Türkiye Bankalar Birliği’nin genel kurul toplantısında konuşan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bankalara ticari kredilerle ilgili çağrısı dikkat çekiciydi: “Reel sektörü desteklemek esas vazifemizdir. Reel sektör tabii ki yatırım, istihdam, üretim ve ihracat çerçevesinde önceliklendirilecektir. Burada sürdürülebilir yüksek büyümenin devamı için reel sektörümüzün finansmana kesintisiz erişimi tabii ki olmazsa olmazdır.”
Şimşek’in bu sözlerini reel sektörün son dönemde finansmana erişime ilişkin giderek artan şikayetlerine bir cevap ve bankacılık sektörüne bir yön gösterme olarak okumak mümkün.
Nitekim Şimşek konuşmasında geçtiğimiz günlerde Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği tarafından düzenlenen toplantıda gündeme gelen talep ve şikayetlere değinerek yatırım ve ihracatın desteklenmesinin ekonomi politikalarının temel hedeflerinden biri olduğunu belirtti.
Ucuz ve bol kredinin geçmişi 2017 yılındaki Kredi Garanti Fonu (KGF) kredilerine kadar uzanıyor. Türkiye ekonomisinin başkanlık referandumunun yapıldığı 2017 yılında yüzde 7.4 büyümesinin arkasında KGF eliyle sağlanan ucuz ve bol krediler vardı.
Sonraki yıllarda da ekonomi ne zaman hız kesse, istihdamda ne zaman sorun hissedilse özellikle kamu bankaları öncülüğünde kredinin bollaştığı, bollaştırıldığı dönemler yaşandı. Ancak verimliliği artmayan, yapısal sorunları birikerek çoğalan, temel göstergelerinde kırılganlıkları artan bir ekonominin sürekli kredi enjekte edilerek ayakta tutulması mümkün değildi.
Şimşek bu şartlarda görevi devraldığında ondan beklenen, bizzat kendisinin de ifade ettiği gibi ekonomide ve kredilerde rasyonel politikalara dönülmesiydi.
Ancak yeni ekonomi yönetiminin de para politikası araçlarını etkin biçimde kullanamayacağı kısa sürede görüldü. Hem Şimşek hem Merkez Bankası yönetimi, bu nedenle politika faizi dışındaki araçların (maliye önlemleri, makro ihtiyati önlemler vb.) başat rol oynayacağını ifade ettiler.
Ancak yaşanan kur şoku ve enflasyondaki hızlı bozulma işleri daha da zorlaştırdı. Ekonomi yönetiminin frene basması gerekiyordu. Bunu vergi artışları ve makro ihtiyati tedbirlerle kredileri yavaşlatarak yapmaya başladılar. Öncelikli hedef ise dış kaynak temini yoluyla kur baskısını hafifletmek ve olası risklerin önüne geçmekti. Fakat bunun da kısa sürede ve istenen etkiyle gerçekleşmeyeceği görüldü.
Bu sürecin doğal sonucu ticari kredilerin durdurulması, ticari kredi faizlerinin son beş yılın zirvesine çıkması oldu. Piyasada nakit akışlarında sorunlar yaşandığı, çek ve vadeli ödemelerde aksaklıklar gözlendiği çokça konuşulur oldu.
Ticari hayat yavaşlayınca reel sektörün temsilcileri feryat etmeye başladı. Mehmet Şimşek’in reel sektör temsilcileriyle yaptığı bir toplantıda “Şikayetlerinizi bize iletin” dediği biliniyor. Ama bilinen bir başka şey, şikayetlerin daha üst makamlara, yani Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’a ve nihayet Cumhurbaşkanı Erdoğan’a iletildiğiydi.
Mehmet Şimşek işte bu ortamda önceki gün “Özel bankaların sadece tüketici kredilerine odaklandığı dönem artık geride kalmalı. Artık reel sektörü desteklemek esas vazifemizdir” dedi. Bu sözler reel sektörün şikayetlerinin etkili olduğunu ve Şimşek’e “gerekli” uyarının gitmiş olabileceğini düşündürüyor.
Kulislere yansıyan bilgilere göre Şimşek, Erdoğan’ın büyüme ve istihdam hedefleri açısından kredi ve finansman konularına verdiği önemin farkında. Hatta başlangıçta Cumhurbaşkanı’na seçici kredi politikası uygulayacağını söylediği ve onay da aldığı konuşuluyor.
Nedir bu seçici kredi politikaları? Yatırım, üretim ve ihracata yönelik faaliyetlerin finanse edilmesine öncelik verilmesi, kredilerin makro dengeleri destekleyecek ekonomik girişim ve faaliyetler için kullanılması…
Söylemesi kolay, yapması zor. Türkiye bu yaklaşımla Berat Albayrak döneminde tanışmıştı. Geçmişte cari açık kaygılarıyla tüketici kredilerini sınırlandırma yönünde çalışan kredi politikalarını şekillendirme yaklaşımı Albayrak’la birlikte başka bir boyuta taşındı.
Finansal İstikrar Komitesi’nin adını Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi olarak değiştiren Albayrak, kalkınma için kredilerin yukarıdan dizayn edilmesinin hayati önemde olduğuna inanıyordu.
Bu yaklaşımla krediler yakın takibe alınırken, Merkez Bankası da uzun vadeli kredi vermeye teşvik edildi. Ama sonuçta Türkiye gibi bir ekonomide mikro-yönetim yaklaşımının çalışmadığı, kredilerin etki analizlerinin yapılıp optimal bir şekilde hedefli sunulmasının çok da kolay olmadığı görüldü.
Biraz önce belirttiğim gibi Şimşek’in de göreve geldiğinde “seçici kredi politikası” ile büyüme ve istihdamı destekleyeceklerini söylediği konuşuluyor. Ancak kulis bilgilerine göre Erdoğan kısa süre önce Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile yaptığı bir görüşmede reel sektörden kendisine iletilen rahatsızlıkları paylaştı. Cevdet Yılmaz’ın kredilerle ilgili son günlerdeki mesajları, bu uyarıların dikkate alındığını gösteriyor.
Gelecek hafta gerçekleşecek Para Politikası Kurulu toplantısından güçlü bir adım gelmez ve eylülde açıklanacak Orta Vadeli Program da olumlu etki oluşturmazsa şartlar iyice zorlaşacak. Havanın daha da bozması durumunda Erdoğan’ın giderek artan şikayetlere daha fazla kayıtsız kalmayacağını tahmin etmek zor değil.
Bunun farkında olan ekonomi yönetimi şimdiden bazı çalışmalar yürütüyor. İlk kez konut sahibi olacaklara yönelik avantajlı krediler, ihracatçıların kredi imkanlarının genişletilmesi ve KOBİ’ler için yeni destekler içeren kredi paketleri hazırlanmış. Ancak Erdoğan’ın kendisine sunulan bu çözümleri son derece yetersiz bulduğu ve genel finansman/kredi şartlarının iyileştirilmesinde ısrarcı olduğu konuşuluyor.
Sonbaharda Cumhurbaşkanı’nın işaret ettiği yola girilir ve kredi muslukları iyice açılırsa ekonomi yönetimi erken bir gevşeme etkisi karşısında çaresiz kalabilir. Mesaisinin çok büyük kısmını yerel seçimlere hazırlık ve partideki değişime ayıran Erdoğan’ın farklı bir senaryoya ikna edilmesi de epey zor.
Üstelik biraz önce belirttiğim gibi Erdoğan’a reel sektörün şikayetleri akmaya devam ediyor. Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın da iş dünyasıyla yakın ilişkileri sayesinde sahaya hakim olduğu, Erdoğan’ın gelişmeler konusunda sıklıkla Bolat’la istişare ettiği söyleniyor. Diğer yandan saraydaki bazı isimlerin BDDK Başkanı Şahap Kavcıoğlu ile yakın çalıştıkları da bir sır değil.
Türkiye ekonomisi yeni bir yol ayrımına doğru ilerliyor.