Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran, Antalya’da düzenlenen Uluslararası Resort Turizm Kongresi’nde basın mensupları ile bir araya geldi. Aran gazetecilerle yaptığı sohbet toplantısında bu yıl bireysel kredi kartlarında geri ödemelerde çok ciddi bozulma gördüklerini belirterek “Kredi kartlarında takibe düşen alacaklar 31 Aralık 2023-31 Ekim 2024 itibariyle yüzde 200 arttı” dedi. Bunun çok net bir şekilde ücretli kesimdeki kredi bozulmasını gösterdiğini vurgulayan Aran, “Ama buna karşılık ticari kredi tarafında artış yüzde 23 oldu. Yıl boyu yaşanan enflasyona baktığınızda bu oran son derece makul görünüyor. Ticari taraf bir önceki politikanın para biriktireni olduğu için 2024’te çok iyi kaldı, ama 2025 yılında bu kadar iyi kalamaz. 2025 yılında onlar da genel sıkılaşmalardan nasibini alacak” diye konuştu. Aran sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bireysel tarafta zaten alarm veren noktalardayız. Onun çok devam etmemesi gerekiyor. Onların da normalleşmesi gerekiyor. 2025 yıl sonunda bireysel ve ticari olmak üzere bankacılık sektöründe takip oranı bireyselin yukarı çektiği, ticarinin aşağıda olduğu yüzde 2,5’lik bir ortalamada gerçekleşebilir. Şu anda bu oran yüzde 2’nin altında. Sadece bireysel taraf ise yüzde 3’e dayanmış durumda. 2025 sonunda bireysel tarafın yüzde 7’ye de çıkabileceğini düşünüyorum. Bireysel kredi portföyü bizde ticari kredi portföyüne oranla az olduğu için, (yüzde 75 ticari yüzde 25 bireysel) genel kredi portföyünü bozmuyor.”
‘KOBİ’leri zorlu bir yıl bekliyor’
Türkiye için şu anda en büyük riskin jeopolitik sorunların büyüme ihtimali olduğunu belirten Aran “Ekonomi için içsel bir risk görmüyorum ancak 2025’te birçok şirket zorluk yaşayacak. Likidite sıkışıklığı yüzünden satın alma ve birleşmeler artacak” dedi. Hakan Aran 2025’te faiz indirimi ve enflasyonda düşüşe rağmen pek çok şirketin nakit akımında zorluk yaşayacağını vurgulayarak “Çok fazla sayıda satın alma göreceğiz. Satın almalar ve birleşmeler için bolca fırsat yılı. Likidite sıkışıklığını aşmaları kolay olmayacak. Özellikle tekstil sektörü bozulan sektörlerin başında geliyor. Büyük sanayi kuruluşlarında çok zorluk beklemiyorum ama küçük ve orta boy işletmelerde (KOBİ) sorunların olma olasılığı var. Sanayi sektöründe küçük ölçekli işletmelerin nakit akımını yönetmede biraz daha zorlanabildiğini, büyüklerin üzerindeki yükü onlara yıktığını görüyorum. Küçük işletmelerin dikkatli olması gerekiyor. Sanayi sektörüne üretim yapan işletmeler bu bahsettiğim sıkışıklıktan nasibini alabilirler” diye konuştu.
‘Faiz ve enflasyon 2025’te yarıya düşer’
Politika faizinin Aralık 2025’te yüzde 50’den yüzde 25’e inmesini beklediğini belirten Aran “50’den 25’e indiği, enflasyonun da 44’ten 22’ye indiği bir yolculuk. Bunun hepimize nefes aldıracak bir süreç olacağına inanıyorum” dedi. Aran şunları söyledi:
“Yıla yıl sonu enflasyonunun yüzde 42 olacağını söyleyerek başlamıştım, şimdi yüzde 44 olacağını düşünüyorum. İki puanlık sapma olabilir ama bu bile yüzde 85 enflasyonun olduğu dönemde hayalcilik olarak görülmüştü. Konsensus oluşmaya başladı. Önümüzdeki yıl sonu için de yüzde 24-26 arasında bir yerde enflasyonun seyredeceğini öngörüyorum. Dolayısıyla düşük değil, arzu ettiğimiz nokta değil, ama yüzde 90 ile de karşılaştırılmayacak bir nokta olduğu için desteklenmesi gereken, bedel ödemeye devam etmemiz gereken ve herhangi bir şekilde geriye dönüş olarak algılanacak adımların atılmaması gereken bir noktadayız. İşlerimizin iyi gitmesi için, bu işlerin başladığı hatırlarsanız. İşlerimizin arzu ettiğimiz şekilde iyi gidebilmesi için mutlaka enflasyonun kontrolünü sağladığımız, Türkiye’de yüzde 17 olan enflasyonu yüzde 19 politika faizi ile yönetebildiğimiz noktalara dönmemiz gerek. O dönemde yüzde 19 olan politika faizini hiçbir şey gözetmeksizin indirerek yüzde 17’lik enflasyonu indireceğimizi düşündük. Ve bu yola öyle başladık. Bu da enflasyonun yüzde 85’e çıkmasına, kontrolü kaybetmeye ve 8 lira olan dolar kurunu bugünlere getirmeye vesile olan yolculuğu başlattı.”
‘Şu anda yaşadığımız tablo bir hayaldi’
Bu yıl olumsuz bir sürprizle karşılaşmadıklarını vurgulayan Aran sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dolayısıyla böyle bir yılda nasıl bir bedel ödediğimizi bilmemiz gerekiyor ki kıymetini bilelim. Geçen sene 2024 yılı ile ilgili güzel şeyler söylediğim için eleştirilmiştim. Şu anda yaşadığımız tablo bir hayaldi. Kur seviyelerinin burada olacağını söylediğim zaman, böyle bir öngörüde bulunduğum zaman sanırım benden başka inanan yoktu. 2024 yılında hem kurdaki gelişme yanıltmadı hem yabancı para kredi ile turizm sektörünü destekleyebilmemiz yanıltmadı. Geçen sene 2024’e ilişkin umutlu olmamın sebebi, akıl dışı olarak nitelendirebileceğim bir politikanın yerine Türkiye’de yeniden fiyat istikrarını sağlamaya yönelik bir politikanın başlamasıydı. Bunun tabii ki yan etkileri olur. Ama en azından fiyat istikrarı konusunda yapılan bir mücadelenin sonunu öngörerek, kurda ne olacağını, faizde ne olacağını bilerek pozisyonunuzu buna göre alabilirsiniz. Bunu bilmek demek kârlılıkların devam edeceği anlamına gelmez. Şu an kârlılıklar çok ciddi baskı altında. Ama her sene de kâr etme yılı olmayabilir. Ticari hayatta bazı yıllar vardır, işin dönmesi önemlidir, eve ekmek götürmek önemlidir. Kâr sıklıkla önemlidir işletmelerin büyümesi verimliliği için ama ülke olarak yanlış bir şeyler yaptıysak ve düzeltmek için yola çıktıysak, düzelene kadar tüm taraflar üzerine düşeni yapıp, bedelini ödeyip, düzeldikten sonra tekrar önümüze bakarız. 2024 böyle bir yıldı.”
Aran bu yıl ekonomide düzelmenin enflasyonla mücadele konusunda başladığını ancak arzu edilen hızda ve etkinlikte gidemediğini de vurguladı:
“Çünkü ülke olarak biz enflasyonla mücadele konusunda çok başarılı bir ülke değiliz. Ama tersine yüksek enflasyonla uzun yıllar yaşayabilen ve bunu da dert etmeyen bir ülkeyiz. O nedenle genlerimizde enflasyonla mücadelede bir an önce sonuç almak yerine, enflasyonu özümseyip yüksek enflasyonla nasıl baş ederiz konusuna daha yakın bir genetiğimiz var, o açıdan kolay gitmiyor. Buna rağmen geçen seneyle kıyaslandığında yavaş da olsa sonuç alınabildiğini görmek iyi.”
‘Ay sonunu getirememe problemi var’
Türkiye’de gelir dağılımının çok bozulduğunu vurgulayan Aran “Ciddi bir gelir dağılımı adaletsizliği ve ay sonunu getirememe problemi var” dedi. “Asgari ücret konusunda kendimi masada oturan taraflardan birinin yerine koyup, bu masada olsam ne olurdu diye sorduğumda cevap veremiyorum” diye konuşan Aran şöyle sürdürdü:
“Bu masanın bir oran üzerinde uzlaşma ihtimali yok. Asgari ücretli, sabit ücretli, emekli kesimi bu politikalardan dolayı çok örselendi. Böyle bir ortamda asgari ücretli kesimin beklentisini anlayabiliyorum. Diğer tarafta rekabet etmek, çalışanlarına ücret verirken aynı zamanda işletmesini devam ettirmek isteyen işveren var. İçinde bulunduğumuz konjonktürden dolayı işverenin de rekabet gücü gittikçe zayıflıyor. Bu kolay bir denklem değil. O yüzden tek seferde ‘asgari ücret artış oranında şu oldu, herkes bunu kabul etsin’ diyerek kalkılabilecek bir masa değil. Mutlaka kamunun imkanları ile oradaki oranın yanında ya işveren ya asgari ücretli ya da ikisi birden başka şekillerde desteklenmeli. İçinde bulunduğumuz ortamda bir işletmenin rekabetçi olarak ayakta kalıp devam etmesi için üzerindeki yükler hafifletilmeli. Diğer tarafta da vatandaşın artık daha iyi hissedeceği şekilde ücretin yanında ne gibi ihtiyaçlar varsa kira, eğitim, diğer sosyal harcamalar gibi konularla beraber asgari ücret ele alınmalı. Öteki türlü asgari ücret sorusuna cevap veren herkes bir tarafın kalbini kırmış olur.”
“Enflasyonu sonuçta tek bir rakama indiriyoruz ama kira enflasyonu ayrı, turizmdeki enflasyon ayrı, restoranların enflasyonu ayrı, market enflasyonu ayrı. O yüzden hane halkının harcamalarının ağırlığı süpermarkette ise oradaki gıda enflasyonuna bakıyor ve gıda enflasyonu onun beklediği seviyede olduğunda o da enflasyon beklentisini tutturuyor. O nedenle sadece manşet enflasyona bakarak değerlendirme yapmamak lazım” diyen Aran kiranın şu anda Türkiye’nin çok büyük kısmının temel sorunu olduğunu vurguladı.
‘Ben de kiracı olarak evden çıkmak zorunda kaldım’
“Milyonlarca insan bir sonraki kira yılı geldiğinde ‘Ev sahibiyle ne konuşacağım’ kaygısıyla yaşıyor” dedi. Kira sorununu bir vatandaş olarak sonuna kadar hissettiğine dikkat çeken Aran “İş Bankası Genel Müdürü olarak ben de kiracı olarak evden çıkmak durumunda kaldım, ne anlama geldiğini biliyorum” dedi. Birkaç yıl önce Fenerbahçe’de 12 bin liraya oturduğu evin kirası 75 bin liraya çıkarıldığı için taşınmak zorunda kaldığını vurgulayan Aran sözlerini şöyle sürdürdü:
“O kadar acı bir tablo ki verdiğimiz maaşlar işveren olarak yetmiyor. Çünkü artık maaşın en az yarısı kiraya gidiyor, dörtte birinin kiraya gitme ihtimali de var. Eskiden alıştığı yerde, sosyal statüsünün bulunduğu semtlerde, mahallelerde değil, oradan çıkıp yol masrafına katlandığı, daha uzak noktalara gittiğinde bile böyle oluyor. Çünkü insanların eskiden oturduğu yerlerde oturmaya devam etme imkanı kalmadı. Bu çok önemli bir sorun. Şehirlerin dışına çıkma, kiranın önemli bir gider olması insanların enflasyon beklentilerini de bozan bir durum. Bu dengenin sağlanması için toplumsal olarak bir sorun yaratmış durumdayız. İnsanların oturabileceği yerdeki bir evin sahibi olması konusunda politika geliştirmemiz gerekiyor. Çünkü insanların artık eskiden oturduğu yerlerde oturmaya devam etme imkanı kalmadı. Bu çok önemli bir husus. Beyaz yakalılar şehir merkezlerinin dışına çıkmak durumunda kalıyor. Kiranın çok önemli bir gider kalemi olması kira enflasyonu insanların enflasyon beklentilerini de bozan şey.”
‘Kira yüzünden çok yüksek maaşlarla bilançomuzu zora sokuyoruz’
“Ev sahipliği oranı ve insanların oturabileceği yerdeki bir evin kira artışını da dikkate alarak enflasyonun çok üzerinde ücret artışları yaparak aslında bilançomuzu da zora sokarak burada bir tercihte bulunuyoruz” diyen Aran şunları söyledi:
İş Bankası’nın personel giderlerindeki artış oranına bakın. Burada çalışandan yana böyle bir sosyal sorunu yaşamamak, çalışanlarımıza hissettirmemek adına aslında bir tercihte bulunduk. Ücret artışlarını enflasyonun fevkinde ve kira enflasyonuyla baş edebileceği şekilde yapıyoruz. Doğu’da, Güneydoğu’da çalışan arkadaşlarımızın kira sorununu konut yaparak çözmeye çalışıyoruz. Özellikle depremden sonra sağlıklı konut imkanı olmadığını ve konut fiyatlarının çok arttığını gördüğümüz Malatya, Adıyaman, Antakya, İskenderun, Maraş illerini kapsayan bölgede arsalar alıp konut inşaatına başladık. Çünkü o bölgelerde arkadaşlarımız eve çıkmak isterse de zaten çıkacakları sağlam ev bulamıyorlar. O nedenle ilk önceliğimizi deprem bölgesine verdik. Belki kurumlar en azından beyaz yakalı çalışanlar için kiranın yüksek olduğu yerlerde sorunu bu şekilde çözebilirler. Öteki türlü kiradan dolayı çalışma arkadaşlarımıza hak ettikleri bir yaşamı sunma şansımız zayıflıyor. Kira söz konusu olduğunda çalışan kişi kendi evinde değilse bu maalesef ciddi bir sorun.”
‘2025’te konut kredisinde beklediğimiz faizleri göremeyiz’
2025’te konut kredisinde beklediğimiz faizleri görmenin zor olduğunu da vurgulayan Aran “2025, böyle bir yıl değil. Konut kredilerinde fiyatı etkileyecek bir faiz, %1’in etrafında olan faiz oluyor. Genellikle aylık %1 seviyesindeki bir konut kredisi faizi konut fiyatlarını etkilemeye başlıyor. Onun dışında şu anda aylık faiz seviyeleri ne kadar düşerse düşsün konut kredisi için cazip değil. Ve öyle bir etkisi de olmayacaktır” dedi.
‘Geliri daha adil paylaşmalıyız’
Türkiye’nin 1,3 trilyon dolar ekonomik büyüklüğüyle yazabileceği çok fazla hikaye ve çok fazla potansiyeli olduğuna dikkat çeken Aran “İki şey yapabiliriz: 1,3 trilyon doları daha adilce paylaşabiliriz ya da 1,3 trilyon doları 2 trilyon dolara çıkarabiliriz. Burada doğrudan milli geliri arttırmanın değil, milli gelirin nasıl dağıldığı ve Türkiye’deki Gini katsayısını bizim nasıl düşürdüğümüz kısmının daha önemli olduğunu düşünüyorum. İçeride bir politikanın başarısından bahsetmek istiyorsak bunu yapmalıyız. Sadece rakamlar üzerinden, enflasyondaki iniş, faizlerdeki iniş gibi şeylerle siz o politikayı taçlandıramazsınız. O nedenle başarının mutlaka sosyal boyutuyla beraber gelmesi gerekiyor” diye konuştu.