Korkularımız, endişelerimiz, ümitlerimiz ve beklentilerimiz bazı zamanlarda birleşiyor ve benzer şeyleri yaşıyor olsak da ‘hepimiz aynı gemide değiliz’. Arkadaş seçerken, işe eleman alırken, okul seçerken kriterlerimiz var. Tarih boyunca yaşanan gerçekler bunlar ve hala bitmedi.

Yaşadığımız ülkeler, köyler, kentler, mahalle hatta evler. Okuduğumuz okullar ve kitaplar. İçine doğduğumuz aile.

Benzerlikler olsa da her birimizin hikayesi, yaşamı tek ve eşsiz. Aynı şehirde yaşasak, aynı okula gitsek, aynı evde doğsak da.

Korkularımız, endişelerimiz, ümitlerimiz ve beklentilerimiz bazı zamanlarda birleşiyor ve benzer şeyleri yaşıyor olsak da ‘hepimiz aynı gemide değiliz’.

Arkadaş seçerken, işe eleman alırken, okul seçerken kriterlerimiz var. Tarih boyunca yaşanan gerçekler bunlar ve hala bitmedi. Parası olmayanlar okuyamaz, listedeki üniversiteleri bitirmeyenler işe giremez.

Önce herkesi bir hizaya sokuyoruz. İş dünyasının son yıllarda çok kullandığı ve sevdiği bir kavram oldu ‘hizalamak’. İlk askerlikte duymuştuk.  ‘Hizalan, sağa dön, uygun adım marş marş’

Sabah işe giriş saatleri, kıyafet kuralları, yemek saatleri, toplantı kuralları, rapor yazma standartı, mail veya mesaj yazma kuralları, hatta asansöre binme kuralları bile gördük.

Nerede kaldı çok çeşitlilik?

Eeee, nerde kaldı, çeşitlilik, kapsayıcılık, çok renklilik, çok seslilik, özgür düşünme ve düşündüğünü söyleme?

Özellikle gençlerle birlikte çalışma konusunda gidecek çok yolumuz var. Onların enerjisini, teknoloji bilgisini, merakını ve çevikliğini nasıl artı değere çeviririz; ana işimiz bu olmalı.

Sonra  yönetim toplantılarında ya da C level diyoruz artık, ‘Gençler neden yaptığımız işleri beğenmiyor, neden bizim şirkette herkes birbirinin arkasından konuşuyor, kimse bir şey yapmıyor sadece şikayet ediyor, birbirimize yardım kültüründen çok uzaklaştık, yöneticilerini mobbing yaptıkları için şikayet eden takım arkadaşları artıyor’ konulu toplantılar ve konuşmalar yapıyoruz.

‘Nasıl önlemler alalım, nasıl değiştirelim’ diye saatlerce konuşup, ’Pazartesi masalara sürpriz yumurtalar bırakalım’türünden çözümler buluyoruz.

Bir taraftan yine aynı şirketlerin web sitelerini, yıllık raporlarını ve Linkedinpostlarını, ‘Birbirimize güveniriz, adil ve şeffafız, girişim ve yenilik peşinde koşarız, dünyaları fethederiz, aya çıkarız’ yazıları ile dolduruyoruz.

‘Yeni fikirleri doğmadan öldürürüz’

Herhalde;

-birbirimizin kuyusunu kazarız

-yeni başlayanların baştan kafasını ezeriz

-yeni fikri doğmadan öldürürüz

-iyi giden grupları dağıtırız

-en iyi anlaştıklarımızı potansiyel listesine öneririz

-başkasının yaptığı iyi işleri sahipleniriz

-kötü işlerde suçu birinin üstüne atarız, diyemediğimiz için.

Bugünlerde kafamda en çok dolaşan soru, 45+ olan her kademeden çalışanlar,  gençlerle nasıl çalışmalı?

Sanırım bu zincirin bir yerde kırılması gerekecek. En iyi yönetim tarzı, bize zamanında uygulanan yönetim tarzı olamaz. Yükle işi, yakın takip et-her işi kontrol et ve bitirince yeni iş ver.

Sana ve şirkete en çok itaat edeni ve en sözünü dinleyenleri yükselt.

Öncelikle yaptığımız işleri nasıl geliştireceğimize dair gençlerle birlikte düşünmemiz lazım. Bireyler olarak yaptığımız işe, çalıştığımız ekibe ve parçası olduğumuz kuruma ‘değer kattığımız’ ölçüde kendimizi iyi hisseder ve verimli olabiliriz. Takımın ve kurumun parçası hissederiz.

Her iyi iş ve sonuç, deneyimlilerden ve üst düzeyden gelmek durumunda değil, gelemez. Geliyorsa bir problem var demektir. Bu kadar çok araştıran, teknolojiye hakim gençlerin bazı konuları senden/benden daha çok bildiğini kabul et artık.

Çocuklarımızın kimi konularda bizden çok ileride olduğunu görelim  artık.

Elbette bizim kuşağa göre farklı davrandıkları, düşündükleri ve bizim hoşumuza gitmeyecek yanları da olacak. Biz de öyle değil miydik? Ellerini kollarını bağlarsak daha mı akıllı olacağız ya da daha güçlü?

Biz, büyüklerimize göre daha farklı ve sabırsız, daha atak, daha meraklı değil miydik? Kafamızda onların yaptıklarından daha farklı ve büyük iş yapma hayallerimiz olmadı mı? Kasabalardan, büyük şehirlere üniversite okumaya hayallerimizi gerçekleştirmeye gelmedik mi?

Bugün de farklı değil. Onlar da hayallerini gerçekleştirmek için bizimkinden daha farklı bir yol olduğunu söylüyor, neden kabul edemiyoruz? Neden bizim izlediğimiz yol tek ve en doğru yolmuş gibi onların alternatiflerini dinlemiyoruz?

Kendi çocuklarımızın okuyacağı okullara, üniversitelere hatta bölümlere kadar karışma hakkını neden kendimizdebuluyoruz?

Kendi çocuklarımız başka bir ülkede veya şirkette çalışırken anlattıkları hikayelere neden üzülüyoruz? Biz kendi işlerimizde ve şirketlerimizde farklı yöntemler izliyor muyuz?

Şirketlerde her gün kullandığımız dil ve ayrıştırıcı uygulamaları  ne zaman ortadan kaldıracağız?

Üst yönetim, alt yönetim kavramları hayatımızda hala var mı?

Yeni işe başlayanlar, çağrı merkezi düzenindeki gibi  birer-ikişer metrekarelik alanlarda yan yana çalışırken, müdürler, direktörler tek başlarına kocaman odalarda mı çalışıyor?

Sadece üst düzeylerin kullanacağı asansörler var mı?

Yemekhanelerde üst düzeye servis yapılan ve ayrı yedikleri masalar var mı?

Toplantı odalarını sadece müdür ve üstü pozisyonlar mı kullanabiliyor?

Strateji ve yıllık yön verme toplantılarına sadece müdür ve üstü mü dahil oluyor?

Onlarca örnek verebilirim. Ama sanırım anlaşılması açısından bu kadar yeterli.

‘Bazılarında başarısız oldum’

Bu ayrıcalıkların bazılarını  16 yıllık genel müdürlük dönemimde ben de yaşadım. Çoğunu değiştirirken, bazılarında başarısız oldum.

Rusya’da çalıştığım dönemde tüm fabrikalarımızda genel müdür odasının yanında küçük bir oda ve duşlu tuvalet vardı mesela. Küçük odada bir çek yat koltuk bile vardı, hiç kullanmadığım ve neden orada olduğunu anlamadığım. Büyüklerimizin ‘bir bildiği vardır’ diyemediğim.

Ya da Rusya’da son kullandığımız ofiste, genel müdür odasının önünde kocaman bir teras vardı kullanılmayan. Sonrasında yazları terasa masa sandalye attırıp isteyenlere çalışma ortamı yarattığımız. Hatta hava güzel olunca cuma akşamları iş çıkışı çalışanların bira içebileceği bir açık hava barına dönüştürdüğümüz.

Önce birlikte çalışma ve üretmenin keyfini alın. Küçük adımlarla başlayın. Zamanında size yapılan ve  şikayet ettiğiniz ve istemediğiniz davranışları, başkasına yapmayın. Direkt iletişim kurun, aracı kullanmayın. Nasıl yapalım, birlikte nasıl daha iyi çalışırız diye sorun. İki yılda bir yapılan ‘çalışan bağlılığı anketi’ sonuçlarını beklemeyin. İnsan Kaynaklarına siz kendiniz gidip sorun. Kim bilir ne mucizeler yaratacaksınız.

Bugün sizin yönettiğinizi, sizden sonra onlar yönetecek. Tıpkı sizin büyüklerinizden devraldığınız gibi. Onları yarına hazırlayın.

Gençlerin kafasını anlarsanız, seveceksiniz.