltarak. Onun da nasıl yapılacağı belli: Kur artışıyla.