Önce hafta sonu Arjantin’de Milei, ardından Hollanda’da Wilders… İki önemli seçimi aşırı sağın temsilcileri kazandı. Bu filmi daha önce İtalya’da da görmüştük. Gelecek yıl Amerika’da, 2027’de de Fransa’da tekrar izlememiz de kuvvetli ihtimal. Trump 2024’te Beyaz Saray’a geri dönebilir, 2027 yılında Fransa’da yapılacak seçimleri de aşırı sağın lideri Le Pen kazanabilir.
Bu ülkelerden Amerika dışındakiler bir zamanlar solun çok güçlü olduğu yerlerdi. Arjantin’in son yüzyılına sol popülist Peronist hareket damgasını vurmuştu; Fransa’yı 1980’lerde Sosyalist Parti’nin Devlet Başkanı Mitterand ayağa kaldırmıştı; İtalyan Komünist Partisi uzun bir dönem boyunca yüzde 30 civarında oy almış, çok sayıda belediyeyi yönetmişti.
Sol Peronistler Arjantin’deki seçimde ağır bir yenilgi aldı, Fransa ve İtalya’da artık solun esamesi okunmuyor. Sola ne oldu?
Yanıt bulmak için bana kalırsa soruyu biraz değiştirmemiz gerekiyor. Yanıt aramamız gereken soru sola ne olduğu değil, solun umut olma özelliğini nasıl yitirdiği olmalı. Yukarıda gördüğümüz ülkelerin hepsi ciddi sorunlarla boğuşuyor. Arjantin’de yüzde 140’ı da geçen korkunç bir enflasyon var.
(Arjantin’in tüketici enflasyonu.)
Geçen hafta sonu yapılan seçimin ana konusu yukarıdaki tablo ve enflasyondaki patlamanın yol açtığı büyük yoksulluktu. Seçimi kazanan Milei, Arjantin parası pesoyu çöpe atıp dolara geçmek, merkez bankasını kapatmak gibi çılgın, bana kalırsa saçma ama sokaktaki insanın perspektifinden bakılacak olursa radikal ve somut öneriler sundu. Karşısındaki aday Massa, enflasyonu patlatan sol Peronist iktidarın son ekonomi bakanıydı. Yoksulları direkt ödemelerle, vergi kesintileriyle, sübvansiyonlarla desteklemeyi vadediyordu ama bunlar Arjantin’i dört yıldır yöneten, Massa’nın da 2022’de ekonomi bakanı olarak kabinesine girdiği eski Devlet Başkanı Fernandez ile 2010’lu yıllarda devlet başkanlığı yapan Kircner’in vaatlerinden çok farklı değildi. Massa’nın yüzde 140’ın üzerine çıkan enflasyonu ve halkın yüzde 40’ını pençesine alan yoksulluğu nasıl çözeceği net değildi.
Arjantin’in sorunları bir noktadan sonra kendine özgü. “Halk enflasyonu patlatan sol Peronistlerden bıktı ve bir çılgını seçti” deyip geçebiliriz. Ama İtalya ve Fransa’da sosyal demokrat partilerin adeta buharlaşması, Amerika’da geçmişte sosyal demokrat eğilimli Demokrat Parti’ye oy veren yerlerin Trump’a oy vermesi, nevi şahsına münhasır bir duruma değil küresel bir trende işaret ediyor.
Pandemide uygulanan genişlemeci ekonomi politikaları enflasyonun tüm dünyada yükselişe geçmesine neden oldu. Türkiye’de olduğu gibi başka ülkelerde de enflasyon en çok orta sınıfları vurdu. Her ülkenin durumu farklı ama her yerde enflasyon nedeniyle halkın bir bölümü yoksulluğa sürüklendi. Yoksulluk pandemisinden en çok nasibini alanlar, hayata yeni başlayan gençlerdi. Varlık fiyatları neredeyse tüm dünyada şişti, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi pek çok ülkede gençler çalışarak, para biriktirerek ev alamaz hale geldi. Örneğin aşırı sağcı lider Wilders’ın Özgürlük Partisi’nin önceki gün seçim zaferi kazandığı Hollanda’da konut fiyatları son 7 yılda yüzde 63 (euro bazında) artarak, ortalama gelirin 10 katına çıkmıştı. Aşağıdaki grafik onu gösteriyor:
Konut fiyatlarında yaşanan astronomik artış tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Hollanda’da da barınma krizine yol açtı. Genç bir çiftin ortalama fiyatı 450 bin euroya yükselen (yaklaşık 15 milyon lira) evleri satın alma olasılığı kalmadı. Halk Arjantin’de nasıl enflasyonu patlatan kurulu düzenin partilerinden bıkıp kendini bir çılgının kollarına bıraktıysa Hollanda’da da aşırı sağcı Wilders’a yöneldi. Wilders da meseleye sahip çıktı, seçimden önce barınma ve hayat pahalılığı krizinin göçmenlerden daha büyük bir mesele olduğunu söyledi.
Dönüp dolaşıp yine aynı soruya geldik: Halk İtalya’da, Hollanda’da, İsveç’te, Fransa’da neden aşırı sağa yöneldi? Bunun sebebi, sosyal demokrat partilerin meşhur “sosyal devlet”inin hayat pahalılığı, konut fiyatlarının çılgınlığı gibi sorunları çözemediğinin, daha radikal çözümlere ihtiyaç olduğunun fark edilmesi olabilir. Sorunların çözümsüzlüğü insanları Arjantin’de de, Hollanda’da, İtalya’da da radikal liderlere yöneltti. Peki ama neden radikal sola değil de radikal sağa?
Sosyal demokratların sosyal devleti gibi komünistlerin kolektif mülkiyet ve devletleştirme programının da farklı ülkelerde insanları, hem de bir zamanlar anneanelerini, dedelerini ikna ettiği insanları ikna edemediği ortada. Dolayısıyla başlıktaki sorunun yanıtı (“Sol umut olma yeteneğini nasıl yitirdi?”), çözüm olarak önerilen programların ikna kabiliyetlerini yitirmesiyle ilgili.
Sorunu bulduk, bir çözümü var mı ve nedir, apayrı mesele.