Mis kokulu bagetlerden çikolatalı kruvasanlara, turtalardan nefis soslu bifteklere kadar bir lezzet şölenidir Paris… Bu güzeller güzeli şehir, Art-Nouveau klasiklerden modern yorumlara uzanan restoranlarıyla gastronomi tutkunları için adeta bir keyif okyanusu.

“Ahh Paris” dedirten incelikler

Fransa’nın güzeller güzeli başkentiyle ilgili bugüne kadar yazılmamış, söylenmemiş şey kalmamıştır herhalde, değişmeyen gerçekler ise dünyanın en güzel şehirlerinden biri olduğu ve mutfak kültürüyle gastronomi tutkunlarını her daim kendine çekmesi. Tütsülenmiş etlerden kaz ciğerlerine, kremalı peynirlerden hamur işlerine ve soslu bifteklerine kadar bir lezzet okyanusudur Paris. Evet, çok kalabalık, çok kozmopolit ama o Seine Nehri’nin üzerinde gerdanlık gibi duran köprüleri yok mu, akşam oldu mu sokak lambalarıyla sizi alır ve bir masal dünyasına götürürür. Montmarte’ı, Saint-Germain’i, müzeleri, kafeleri, meydanları ve parklarıyla eve döndüğünüz zaman “Ah Paris” dedirtir size. Tabii doyumsuz lezzetleri de tez konusudur. Brasserie’leri, şık restoranları ve pastaneleriyle kocaman bir lezzet gezegenidir Paris.

Le Grand Colbert

Tarihi 1900’e kadar uzanan bir restoran var karşımızda. Ahşap üzerine Pompei tarzı tablolar ve zemindeki mozaikler salona ayrı bir şıklık katıyor. Jack Nicholson ve Diane Keaton’ın başrollerini paylaştığı ‘Something’s Gotta Give’ filminde de kullanılan bu restoran, özellikle soğan çorbası ve deniz ürünleriyle hayli gözde.

Le Train Bleu

Nefis yemekler ve çok şık bir ambiyans… Belle Epoque’un tüm ihtişamına tanık olacağınız, gösterişin hem mutfakta hem de salonda sergilendiği bir restoran burası. Gar de Lyon’daki buram buram tarih kokan Le Train Bleu’ye “gar restoranı” demek haksızlık olur, çünkü o kadar şık ki restorandan çok bir Paris sarayının salonunu andırıyor. 1901 yılında açılan restorana 1963 yılında aynı adlı trenin adı verilmiş.

Le Chardenoux

Gelenek ve çağdaşlığın iç içe geçtiği Le Chardenoux, işlemeli camları, deri ve kırmızı kadife karışımı koltukları, ahşap pervazları, tonet sandalyeleri ve ferforje kubbesiyle kesinlikle çok şık. ‘Tarihi Anıt’ olarak listelenen asırlık barın ruhu, inkar edilemeyecek kadar modern ama aynı zamanda geçmişin görkemini yansıtacak kadar etkileyici. İsveçli mimar Martin Brudnizki tarafından tasarlanan muhteşem tavanıyla her daim ilgi çekiyor.

Le Clarence

Altın varaklı avizeler, kırmızı kadifeler, koyu renkli ahşaplar, şık duvar kağıtları ve Neoklasik tablolar… 19’uncu yüzyıldan kalma muhteşem bir malikanenin geleneksel atmosferiyle modern mutfağın kusursuz bir karışımı. 2017 yılından bu yana Michelin Rehberi tarafından iki yıldızla ödüllendirilmiş. Fransız klasiklerinden oluşan bir menü ile birlikte Domaine Clarence Dillon şaraplarından oluşan geniş bir koleksiyona sahip.

Cafe Le Procope

Saint- Germain’deki Cafe Le Procope, Paris’in en eski kafesi. 1686 yılında Sicilyalı şef Francesco Procopio dei Coltelli tarafından açılmış. Napoleon sık sık gelirmiş, hatta şapkası bile var. Voltaire, Rousseau, Diderot, Robespierre gibi Fransız Devrimi’nin önemli isimlerini ve Aydınlanma filozoflarını, Paul Verlaine gibi Fransız şiirinin önde gelen isimlerini ağırlamış. İçeride Fransız yazar ve filozof Voltaire’in çalışma masasıyla, Benjamin Franklin’in XVI. Louis ile Yeni Cumhuriyet arasında 1778’de imzalanan Dostluk ve Ticaret Anlaşması’nın taslağının hazırlandığını gösteren bir plaket de görülebilir.

Laperouse

1766’dan günümüze uzanan bir yer var karşınızda. Klasik Fransız menüsüyle de çok Parisli ve çok zarif… Bir şehrin anısını bünyesinde barındıran efsanevi yerlerden biri. 1933 yılında Michelin rehberinde 3 yıldız alan ilk restoran olan Laperouse, Fransız yaşam sanatının büyüsünü deneyimlemek için öncelikle. Zola, Maupassant, Baudelaire, Proust, Victor Hugo, Colette, Serge Gainsbourg, Orson Welles, Winston Churchill ve Ernest Hemingway ünlü konuklarından birkaçı.

Le Beefbar

Olağanüstü lezzetli etlerle buluşmaya hazır mısınız? 2018 yılında kapılarını açan restoranın konsepti, Riccardo Giraudi’nin en harika etlerini patates püresiyle masaya getirmeye dayanıyor. Çikolatalı suflesi ise dillere destan. Bir zamanlar Fermette Marbeuf restoranının parladığı yerde bulunan Beefbar, mimarlar Humbert ve Poyet sayesinde eski ihtişamına kavuşmuş.

Bouillon Julien

Geçmişi 1906 yılına dayanan ve Art Nouveau tarzıyla göz dolduran Bouillon Julien, zamanda bir yolculuğa çıkaracak sizi.
Dört mevsimi temsil eden çiçek motifli dört kadının yer aldığı cam paneller, çatı penceresindeki fayanslar ve yeşilin hakimiyeti ilk anda gözünüze çarpıyor. Cilalı abanozdan yapılmış sandalyeler ve aynalar ise bu zarafeti tamamlıyor.

Girafe

Parisli bir atmosferde cazibenin, beklenmedikliğin ve kaygısızlığın bir karışımı… Eyfel Kulesi ile karşı karşıya olan teras manzarası ömre bedel! Place du Trocadero’daki bu şık deniz ürünleri restoranı, geçmiş yılların görkemi, kusursuz hizmeti ve menüsüyle gurur duyuyor. Joseph Dirand tarafından 30’lu yılların ruhuyla tasarlanan restoran, krem ​​renkli banklardan, mermerlerden, tropik bitkilerden ve orijinal pilasterlerden oluşan rahat bir dekora sahip.

Racines

Passage des Panoramas’ın tarihi atmosferinde yer alan Racines’in arkasında ünlü şef Simone Tondo var. Bu şık restoran, büyükanne Marisa’nın geleneksel tarifleriyle Paris bistrolarının çağdaş bir buluşması… 2019 yılında ilk Michelin yıldızını alan restoran, en kaliteli İtalyan ve Fransız ürünlerini tedarik ediyor. Menüsü ise Sardunya, İtalya ve Paris’in mutfak geleneklerinden ilham alıyor. ,

Allard

Saint-Germain des Pres’te bistroların altın çağına tanık olmaya ne dersiniz? Allard 1932 yılından bu yana Paris bistrolarının en ünlülerinden. Restorana adım attığınız ilk andan itibaren gerçek bir bistronun dünyasıyla tanışıyorsunuz: Rahat bir atmosfer rahat, çarpıcı bir dekor ve her türlü keyfi vadeden bir menü.

Cristal Room Baccarat

Zarafet, gastronomi ve kristal lüksün birleşimi… Fransız yaşama sevincini, yaratıcılığın ve güzelliğin birleştiği noktada kutlama sanatı… Bu keyifli deneyim büyüleyici bir avizenin alevler içinde kaldığı girişte başlıyor. Baccarat’ın mükemmellik tutkusu ile restoranın sanatsal vizyonu arasında uyumlu bir birliktelik yaratan mekan, Paris merkezli mimari ve iç tasarım stüdyosu Gilles et Boissier tarafından tasarlanmış. Geleneksel Fransız mutfağına yenilikçi yaklaşımı, gerçekten olağanüstü bir gastronomi deneyimi vadediyor.

La Coupole

Efsanevi brasserie La Coupole, 1927’den beri Montparnasse tarihinin bir sembolü olmuş. Art Deco atmosferinde yeşil ve altın renkli sütunlar ve yemek odasına bakan devasa kubbe, sizi mekanın en parlak dönemi olan iki savaş arası Paris’ine geri götürüyor. Choucroute, dana tartar, kızarmış dana ciğeri ve deniz ürünleri tabakları kaçırılmaması gereken Fransız lezzetleri arasında.