Enerji uzmanı Mehmet Doğan, Akkuyu NGS'yi 60 yıl Rusya'nın işleteceğini belirterek, “Bu, elektrik üretiminde yüzde 10 payı zaten doğalgazına yüzde 50 bağımlı olduğumuz Rusya'ya vermek demek" dedi.

Türkiye’nin ilk nükleer güç santrali Akkuyu, 27 Nisan’da düzenlenen törenle yüklenen nükleer yakıtla birlikte “nükleer tesis” statüsüne kavuştu. Bu törenle birlikte Türkiye, Rusya ile 2010’da imzaların, 2018’de de temelin atılmasının ardından geçen bunca sürenin sonunda “nükleer santral hayali”ne bir adım daha yaklaştı. İlk ünitesinin devreye alınmasıyla bu yıl üretime başlamasının hedeflendiği açıklanan santralin inşaatının ise 30 Haziran 2025’te bitirilmesi bekleniyor. Böylece on yıllardır gündemimizden düşmeyen “Deprem ülkesine neden nükleer santral yapılıyor?”, “Neden yenilenebilir enerji yerine nükleer enerji tercih ediliyor?” gibi sorular da anlamını yitirmiş olacak. Biz de bu soruların yanıtlarını uluslararası enerji uzmanı ve GazDay Genel Müdürü Mehmet Doğan’dan almak istedik.

Uluslararası enerji uzmanı Mehmet Doğan, nükleer santralle ilgili yıllardır gündeme getirilen soruları yanıtladı.

-Son yıllarda başta Almanya olmak üzere birçok ülke nükleer enerjiden vazgeçerken Türkiye’nin bu sektöre girmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın, Güç Reaktörleri Bilgi Sistemi kayıtlarına göre, Nisan 2023’te dünyada elektrik üretiminde kullanılan toplam 437 adet nükleer reaktör mevcut. Bu santralların toplam kurulu güçleri ise 390.293 megavat (MW). Elektrik şebekesine bağlı ama bazı nedenlerden dolayı üretimleri askıya alınmış 22 adet reaktör ve bu reaktörlerin kurulu güçlerini hariç tutarsak, dünyada hali hazırda 368.010 MW kurulu güce sahip 413 adet nükleer santral aktif olarak çalışıyor diyebiliriz. Dünyada yapımı devam eden 58.647 MW kurulu güce sahip 56 adet nükleer enerji santrali var. 2023 yılının ilk dört ayında üç tanesi Almanya, bir tanesi Tayvan ve bir tanesi Belçika’da olmak üzere toplam beş nükleer santral kalıcı olarak kapatıldı. Buna karşılık yine 2023 yılının ilk dört ayında Çin, Amerika Birleşik Devletleri ve Slovakya’da toplam üç adet nükleer reaktör şebekeye bağlandı. Aynı zamanda da Çin’de iki adet nükleer santralin yapımına başlandı. Nükleer enerji santralleri, termik santraller içerisinde sera gazları salımına neden olmayan tek santral türü. Bu santraller yüzde 80’in üzerindeki kapasite kullanım oranları ile baz yükte yüksek miktarlarda şebekeye düzenli olarak kesintisiz enerji sağlayabilme özelliklerine sahipler.
Nükleer enerji santrallerine yapılan yatırım furyası 1960-1990 yılları arasını kapsıyor. 1960’larda neredeyse sıfır olan nükleer kurulu gücü 1990’larda 325.000 MWe seviyelerine ulaştı. Ancak 1986’da yaşanan Çernobil kazasıyla birlikte, nükleer enerji santrallerine yapılan yatırımlar hız kesti. Sonrasında tekrar hız kazanır gibi olsa da Japonya’da yaşanan ikinci nükleer kaza, ülkelerin nükleer enerji santral yatırımlarını tekrar gözden geçirmelerine neden oldu.
AB’de birçok ülkenin nükleer enerjiden vazgeçme veya kalıcı olarak santrallerinden bazılarını kapatma kararları var, bununla birlikte temiz enerji için hali hazırda başka alternatifi olamayan Çin gibi büyük tüketicilerin de nükleer enerji üzerine çok ciddi yatırım planları mevcut. 2002 yılının başında 358 GWe kurulu gücüne sahip 444 adet nükleer reaktör var iken, 2022 yılı sonunda reaktör sayısı 413’e düşmesine rağmen kurulu güç 368 GWe civarlarında. Özetle devreye girenler ve çıkanlar hepsi göz önüne alındığında nükleer enerji pazarı ne uzuyor ne de kısalıyor, 20 yıldır devreye girenler ve çıkanlar ile mevcut durumunu koruyor diyebiliriz. Ülkeler bir yandan nükleer enerjinin karbon salımı olmayan temiz enerji avantajını kullanmak isterken, diğer taraftan da kaza risklerini düşünüyorlar. Kömür tüketimini azaltmak zorunda olan Çin dışında tam olarak nükleer enerjiye gözü kapalı inanmış ülke olduğunu söylemek zor. Ancak diğer taraftan da hiçbir ülke nükleer enerji gibi karbon salımı olmayan bir enerji kaynağını bir kenara atamıyor. Nükleer kazalardan bir ülkenin etkilenmesi için, illa kazanın o ülkede olması da gerekmiyor. Çernobil kazasının en çok etkilediği ülkenin Ukrayna’nın komşusu olan Beyaz Rusya olduğunu da unutmamak lazım. Aynı şekilde Türkiye’nin hemen yanı başında Ermenistan ve Bulgaristan’da nükleer santral olduğunu da hatırlamamızda fayda var.

Türkiye nükleer güç mü oldu şimdi?

-Nükleer santralin inşaat ve işletmesinin yabancı bir ülke tarafından yapılması Türkiye için risk oluşturmuyor mu?

Nükleer santraller kaza risklerini bir kenara koyarsak, yüksek kapasite kullanım oranları ve sıfır karbon salımı ile çok cazip bir enerji türü. Akkuyu santralini Rusya Federasyonu’na bağlı Rosatom şirketi gerçekleştiriyor. Santralin sahibi ve işletmecisi 60 yıl boyunca Rosatom olacak. Bunun sebebi projenin yapımı ile ilgili finansmanı Rusya Federasyonu’nun sağlaması. Bunun karşılığında Türkiye santralin ürettiği elektriğin bir bölümünü belirli bir fiyattan satın alma ve bir miktarını da spot piyasalarda satma imkanını Rosatom’a vermiş durumda. Santral için toplam 20 milyar dolarlık bir yatırım yapılması planlanmış durumda. Gönül isterdi ki, bu derece kritik bir santralin sahipliği ve işletilmesi ülkemiz insanı ve kaynakları tarafından yapılsın, ancak santralin yapımı ve işletmesi hali hazırda zaten doğalgazına bağımlı olduğumuz Rusya Federasyonu’na verilmiş durumda. Akkuyu gibi bir santralin yine Rusya Federasyonu’na verilmesi, bu sefer de elektrik üretiminizdeki ciddi bir baz yük payını Rusya Federasyonu’na vermeniz anlamına geliyor. Finans zorluğu nedeniyle bir yabancı şirket kullanmak zorunda kaldıysak en azından Rusya Federasyonu haricinde bir ülke seçmemiz gerekiyordu çünkü hali hazırda enerjide zaten Rusya Federasyonu’na yeterince bağımlı durumdayız.

-Peki bu bağımlılığı oran olarak ifade edersek…

Çok zor bir cevap. Birincil enerji çok geniş bir kavram. Belki ayrım yapmak daha mantık olabilir. Doğalgazda yüzde 50 bağımlılığımız var, Akkuyu’yla birlikte elektrikte de yüzde 10 diyebiliriz.Akkuyu’ya ilk yakıt töreni: ‘Barış için atom enerjisi’ bayrağını üç kuşak beraber çekti

-Nükleer santraldeki en büyük çekincelerden birisi sizin de yukarıda vurguladığınız gibi kaza riski. Ayrıca Türkiye gibi bir deprem ülkesinde nükleer santralin kurulması uzun yıllardır tartışılıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Nükleer enerji santrallerinde olan kazaları düşündüğümüzde birçok kişi deprem ülkesinde nükleer santral kurulmasının ne kadar doğru olduğunu sorguluyor. Bu kendi içerisinde son derece sağlıklı bir soru, ancak cevabı, santralin kurulduğu yerin taşıdığı risklerle doğrudan ilgili. Riskler her zaman olabilir ama bu risklerin ne kadarının gerçekleşebileceği ve kazaya neden olabileceğinin çok ciddi analizinin yapılması gerekiyor. Bununla beraber sıfır kaza riskine sahip nükleer tesis olmadığının da altını çizmek gerekiyor.

‘Yenilenebilir enerji henüz alternatif olmaktan uzak’

-Güneş ve rüzgar ülkesi Türkiye yenilenebilir enerjiye yatırım yapsa daha doğru olmaz mıydı?

Yenilenebilir enerji santralleri, elektrik depolama tesislerinin yetersizliğinden dolayı henüz nükleer santral veya benzer termik santrallerin alternatifi olmaktan uzak. Güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji santralleri, zaman içerisinde enerji depolama teknolojilerinin gelişmesi ve ucuzlaması ile daha büyük önem kazanacaklardır ancak bugün için mevcut termik santrallerinin özellikle kömür santrallerinin yarattığı çevre felaketlerini ve karbon salımını önlemenin veya azaltmanın en bilinen ve uygulanabilir yolu nükleer santral yapımından geçiyor. Dünyada birçok enerji uzmanı yenilenebilir enerji yatırımları yanında, nükleer enerjinin mevcut karbon salımını azaltmanın en kısa ve uygulanabilir yolu olduğu konusunda hemfikir. Ancak kaza riskleri ülkelerin yatırım kararı almalarını engelliyor. Olası kazanın boyutları o kadar ürkütücü ki, nükleer enerjinin sağladığı fayda ve avantajlarının terazideki konumunu ihmal edilebilir düzeye getirebiliyor.

Akkuyu’ya ilk yakıt töreni: ‘Barış için atom enerjisi’ bayrağını üç kuşak beraber çekti