Mimarlık tarihinin en güzel yapılarını kucaklayan Paris’in sokaklarında yürümeyi seviyorsanız ödülünüz muhteşem dış cepheleriyle sizi kendine hayran bırakan binalar olacak. Onları dinleyin, Paris’te olmak her zaman iyi bir fikirdir.

Onlar Paris’in mimari mirasının en zarif örnekleri. Art Nouveau tarzı apartmanlardan tarihi anıt olarak listelenen fırınlara ve kafelere kadar her binanın, her cephenin bir hikayesi var.

Lavirotte Apartmanı

Paris’teki Art Nouveau mimarisinin en iyi örneklerinden…

29 Avenue Rapp’te bulunan ve 1964 yılından bu yana tarihi anıt statüsünde olan Lavirotte Apartmanı, mimar Jules Lavirotte tarafından tasarlanmış ve 1899 ile 1901 yılları arasında inşa edilmiş.

Binanın cephesi seramik üreticisi Alexandre Bigot tarafından yapılan heykeller ve sırlı seramik karolarla dekore edilmiş. Bu seramik karolar ve heykeller binayı adeta bir sanat eserine dönüştürüyor. Cephenin merkez kısmı, bir kadının sarkan yüzüne tırmanan yapraklarla çevrelenmiş oyma masif ahşap ve demir ön kapı.

Cite Malesherbes 11 numaradaki Anatole Jal binası

Paris’in 9. bölgesindeki Cite Malesherbes, Neo-Rönesans öğeleriyle dolu çok özel bir binaya ev sahipliği yapıyor. Mimar Anatole Jal tarafından 1856 yılında ressam Pierre-Jules Jollivett için inşa edilen bir bina burası.

Binayı süsleyen ve İncil’den sahneler içeren seramiklerin olduğu emaye paneller Saint-Vincent-de-Paul Kilisesi için yapılmış ancak döneminin ahlaki kurallarına uygun bulunmayınca Pierre-Jules Jollivett bu binada kullanılmasını uygun bulmuş.

Au Petit Versailles Du Marais

İlk görüşte aşk garanti! Başkentin tarihi bölgesi Le Marais’de bulunan ve tarihi anıt olarak listelenen fırın Au Petit Versailles du Marais, 1860’ta açıldığından beri pek değişmemiş. Geleneksel ekşi mayalı ekmekte uzmanlaşan mağaza klasik Fransız pastaları da sunuyor. Kruvasanları ise dillere destan.

Kapının her iki yanında duran pastoral resimleri ve 19’ncu yüzyılın ünlü iç mimarı Charles Anselm’in eseri olan tavanı, pervazları ve ahşap işleriyle tüm övgüleri hak ediyor.

Versailles Sarayı’nı anımsatan aynalar, görkemli avizeler ve antika ahşap işçiliği ise müdavimlerini çağlar ötesine götürüyor.

Laperouse

1766’dan günümüze uzanan bir yer var karşınızda ve 18’nci yüzyıl cephesiyle gerçek bir mücevher. Klasik Fransız menüsüyle de çok Parisli ve çok zarif.

Bir şehrin anısını bünyesinde barındıran efsanevi yerlerden biri olan Laperouse, Paris’in en eski ve en romantik restoranlarından biri.

1933 yılında Michelin rehberinde 3 yıldız alan ilk restoran olan Laperouse, Fransız yaşam sanatının büyüsünü deneyimlemek için öncelikle. Bar alanı son derece şık ve konforlu. Üst katta Dior Maison’un kreatif direktörü Cordelia de Castellane’nin Paris masa dekorunu keşfedebilirsiniz.

Emile Zola, Maupassant, Baudelaire, Proust, Victor Hugo, Colette, Serge Gainsbourg, Orson Welles, Winston Churchill ve Ernest Hemingway ise ünlü konuklarından sadece birkaçı.

Journal du Soir – La France

Paris’in basın tarihinin görkemli bir tanığı… Bir zamanlar Paris’in önemli gazetelerine ev sahipliği yapan Rue Montmartre’da bulunan Journal du Soir – La France’ın cephesini hayranlıkla izleyeceksiniz.

Bu bina, 1862’de Arthur de La Gueronniere tarafından kurulan Journal du Soir – La France’ın genel merkeziydi. La France ismi hala binanın ön cephesinde duruyor. İkinci katta ise gazetecilik ve tipografiyi simgeleyen Ernest-Eugene Hiolle imzalı heykeller var.

La Boissonnerie

Muhteşem mozaikleriyle Belle-Epoque şıklığını yansıtan ve
Rue de Seine’de yer alan bu deniz ürünleri restoranı, eski bir balıkçıdan miras kalmış.

Drew Harre ve Juan Sanchez tarafından işletilen La Boissonnerie, mekanın eski ruhuna tamamen sadık. Çoğu organik olan şarap barıyla pek ünlü ve Saint-Germain’in en sevilen mekanlarından biri.

Au Vieux Paris

Paris’in en eski ve en güzel restoranlarından biri ve doğal olarak ikonik simgelerinden. 1512 yılında inşa edilen bina, 1723 yılında şarap barı olarak hizmet vermeye başlamış.

Notre Dame Katedrali’ne 2 dakika uzaklıktaki bu harika restoran her mevsim ayrı bir tablo gibi şehri süslüyor. Yeşil dış cephesinin önündeki mora boyanmış demir masa ve sandalyeleriyle her daim şiirsel bir güzellikte ve elbette turistlerin göz bebeği.

Kusursuz bir servis eşliğinde Fransız mutfağından nefis yemekler ve leziz şaraplarıyla en sevdiğiniz Paris anılarınızdan biri olmaya aday kesinlikle.

A la Mere de Famille

Eski fayanslar, yıpranmış ahşap tezgahlar ve pencereler, metal avizeler, pandantifler, yan yana duran şeker kutuları ve zarafet…

Her şey, tarihi A la Mere de Famille butiğinin eski zamanlarını hatırlatıyor. Bir Paris hazinesi olan bu adres aynı zamanda Fransız mirasının bir parçası, çünkü tarihi bir anıt olarak listelenmiş.

1761 yılında açılan, Paris’teki en eski çikolata üreticisi A la Mere de Familie, Rue du Fauburg Montmartre’daki tarihi mağazasında eski cephesinin güzelliğini hala koruyor.

La Boulangerie Bo

Tarihi eser statüsündeki bina, hasadın birçok aşamasını yansıtan güzel mavi ve altın panelleriyle Belle Epoque atmosferinin tüm güzelliğini yansıtıyor.

1980 yılında bugünkü halini alan La Boulangerie, taze ve sağlıklı malzemelerin kullanımına vurgu yapan bir fırın. Birçok ekşi mayalı ekmeğin yanı sıra makarnalar ve tatlılar da bulabilirsiniz.

Shakespeare and Company

Notre Dame Katedrali’nin karşı köşesindeki Rue de la Bucherie’deki bu tarihi kitabevi, Paris’in en çok ziyaret edilen, ikonik mekanlarından biri kuşkusuz.

George Whitman’ın 1951 yılında açtığından bu yana İngilizce konuşan yazarların ve okurların buluşma yeri.

Mağaza ilk açıldığında Le Mistral adını taşıyormuş. Whitman, 1964’te, William Shakespeare’in doğumunun 400. yıldönümünde, orijinal Shakespeare and Company’yi 1919’da kuran Sylvia Beach’in onuruna bu ismi şimdiki ismiyle değiştirmiş.

Rue Reaumur’daki 61 ve 63 numaralı binalar

Art Nouveau ve Neo Gotik tarzlarındaki bu bina Paris yürüyüşünüzde muhteşem cephesiyle hayranlık uyandıracak. 2’nci ve 3’ncü bölgeler arasındaki Rue Reaumur’daki binanın üzerindeki anıtsal saat ise görülmeye değer.

Mimarlar Philippe Jouannin ve Edouard Singery tarafından 1898’de Rue Saint-Denis’in köşesinde inşa edilen binanın kapısının üzerinde, burç işaretlerini çağrıştıran kemerler arasında muhteşem heykeller var.

Saat kadranındaki her sayının yanında, yılın 12 ayını temsil eden astrolojik işaretler madalyonların içinde gösteriliyor. Heykelleri çevreleyen dört maske ise mevsimleri işaret ediyor: İlkbahar ve tanrıça Flora, sonbahar ve perisi Pomona, kış için tanrı Boreas ve yaz için tanrıça Ceres.

Saint-Serge de Radonege Ortodoks Kilisesi

1861 yılında inşa edilen, Paris’in gizli hazinelerinden biri… 93 Rue de Crimee adresinde yer alan Rus Ortodoks kilisesini bulmak için çiçekli bir patika boyunca yürümeniz ve yeşil bir ortamda yer alan bu dağ evi benzeri binaya ulaşmanız gerekiyor.

Önceleri Alman cemaati için bir Protestan kilisesiyken Birinci Dünya Savaşı’nın başında Fransız hükümeti tarafından el konuluyor.

1917 Bolşevik Devrimi sonrasında yaşanan Rus göçü sırasında Paris’teki Ortodoks topluluğu yeni bir kilise edinmeye karar veriyor ve 1924’te Fransız hükümeti tarafından Rus Ortodoks kilisesine satılıyor. Burası aynı zamanda Ortodoks Teoloji Enstitüsü.

Renkli bir sundurma ile süslenmiş ahşap cephesi gerçekten çok güzel. Rus ressam Dimitri Semionovitch Stelletsky tarafından dekore edilen iç mekan, Rus Neo-Gotik unsurlarının nefes kesen bir görüntüsüne sahip.

Le Pont Traverse

Duvar freskleriyle Paris’in en güzel ön cepheye sahip binalarından biri. Önce bir kasap, sonra kitapçı, şimdi de hoş bir kafe.

Latin Quartier’de şair Marcel Bealu tarafından 1949’da kurulan kitapçı 2019 yılında kapılarını kapattı, artık zarif bir kafe olarak hizmet veriyor.

Lüksemburg Bahçeleri’nden sadece birkaç adım ötede bulunan Le Pont Traverse, süslemeleri, vintage esintili mobilyaları ve fayanslarıyla da çok şık.