İlk ortaya çıktığında son derece sansasyonel bir haberdi: İstanbul’da Anadolu Adliyesi’nin Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar, Hakimler Savcılar Kurulu’na bir mektup yazarak kendisiyle aynı adliyede görevli, 21. Ağır Ceza reisi Sidar Demiroğlu’nu rüşvet almakla suçluyordu.
Bu mektubun basına sızmasıyla ortalık karıştı. Hemen yayın yasağı geldi mektubun haberlerine. Ama bu arada HSK suçlanan yargıç Sidar Demiroğlu’nu açığa aldı ve bu arada bir de soruşturma başlattı.
Sadece bu da değil, suçlamaları yönelten savcı İsmail Uçar mesleğinde terfi etti ve HSK tarafından Yargıtay’a üye yapıldı.
Türkiye’de hakimlerin soruşturulması da, sonradan eğer haklarında dava açılacaksa kovuşturulması da özel usullere tabi. Bu çeşit soruşturmaları yapma yetkisi HSK müfettişlerinde, yargılama ise eğer yapılacaksa Yargıtay’da yapılıyor, öyle herhangi bir mahkemede değil.
Bu uygulamanın sebebi belli: Soruşturmayı HSK yapıyor, çünkü hakimler yaptıkları neredeyse her yargılamada olur olmaz şeylerle suçlanıp şikayet edilebiliyorlar. İddiaların ciddiyetini anlamak ve ona göre davranmak yargının en üst yönetim organı olan HSK’nın tekelinde. Kovuşturmayı ise Yargıtay yapıyor, çünkü bir hakimi ancak yüksek hakimler yargılayabilir.
Sidar Demiroğlu ile ilgili şikayette de aynı prosedür işledi. HSK bir noktada suçlamaları ciddi buldu ve hem Demiroğlu’nu açığa aldı hem de onun hakkında iddianame hazırlanmak üzere soruşturma yapılmasına izin verdi.
Şimdi bugün GazeteDuvar’da Can Bursalı’nın haberinden öğreniyoruz, meğer Sidar Demiroğlu için daha önce iki kez iddianame hazırlanmış ama bu yargılamada kovuşturma makamı olarak belirlenen Yargıtay 5. Ceza Dairesi bu iddianameleri beğenmeyip iade etmiş. Sonra bir de üçüncü iddianame hazırlanmış, daire son olarak bunu da iade etmiş.
Bursalı’nın haberinden öğreniyoruz ki Yargıtay 5. Ceza Dairesi iddianameyi iade gerekçelerini sıralarken iddianameyi hazırlayanların “kovuşturma izni dışına çıktığını” söylemiş, hakim Sidar Demiroğlu hakkında HSK’nın kovuşturma izni vermediği eylemlerden ötürü kamu davası açılmak istendiğini belirtmiş.
3. iddianamenin de iade edilmesini öğrenen ve halen açıkta olan hakim Sidar Demiroğlu, HSK’ya başvurarak göreve iadesini taep etmiş. GazeteDuvar’dan Can Bursalı hakim Demiroğlu ile konuşmuş, o da eski Başsavcı şimdiki Yargıtay üyesi İsmail Uçar’a yüklenmiş, “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” demiş.
“Eski Başsavcı İsmail Uçar ve bu kişinin yönlendirdiği bir kısım basın mensubu günlerce hem şahsımı hem de yargı teşkilatını sözde ‘rüşvet çarkı’ olduğu gerekçesiyle deyim yerindeyse linç etti” diyen Demiroğlu, “Yüksek mahkeme Yargıtay, şahsıma yönelik olarak rüşvet suçlaması yapılamayacağına ve bu konuda herhangi bir delil bulunmadığına karar verdi. Bu nedenle İsmail Uçar’ın hem şahsımdan hem de tüm yargı teşkilatından özür dilemesi gerekir.” ifadelerini de kullandı. Demiroğlu, Uçar hakkında dava açacağını da belirterek, “Elbette bu kişiyi sahip olduğu konusunda şüphe duyduğum utanma duygusuyla baş başa bırakmakla yetinmeyeceğim. Mutlak surette yargı makamları önünde gerekli hesabı soracağım” diye konuştu.
Yalnız bu olayda normal olmayan, hatta çok can sıkıcı olan bir durum var: İstanbul gibi dev bir şehrin inanılmaz iş yükü altında olması gereken Anadolu Adliyesi Başsavcısı bir yargıcı açık açık suçluyor, dedikodu yapmak yerine de dönüyor HSK’ya ihbar mektubu yazıyor.
HSK’nın ilgili dairesi bu ihbarı kısmen de olsa kıymetli buluyor, bununla ilgili sınırlı da olsa soruşturma izni veriyor, ardından da yapılan soruşturmanın neticesine bakıp yine sınırlı da olsa kovuşturma izni veriyor.
Ama bir türlü dava açılamıyor. Çünkü Yargıtay 5. Ceza Dairesi yazılan iddianameleri hukuka uygun bulmuyor.
Sorun iddianamelerdeyse de vahim bir durum var 5. Ceza Dairesindeyse de. İki taraf aynı anda haklı olamaz.
Sonuç olarak bir yargıç ağır ithamlarla suçlanmış durumda, onun da kendini mahkeme önünde savunma hakkı var. Dava açılamaması, bunun da usul sebeplerine dayanması o yargıcın kendini savunma hakkını kullanamaması anlamına geliyor.
Öte yandan eğer 5. Ceza Dairesi haklıysa bu kez de bu kadar üst seviyede ve özenli yürütülen işlemlerde bile bu kadar usul hatası yapılabiliyorsa sıradan vatandaşların işlemlerinde neler olabileceği sorusu akla geliyor ister istemez.
Tam bir “Terzi kendi söküğünü dikemez” öyküsü.