Son altı aydır arkadaş sohbetlerinde ilk sorduğum soru, Hatay’ı görmüşmüydün oluyor. Görmedim diyenler için, içimden üzülüyorum. Neydi bana Hatay’ı bu kadar sevdiren diye de düşünüyorum. O kadar çok sebebi var ki, birini seçmekte zorlanıyorum.
İlk iş seyahatim Hatay ve ilçeleri
İşe ilk girdiğim sene, Temmuz 1990 ve ilk iş seyahatim, Hatay ve ilçeleri. 22 yaşındayım ve arabayla 3 arkadaş Hatay’a giriş yapıyoruz. Kaç gün kaldık ve nerede kaldık hatırlamıyorum. Ama kamyonla beraber gezdiğim köyleri, esnafın ve insanların yaklaşımını, yediğim yemekleri, bir kaç kelime Arapça öğrenip bakkal amcalara ‘kem kasa Efes’ diye sormamı hiç unutmuyorum.
Sabah depoya gelip kamyonlara dağılıyoruz. Hava sıcak, asfalt yanıyor. Her gün başka bölge ve köyler. Bir gün gittiğimiz köyde nargile tütünü yetiştiriliyor başka bir gün köydeki kadınlar dokuma tezgahlarında dokuma yapıyor. Başka bir ülke gibi geliyor yaşadıklarım. İnsanı, doğası, kültürü başka bir yer.
Yayladağı, Reyhanlı, Altınözü, Samandağ benim gezmem gereken ilçeler. Akşamları da Harbiye’de, merkezde hiç tatmadığım güzellikte lezzetlerle karşılaşıyorum.
İşi kadınlar yönetiyor
Akşam kamyonlar depoya gelip boşaltılırken daha önce Türkiye’nin hiç bir yerinde karşılaşmadığım bir resimle karşılaşıyorum. Gündüz satış yapan ve parayı toplayan plasiyerler(satış ve tahsilattan da sorumlu şoför) bir masanın arkasında kuyruğa giriyor ve tahsilatı teslim ediyorlar. Masada bir kadın oturuyor, devlet gibi kadın derler ya, tam da öyle. Bayimizin eşi ve tüm para işlerinden sorumlu, her akşam masa arkasında.
Her gittiğimiz bakkalda ve büfede kimse İstanbul’dan geldiğime inanmıyor. Daha önce İstanbul’dan köylerini, bakkallarını görmeye gelen olmamış. Her yerde mutlaka yemek ikram edilmek isteniyor. Her gün onlarca dükkan gezip, istatistik toplamam lazım. Her dükkanda en az yarım saat kalıyoruz, keyifli sohbetler bitmiyor ve ekipte en son ben dönüyorum depoya ve tüm gün kamyonla seyahat ediyorum.
Boş zamanlarımızda merkezi turluyoruz, Mozaik Müzesi’ni görüyoruz, çarşılarına bakıyoruz. Yemeklerini, kebaplarını, künefesini tadıyoruz.
Kendimi bu kadar evimde ve yurdumda hissettiğim başka bir yer olmadı. Olacağını da düşünmüyorum. Zaman zaman yurtiçinde ve yurtdışında ben burada yaşarım dediğim yerler oldu. Takıntılı bir şekilde o şehirlere sayısız kez gittim.
Antakya, o listenin başında oldu hep. Sinop, Tiflis, Basel, Çanakkale, Londra daha gerilerdeydi.
Daha önce hiç görmediğim içtenlik, samimiyet, misafirperverlik. Sanki birbirimizi yıllardır tanıyormuşuz hatta aynı mahallede birlikte büyümüşüz gibi hissediyorum her tanıştığımla.
Sonrasında hiç bitmiyor Hatay gezilerim. Bazen iş için, bazen de yeni açılan müzeyi görmek için bir neden bulup, nerdeyse senede bir gidiyorum. En son Müze Otel’in açıldığını ve mimarının Emre Arolat olduğunu okuyunca gittim, pandemi ve kapanma öncesi son seyahatimizdi. En çok da o zaman gezmiştik. Uçaktan indiğimizde bizi karşılayan sevgili Ömer’in annesinin sabah taze yapıp yolladığı biberli ekmeklerinin tadı hala damağımızda. Dağ, bayır eski kiliseler, camiler, Titus Tüneli, Mozaik Müzesi, dükkanlar, eski mahalleler.
Yardım ve destek azalıyor, artarak devam etmeli
Depremden sonra üç kez gittim, gitmek istedim. En son geçen hafta, üç gün kaldım. Yardımlar, kamyonlar azalmış. İlk iki seyahatimde yollarda daha çok TIR ve yardım aracı görürken son gidişimde nerdeyse hiç TIR’a rastlamadık.
İlk iki ziyaretime göre Antakya’da yaşama ilişkin daha olumlu izlenimler edinmeme rağmen, destek ve yardımlarda gerileme ve üretim ve hayata geçişte zorlukların devam ettiğini gözledim.
Özellikle kadınların hayata ve üretime katılması konusu çok öncelikli bir konu.
Bu alanda mevcut üreticilerin atölyeleri ayağa kaldırılarak üretime başlaması ve aynı köy/mahallede yaşayan kadınlara eğitim verilerek üretimin parçası olması mümkün.
İkinci olarak da yaratılan kadın topluluklarına çalışacak atölye, sipariş ve satış yaratmak için eğitimler ve kapalı alan desteği verilmesi.
Ama insanlar geri dönmeye başlamış gibi geldi. Kavşaklarda trafik başlamış, Samandağ yolu üzerinde konteynırda gözlükçü açılmış. Hataylılar üretime başlamak, evlerini kurmak istiyor.
Atölye ve makineler gerekli
Zanaatkarlar, kadınlar atölye ve makine bekliyor. Depremde evi, atölyesi dükkanı yıkılan ustaları çadırlarda, konteynırlarda ziyaret ettik. Üretime yeniden başlayanları, yıkılan atölyesinin yerine temel atanları görünce mutlu olduk.
İpek böceği yetiştiricisi ve ipek dokuma ustası Refik Usta’nın kredi alırken karşılaştığı zorlukları dinlerken nefesimiz kesildi. Ve ‘her şeye rağmen devam edeceğiz, gerekirse sıfırdan değil eksiden başlayacağız’ derken sesindeki kararlılığını duymalıydınız.
Konuştuğumuz bir sivil toplum görevlisi, “ilk altı ay sağlık, korunma, barınma ve su gibi temel ihtiyaçlar için biçilen süre. 6 Ağustos’ta 6 ay olacak işte ondan sonra tekrar hayata tutunma, iş, okul, evlerin ve hayatın tekrar inşaası için çalışmaya başlamalıyız” dedi.
Kadınlar omuz omuza vermiş, üretime geçmeye başlamış. “Sıfırdan başladık” dediler. Üreterek iyileşeceğiz. Çadırda, bahçede, barakada, evde bir araya geliyorlar, her gün. Ellerinde ne malzeme varsa onunla üretmeye başlamışlar
Kadınlar ayağa kalkıyor, başlamışlar. İçeri girince hemen kahve ikram ediyorlar. ‘Hoşgeldiniz’ diyorlar onlarca kez. Çocuklarına ‘Kalbim’ diye sesleniyorlar. ‘Baş tacısın’ diyorlar her ziyaretçiye. Akşama yemeğe kalın diyorlar evsiz, mutfaksız halleriyle. Ellerinde tığ, şiş, iğne, iplik.
Tek istekleri var, satış yapmak, işlerini döndürmek. Kocaları işsiz ya da başka şehirlerde. İş arıyor. Çocuklar okulsuz. Destek olun. En iyi destek beraber sohbet etmek, buradayız ve sizinleyiz demek. Onlar yaparlar, yapacaklar.
Çok kocaman yürekleri var.