MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 1999 yılından bu yana İmralı'da tutuklu bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan'a yönelik 'silah bırakma' çağrısı, sözünü ettiği 'umut hakkı' nedeniyle tartışmalara neden oldu. Peki nedir umut hakkı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘iç cepheyi güçlendirme’ çağrısından sonra AK Parti ve MHP’yle HDP ardılı DEM Parti arasında başladığı gözlenen ‘yumuşama’ beraberinde “yeni çözüm süreci mi başlıyor” tartışmalarını getirdi. Başlarda taraflardan şartlı da olsa birbiri ardına diyaloğa açık demeçler verilirken MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den yüksek tonda bir çıkış geldi.

Geçmişteki gibi bir sürecin mümkün olmadığını dile getirdi ve Türkiye’nin gündemine bir kez daha ‘umut hakkını’ getirdi.

“Uzattığım el günlerdir tartışılıyor. Dedikodu borsası rekorlar kırıyor. Önüne gelen kendi meşrebine göre değerlendirme yapıyor. Görüş ve düşüncelerimi berrak ölçüde açıklamış olsam da birileri yine rahat durmuyor” diyen siyasetçi, şunları kayda geçirdi:

“Yeni bir çözüm sürecinin pişirildiğini iddia edenlere kadar pek çok iddia ve ifade malumlarınız olacağa üzere gündeme gelmiştir. Türkiye’nin sorunu Kürtler değil, terör örgütüdür. Yeni çözüm sürecine değil ortak akla ihtiyaç var. Terör başka siyaset başkadır.”

Devamında 1999 yılından bu yana İmralı’da tutuklu bulunan ve 44 aydır tecrit altında olduğu ileri sürülen PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik ‘silah bırakma’ çağrısını tekrarlayan Bahçeli, el artırarak iki haftadır verdiği mesajlara yenilerini ekledi:

“Türkiye’ye getirilirken her türlü hizmete hazırım diyen terörist başı buyursun terörün bittiğini ilan etsin. Bu çağrımı anlamayanlar, saptırmaya çalışanlar oldu. Gelsin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) DEM sıralarına katılıp silah bıraktığını ilan etsin, terörün tamamen bittiğini örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayeti gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılmasının önü de ardına kadar açılsın. Her adımı atmaya kararlı, inançlıyız. Yeni yüzyıl yeni hayat temelinde bagajları boşaltalım ve milli hedefleri birlikte yakalayalım.”

Söz konusu hak, 2009’da Oslo görüşmelerinde temeli atılan, ancak 7 Haziran – 1 Kasım 2015 arasındaki çatışmalı süreçte sona eren ‘çözüm sürecinde’ de masadaki önemli konulardan biriydi.

MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız da kişisel X (eski adıyla Twitter) hesabında paylaştığı mesajda “Türk siyasetinde 22 Ekim bir milattır. Bugünden sonra siyasi değerlendirmeler 22 Ekim’den önce, 22 Ekim’den sonra diye yapılacaktır” ifadesini kullandı.

Nedir bu umut hakkı?

Genel anlamıyla ‘umut hakkı’ hapis cezasına mahkum edilenlerin kanunla belirlenen sürelerde iyi halinden dolayı koşullu salıverilmesinin mümkün olup olmadığının değerlendirilmesine deniyor.

Öcalan özelindeyse durum biraz değişiyor.

Avukat Ersan Şen, resmi internet sitesinde tabloyu şöyle açıklıyordu: 

“15 Şubat 1999 tarihinde yakalanan Abdullah Öcalan, yerel mahkemenin 28 Nisan 1999 tarihli kararı ve Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 25 Kasım 1999 tarihli onama kararı ile Devletin ülkesine ve egemenliğine karşı suçu düzenleyen mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle idam cezasına mahkum edilmiştir. Vatana karşı işlenen bu suçun 5237 sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu’nda karşılığı, cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis olarak gösterilen Devletin birliğini ve Ülke bütünlüğünü bozma suçu olarak tanımlanmıştır. 

Öcalan’ın idam cezası, Anayasa ve Türk Ceza Kanunu’nda yapılan değişikliklerle ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi. Mahkumiyet kararından sonra 2005 yılında yapılan yasal düzenlemelerle Öcalan’ın koşullu salıverilmeden yararlanamayacağı öngörüldü.

Esas itibariyle Öcalan’ın idam cezası infaz edilmediğinden, bu ceza yürürlükten kaldırıldığından ve mülga TCK, mülga Ceza İnfaz Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nun 1999 yılında yürürlükte olan döneminde suç işlediğinden, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının 36 yıl olarak hesaplanması gerekirdi.

Öcalan; mülga TCK m.125 dışında taammüden insan öldürme, öldürmeye azmettirme ve yaralama suçlarından ayrıca yargılanıp cezalandırılmamıştır. Devletin ülkesine ve egemenliğine karşı suç işleyen failin cezası idam olduğundan, başka bir suçtan yargılanmasına da gerek görülmemiştir. 

Anayasa m.38, mülga TCK m.2 ve yeni TCK m.7’de, hapis cezasının infazına ilişkin koşullu salıverilme konusunda da failin lehine olan kanunun uygulanması kabul edilmiştir. Öcalan’ın cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis olduğundan, esas itibariyle infazın 36 yıl olarak yapılması gerekmektedir. 

Bununla birlikte; Öcalan’ın işlediği suçtan dolayı koşullu salıverilmesinin mümkün olmadığını ve eski adı ile müebbet ağır hapis, yeni adı ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye devam edeceğine ilişkin düzenleme ilk olarak, 21.07.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5218 sayılı Kanunun 1. maddesi ile Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesinde yapılan değişiklikle kabul edilmiş, benzer hüküm 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesinin 16. fıkrasında düzenlenmiş ve son olarak da bu hükümler 18.07.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5532 sayılı Kanunun 12. maddesi ile korunmuştur. 

Görüleceği üzere, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı ölünceye kadar devam edecektir. Ancak bu değişiklik, Öcalan’ın işlediği suç tarihinden sonra yapıldığından, ‘failin lehine uygulama’ prensibine aykırı düştüğü sonucuna varılabilir.

Her ne kadar Öcalan’ın idam cezasının Anayasa ve Kanunda yapılan değişiklikle kaldırılıp lehe düzenleme yapıldığı ve dolayısıyla ölünceye kadar hapiste kalmanın idam cezasından daha lehe olduğu ileri sürülse de, ölüm cezasının kaldırılması yalnızca Öcalan için gerçekleşmemiş ve Öcalan’ın idam cezasının infazının yapılmamasına dair kanun da çıkarılmamıştır.

Bu sebeple; ölüm cezasının kaldırıldığı ve yerine müebbet ağır hapis (şimdiki adı ile ağırlaştırılmış müebbet hapis) cezasının kabul edildiği, dolayısıyla bu hapis cezasının infazının aleyhe yapılan değişiklikle koşullu salıverilme kapsamının dışına çıkarılamayacağı ileri sürülebilir. 

Belirtmeliyiz ki, Öcalan’ın işlediği suçtan öngörülen ölüm cezasının kaldırıldığı ve yerine bazı suçlar yönünden verilen müebbet ağır hapis (ağırlaştırılmış müebbet hapis) cezasının infazında koşullu salıverilmenin uygulanmayıp, infazın hükümlü ölünceye kadar devam edeceğine dair değişiklik önce ölüm cezasını sınırlı kaldıran 4771 sayılı Kanunun 1. maddesi ve sonrasında da ölüm cezasını şartsız kaldıran 5218 sayılı Kanunun 1. maddesi ile yapılmıştır. Hem ceza ve hem de koşullu salıverilmeye ilişkin değişiklik, her iki Kanunda da aynı anda yapılmıştır.

Bu sebeple, hükümlü Öcalan’ın aleyhine koşullu salıverilme yönünden değişikliğe gidildiği düşünülemez. Kanun koyucunun bazı suçları ayırıp koşullu salıverilmeyi kaldırdığı, bu sebeple de ‘eşitlik’ ve ‘hukuk devleti’ ilkelerine aykırı hareket ettiği ileri sürülse de, işlenen suçlara ve uygulanan infaz sistemine göre ‘hukuki eşitlik’ ilkesine aykırı hareket edilmediği sürece, farklı tatbikatın izlenebileceği Anayasa Mahkemesi kararları ile kabul edilmiştir. Elbette bu farklılık keyfi olmamalıdır. 

Umut hakkı, hapis cezasına mahkum edilenlerin kanunla belirlenen sürelerde iyi halinden dolayı koşullu salıverilmesinin mümkün olup olmadığının değerlendirilmesine denir. 

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin İkinci Bölümü’nün 18 Mart 2014 tarihinde verdiği Öcalan (No.2) – Türkiye kararında ‘umut hakkı’ değerlendirilmiş ve Öcalan’ın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının koşullu salıverilme hakkı olmaksızın infaz edilmesi ile ceza infaz kurumunda yalnız tutulma koşullarının (tecritin), Sözleşmenin 3. maddesini ihlal ettiğine karar verilmiştir.

Mahkeme; Abdullah Öcalan’ın, Sözleşmenin 3., 7. ve 8. maddeleri kapsamına giren ihlal iddialarını ise reddedip, 5., 6., 13. ve 14. maddelerin ihlaline ilişkin olanlar hakkında karar vermeye gerek olmadığı sonucuna varmıştır. Böylece, Öcalan’ın tutulduğu İmralı Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun 17.11.2009 tarihinden itibaren şartlarının kötü olduğuna dair başvuruyu reddedip, sağlık konusunda yaşandığı söylenen zehirlenme iddiasını ise dayanaktan yoksun bulmuş ve esastan incelemeye değer görmemiştir. 

Müebbet hapis cezalarında ‘koşullu salıverilme’ ve ‘umut hakkı’ kavramları, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin Vinter kararında incelenmiştir. 9 Temmuz 2013 tarihli Vinter ve diğerleri – Birleşik Krallık kararında Mahkeme, müebbet hapis cezasının Sözleşmenin 3. maddesi ile korunan değerler ile uyumlu olabilmesi için, serbest bırakılma ve gözden geçirme şartlarının birlikte mevcut olması gerektiğine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca; müebbet hapis cezasının belirli süre geçtikten sonra (Vinter kararında bu süre 25 yıldır) değerlendirilmesi usulünün, gerek Avrupa Hukukunda ve gerekse Uluslararası Hukukta desteklenen bir fikir olduğunu kabul etmiş idi. 

Mahkemenin Öcalan kararı; ‘af’ veya ‘tahliye’ olarak kabul edilemeyeceği gibi, yeniden yargılama anlamını da taşımamaktadır. İHAM, müebbet hapis cezasına mahkum olan bireylerin toplum için tehlike taşıyıp taşımadıkları hususunun belirli sürelerle (ki Vinter kararında bu süre 25 yıldır) değerlendirilmesi gerektiği ve kişilerin yaşamlarının sonuna kadar ceza infaz kurumunda tutulmamasının gerektiğini ve hükümlünün yaşamının sonuna kadar ceza infaz kurumunda kalmasının doğru olmadığını vurgulamaktadır. 

‘Umut hakkı’ ile ilgili verilen ihlal kararının Türkiye Cumhuriyeti tarafından kabul edilmesi halinde, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesinin 16. fıkrası yürürlükten kaldırılması gerekirdi, ancak bugüne kadar m.107/16’nın değişikliği yönünde herhangi bir adım atılmamıştır.

Bu fıkraya göre; ‘5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, ‘Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar’ başlıklı Dördüncü Bölüm, ‘Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar’ başlıklı Beşinci Bölüm, ‘Milli Savunmaya Karşı Suçlar’ başlıklı Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkumiyet halinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz’. 

Ancak 107. maddenin 16. fıkrasının yürürlükten kaldırılması neticesinde, mahkum olunan hapis cezasının infazı sırasında koşullu salıverilme müessesesinin tatbiki gündeme gelebilir. Bu durumda; Öcalan’ın ve aynı hukuki durumdaki diğer bireylerin koşullu salıverilme müessesesinden faydalanması için ceza infaz kurumunda geçirilmesi gereken süre kanun koyucu tarafından yeniden düzenlenebileceği gibi, 5275 sayılı Kanunun ‘Koşullu salıverilme’ başlıklı 107. maddesindeki sürelerin de dikkate alınması mümkün olabilir. 

5275 sayılı Kanun m.107’de koşullu salıverilme müessesesinden faydalanmak için cezaevinde geçirilmesi gereken süre için ikili bir ayırıma gidildiği, suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkumiyet halinde koşullu salıverilmeye dair sürenin m.107/4 uyarınca hesaplanacağı, örgüt kapsamında işlenmeyen suçlara dair esasların ise ikinci ve üçüncü fıkrada düzenlendiği görülmektedir. 

Bizim de katıldığımız görüşe göre; Abdullah Öcalan’ın mahkumiyetine esas suçunu silahlı terör örgütü kapsamında işlendiğinden, koşullu salıverilme açısından m.107/4’ün uygulanması gündeme gelecek, yani koşullu salıverilmeden yararlanabilmesi için cezasının en az 36 yılını ceza infaz kurumunda geçirmesi gerekecektir. Bu görüşe göre; 15 Şubat 1999 tarihinde yakalanan Abdullah Öcalan’ın, diğer şartların varlığı halinde, 15 Şubat 2035 tarihinde koşullu salıverilmeden faydalanması mümkün gözükmektedir. (…)”

Bahçeli sürprizi: Öcalan’a Meclis’te konuşup örgütü lağvetmesi şartıyla erken salıverilme imkanı