SELİM TÜRSEN
Bu yıl Davos Zirvesi “parçalanmış bir dünyada işbirliği” temasıyla toplanmıştı. Önünü göremeyen dünyanın sorunlarına devlet adamları, uluslararası örgütler ve şirketlerin başkanları çare aramaya çalışırken Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Kristalina Georgieva “Hey uyanın artık “diyerek hayli ses getiren bir çıkış yapmıştı. IMF Başkanı Dünya Ekonomik Forumu’nda son yıllarda artan uluslararası ticari korumacılık eğilimlerini eleştirerek katılımcılara “Hey uyanın artık. Küresel işbirliği biter, korumacılık artarsa eski yoksul günler geri gelir” diyordu.
Dünya ticareti çökerse küresel üretimin yüzde yedi azalacağını söyleyen IMF Başkanı, bunun 7 trilyon dolarlık kayıp anlamına geleceğini belirterek “Küreselleşmeyle son 30 yılda gelişmekte olan ülkeler üç kat büyüdü. Dünyada 1 milyar 300 milyon kişi aşırı yoksulluktan kurtuldu. Akıllı olalım. Küresel işbirliğini bırakıp korumacılığa geri dönmeyelim. Hâlâ bir şeyler yapma şansımız var” diyordu.
40 yıldır dünyaya hakimdi
İzmir İktisat Kongresi’nde Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çağlar Keyder’in sunumu Kristalina Georgiva’nın korumacılık konusundaki kaygılarında haklı olduğunu gösterdi. Ama sunumun daha da dikkat çekici olan bölümü, 80’li yılların başından beri dünyaya hakim olan neoliberal düzenin ve dengelerin de artık geri dönme noktasına geldiği tespitini yapmasıydı. Bakın Prof. Keyder kongrede yaptığı sunumda neoliberalizmden geri dönüş ve korumacılıktaki artışın nedenleriyle ilgili görüşlerini nasıl açıkladı:
Geri dönüş noktasına gelindi
“Bütün dünyanın yeni bir kulvara geçtiği dönemdeyiz. Neoliberalizm devleti olabildiğince küçültmek isteyen, devlete karşı olan bir ideolojiydi. Sosyal politikaları küçültmeye çalışıyordu. Sermayeyi her zaman çalışanın karşısında düşünürüz ama esas olarak devlete karşıdır. Sermaye boşluk bulduğunda devleti küçültmeye çalışıyor. Neoliberal dönem bunun uç bir örneği. Devletin kaynaklarını, devletin kurduğu kuruluşları almak gibi. Bunu büyük ölçüde başardı. Türkiye’de de Özal döneminde büyük bir özelleştirme akımı ile bu yapıldı. Devletin sermaye tarafından 80’lerde düşman olarak alınması sonucu devlet yenildi. Eskiden yaptığı birçok şeyden vazgeçmek zorunda kaldı. Genelde Avrupa ve bizim gibi ülkelerde devleti ortadan kaldırma projesi başarıya ulaştı.
Bugünkü dünya konjonktüründe ise 30-40 yıldır devam eden neoliberal düzenin ve dengelerin geri dönmesi noktasına geldik. Çünkü neoliberal düzen kendi içindeki çelişkilerden değil iklim değişikliği gibi olaylardan büyük sorunlar yaşamaya başladı. Yoksulların daha fazla yoksullaşması, işçilerin kaybetmesi gibi konular da var. Bunların hepsi birleştiğinde geriye dönüş noktasına geldiğimizi düşünüyorum.
Dönüm noktası 2008 krizi
Artık neoliberal dönemlerin kurumları sorgulanmaya başladı. Dönüm noktası ise 2008 yılı oldu. 2008 deki büyük krizde bankaların çökmesi ve bunun sonucunda borçlanmaların ortaya çıkması, bunun ardından gelen kısıtlama, devletin daha fazla tasarruf yapmak zorunda olması, finans sektörünün yeniden yapılması… Bunların hepsi yoksullaşmayı, daha da sertleşmeyi, kutuplaşmayı ortaya çıkardı.
Bazı devletler neoliberal düzenin koşullarını değiştirmeyi başardı. Örneğin ABD 2008’den sonra kendi kurduğu Dünya Ticaret Örgütü’nü tanımamaya başladı. Bunun yerine ikili anlaşmalarla olayı idare ediyor. Değiştirilemeyeceği sanılan neoliberalizm yerine çok daha müdahaleci uygulamalar başladı. Bunun bir nedeni Uzakdoğu’nun daha hızlı birikim yapması, Hindistan’ın, Çin’in büyüme endekslerinde daha yüksek çıkması. Bu gelişmeler “Oralarda olup bitenler daha mı cazip ?” soruları yarattı. Biz liberal ekonomiyi temsil ediyoruz ama oralarda liberal olmayan devletin çok daha içinde olduğu bir ekonomi var. “Bu yöntem daha mı başarılı?” soruları tartışılmaya başlandı. “Liberal ekonomi ısrarında acaba yanlış mı yapıyoruz?” düşünceleri ortaya çıkmaya başladı. Bütün bunlar 2008 sonrasında başlayan sorunlardı. İklim değişikliği, çevre olaylarıyla dünya ekonomisinin bütününde kaygılar ortaya çıkmaya başladı. Ve devlet iklim krizi gibi tehditlere karşı sorumluluğunu alsın, bir şeyler yapsın beklentileri başladı.
En büyük etken Covid 19 salgını
2008 sonrası büyüyen tedirginlikte en büyük etken Covid salgını oldu. Hiç kimsenin ne yapacağını bilmediği bu olaya ancak devlet mücadele edebilir, ancak devlet aşıları tedarik edebilir, ancak devlet maskeleri tedarik edebilir beklentisi oluştu. Liberalizmin ya da neoliberalizmin söylediği gibi her bireyin kendi başının çaresine bakamayacağı ortaya çıktı. Devletin bir şeyler yapmasını zorlayan bir durum ortaya çıktı. Devletin aşıyı da bulması gerekiyor, hammaddeyi de tedarik etmesi gerekiyor. Aşıyı kendisinin yapması, Hindistan’a, Çin’e mecbur kalmayalım eğilimi ortaya çıkıyor. Dolayısıyla devletin daha etkin olduğu bir dönem başladı. Devlet, artık yeni şekilde düşündüğümüz devlet olmaktan çıkıp eski şekildeki gibi en başat görevi yaşam koşullarını ayakta tutmak olan devlet oldu.
Bloklaşmayla tedarik zincirleri korunacak
Covid sırasında ortaya çıkan bir başka gerçek, tedarik zincirlerinin çok önemli olduğunun anlaşılması oldu. Neo liberalizm, “Piyasaya çıkarsınız, nerede ucuz, nerede kaliteli bulursanız onu alırsınız” der. Vietnam’dan, Çin’den, Meksika’dan almak fark etmez. Ama Covid’le beraber tedarik zincirlerinin güvende olması önem kazandı. Tedarik zincirlerini güvende tutmak için ülkeler bloklaşma düşüncesine girdi. Onun için tedariklerin sadece dostlardan alınması eğilimi başladı. Böylece dostlarla ilişki geliştirilip güvence sağlanabilecekti. Covid sırasında artık dünya piyasası diye bir şey olmayacak görüşü yayıldı. Mesela Avrupa ülkeleri birbirleriyle alışveriş yapacak. Amerika’daki ülkeler benzer şekilde.
Millet ittifakı tarafını seçti
Türkiye gibi ülkeler ise arada kalacak. Bunun getirdiği bir tedirginlik de söz konusu. Son siyasi durumda örneğin Millet İttifakı’nın “Biz AB hedefini sürdüreceğiz” açıklaması bence çok önemli. Uzun zamandır hangi ittifakın içinde olduğumuz belli değildi. Ne tarafa yöneleceğimizi bilmiyorduk.
Bloklaşma korumacılığın başlangıcı
Bloklaşma ve tedarik zincirlerinin dostlara verilmesi bir korumacılık başlangıcı. “Bundan almayıp ondan alacağız, şu şekilde olursa ticarete devam edeceğiz” gibi bu zamana kadara neoliberalizm tarafından tamamen reddedilen korumacılık olayı, merkantilizm olayı neo merkantilizm birden meşrutiyet kazandı. Trump’ın ABD’de iktidara gelmesi de bununla çok ilgiliydi. Trump “Birçok ürünü ithal ettiğimiz için ABD’deki işçilerin ücretleri azaldı, işerini kaybettiler. Halbuki aynı ürünleri onlar da yapabilirdi” diyordu. Bu talep ilgi gördü.
Biden da Trump gibi
Trump gittikten sonra yerine gelen Biden aynı şeyi çok daha büyük ölçekte yapmaya başladı. En son çeşitli sanayilerden 50 milyar dolarlık yatırımı ABD’ye getirmek için çalışmalara başladı. Bu aslında Biden’ın teknoloji açısından Çin’in gerisinde kalmama amacını güdüyor. Bu yeni bir soğuk savaş dönemi başlatıyor. Bu soğuk savaşın esas amacı korumacılığı çok daha fazla güçlendirmek.
Türkiye’de de devlet güçlenmeli
Türkiye’nin de bir dönüm noktasında olduğunu ve bu ortamda yeni bir kulvar aramasının normal olduğunu anlatan Keyder, bütün bu sorunlara yönelik çözüm önerilerini şu şekilde özetledi:
“Dünya konjonktürüne uygun şekilde Türkiye’de de aynı dönüşüm mümkün. Somut olarak devletin güçlenmesi lazım. Sadece mali anlamda güçlenmesinden söz etmiyoruz. Devlette çalışma istenilen, arzulanan bir şey olmalı. Saygın bir şey olmalı. Eğitimli insanların yurt dışına gitmesini engellemek lazım. Genelde liyakat olayı önemli. Bütün bunları ayakta tutacak olan nihayetinde bir zihniyet meselesi.”
Evet Prof. Keyder önümüzdeki dönemi böyle görüyor. Bakalım dünyada korumacılıkta ipin ucu kaçıp IMF Başkanı’nın korkuları gerçekleşecek mi? Sermaye ile devlet arasındaki çekişmede orta yolda buluşup güçler eşitlenebilecek mi?