Tarikatlar, cemaatler, hak ihlalleri…
Bugüne kadar birçok özel haberini okuduk gazeteci Filiz Gazi’nin. 17 yıldır gazetecilik yapan; söylenen ve anlatılandan ziyade detayların kırıntılarını toplayan bir gazeteci Gazi. Ve artık ‘Yer Çekiminden Çok Şey Kaybettik’ adlı öykü kitabıyla, edebiyat ile gazeteciliği el ele götürenler kervanının en yeni üyesi.
İtiraf edeyim, bir gazeteciyle röportaj yapmanın avantajları olduğu kadar dezavantajları var. Sizden daha deneyimli bir gazeteciye soru sorarken bir şeyleri atladım mı tedirginliğine bir de hata yapmama endişesi ekleniyor. Ama karşınızdaki kişinin “halden anlaması” büyük bir rahatlık. Hızlı hareket etme ve aynı dili konuşma ise işi sular seller gibi akıtan küçük ama can kurtaran detaylar. Tüm bu duygular eşliğinde önce yüz yüze planladığımız görüşmemizi, Zoom’a, sonra da telefon konuşmasına çevirerek buluşuyoruz. Filiz Gazi, 2019’da Newslab Turkey’e yaptığı bir soruşturmada Elif Key, Mine Söğüt ve Pınar Öğünç’le konuşmuş, edebiyat ve gazeteciliği birlikte yürütmeyi sormuştu. Beş yıl sonra bu kez kendisi de benzer soruları cevaplayacak.
İlk soru belli; edebiyat aklına nasıl düştü; gazetecilik bir noktada yetmedi mi? Ama her şeyden önce yazmakla ilişkisi nasıl başladı?
1982 yılında Artvin’de doğan Gazi’nin yazmakla ilişkisi ilkokul yıllarına uzanıyor. Kompozisyon yarışmasında kazanılan bir değil, tam iki birincilik ödülü. “Her halde ilgim ve yeteneğim olduğu böyle ortaya çıktı. Ailem de bu konuda teşvik etti, yol gösterdi” diyor Gazi. Yine de gazetecilik eğitimi almıyor, üniversitede antropoloji okuyor. Ama kitaplar ve edebiyat hep hayatında.
Hikâyesine sosyal antropolog olarak başlayan Gazi, hep sahada olmuş. Daima hikâye peşinde koştuğu için gazetecilik de çok uzak gelmemiş ona. Yüksek Lisansını Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü’nde yapan Gazi; Radikal, Gerçek Gündem Gazete Duvar ve BirGün Gazetesi gibi pek çok yerde çalıştı bugüne kadar. Kendine sorduğu soruların cevabı ise yazmak olmuş hep: “Yazmak hep aklımdaydı. Ben ne yapabilirim, nasıl yazıp hem de birileri için bir şeyler yapabilirim sorusuna vereceğim en iyi cevap gazetecilik oldu.”
‘Gazetecilik değişik bir meslek, pirina gibiyiz’
Ona göre gazetecilik “değişik” bir meslek. Gazetecilikle ilgili konuşurken kendini yanlış aktarmak istemediğini hissediyorum, zaten bir süre sonra da o da itiraf ediyor bu tedirginliğini. Ama sonra şöyle topluyor cümlelerini:
“Değişik bir meslek gazetecilik. Pirana gibiyiz. Sıcak olayın peşinden koşuyoruz, acının içinden geçiyoruz. Tüm bunlara doğru koşuyorsun ama sonra ne oluyor? İşini bitirip haberini yazıp orayı terk ediyorsun. Bir sonraki habere geçiyorsun. Bu garip bir tekinsizlik. Gazeteciliğin bu tarafı rahatsız hissettirdi. Sanki daha ötesi var, ben de devamını getirebilirim diye düşündüm. Ve haberini yapmadığım insanların öykülerini yazdım.”
15 yıla yaklaşan gazetecilik kariyerinin kendisine bakma ve görme konusunda tecrübe kazandırdığını söylüyor Gazi. Bu talimli olma hali edebiyatına da yansımış. “Gazeteciliğim, edebiyat için alet edevat kutusu gibi oldu” diyerek anlatıyor iki alan arasındaki bağlantıyı.
‘Aklım söylenmeyenlerde kaldı’
Rotasını edebiyata kırma isteğini anlatırken Nobel Edebiyat Ödüllü araştırmacı gazeteci, yazar Svetlana Aleksiyevic’in bir cümlesini hatırlıyor: “‘Tarih olgularla ilgilenir, duyguları güverteye almaz’. Bu satırlar beni çok etkilemiş. Gazetecilikte gerçeğe ulaşmak ve aktarmak için söylenenleri sözcükleri yazdım hep. Ama aklım bir yandan da söylenmeyenlerde, hissettirilenler de kaldı. Haberde onları yazmanın bir sınırı vardır. Haberini yapmadıklarımı yazdım derken bunu kastediyorum.”
Emek verdiğin, günlerde üzerine çalıştığın bir haberin yayınlanması insanı mutlu ediyor, her türlü zorluğuna rağmen insanın gazetecilikte ısrar etmesinin en büyük kaynağı oluyor. Ben, “Bu duyguya yabancı değilim, ama bir kitap yazmak ve onun okurla buluşması bambaşka bir kalp çarpıntısı olsa gerek” derken Gazi, gülerek lafa giriyor:
“Ilgaz biliyor musun, kitap dağıtıldıktan sonra dudağımda uçuk çıktı. En iyi demiyorum ama iyi olsun istiyorum tabii ben de. Dağıtıma çıktıktan sonra gelen ‘Çok daha iyi yazabilirim’ duygusu fena şekilde tedirgin ediciymiş, iyi mi oldu endişesi çok betermiş. Haber daha rahat koşturduğum, daha profesyonel hissettiğim bir alan. Ama kurgu dünyası bambaşka bir şeymiş…”
‘Edebiyatıma, gazeteciliği karıştırmak istemedim’
Tam da bu noktada talimli olduğu gazetecilikle kıyaslıyor yazar kimliğini. Bu arada daha tam sahiplenmediğini ama nefesi yettiğince edebiyata devam etmek istediğini söylüyor laf arasında. Gazi’nin en büyük endişesi yazarken gazeteciliğini edebiyatına çok da karıştırmama isteği olmuş: “Çok korktuğum bir şeydi. Hayat öyle bir şey değil. Hayatın içinde ne kadar taraf olursan olsun, karakterler de taraf olmak istemedim.”
Edebiyatı okuyarak öğrendiğini söylüyor Gazi. Zaten bir saate yakın konuşmamız sırasında sık sık yazarlardan referans veriyor, kendisine yol gösteren cümleleri hatırlamaya çalışıyor. Ve yazmanın çileli bir iş olduğunu birkaç kere tekrar ediyor. Ancak bu çileden şikayetçi olduğu düşünülmesin. “Varoluşumu, hayata katkımı dille çalışarak yapabildim” diyor. Öyle ki kitapta yayınlanan öykülerden önce hazırladığı öyküleri çöpe attığını itiraf ediyor. “Heba da etmek gerekiyor diye düşündüm,” dedikten sonra yine gerçekçi bir yerden devam ediyor: “O dosyaya baktım, iyi değildi diye çöpe attım.”
Gerçeğin sıradanlığını yakalayan öyküler
Yazmanın bitmeyen çilesi ama bir yandan da şifası, gazetecilik derken sıra nihayet öykülere geliyor. Yer Çekiminden Çok Şey Kaybettik’ 11 öyküden oluşuyor. Ninesiyle hastane koridorlarında bekleyen bir torun, aşk konusunda aptalca kararlar almaktan bir türlü çıkamayan bir kadın, rahatsız edici bir çocukluk anısının peşinde hafıza labirentlerinde koşan bir kadın, birbirine çat kapı giden komşular ve çok daha fazlasıyla tanışıyoruz bu öykülerde. Sınıf çatışmasını da görüyoruz, iktidar mekanizmasının hayatlarımıza nasıl sirayet ettiğini de. Ancak bunların hiçbiri “Bakın, size söyleyeceklerim var” diye bağırmıyor. Tam da bu nedenle gerçeğin sıradanlığı yakalıyor öykülerde okuru.
Her şeyin sloganlara dönüştüğü, herkesin en çok kendi sesini duyurma isteğiyle bağırdığı bu çağda olanı, olduğu gibi aktaran öyküler bu nedenle okuru da yormuyor. Hatta biraz da merak uyandırıyor. Çünkü “çat” diye bitiyor. Bir karakterle tanışıyorsunuz, hikayesinden bir kesit öğreniyorsunuz. Sanki bir otobüs yolculuğunda yanınızda oturan ve sohbetinden çok keyif aldığını o yabancı gibi. Arada aklınıza geliyor, söylediklerini hatırlıyorsunuz fakat akıbeti hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz. Zaten çok da önemli değil; önemli olan o an yaşanan ve aklınızda yer edinenen sohbetti.
Filiz Gazi’ye bunu sorunca, “Evet, biraz böyle. Ben de zihinlerde dolaşıyorum. Yazar olarak size karakterlerin geleceğine dair bir şeyler söyleyebilirim ama okur kafasında nasıl istiyorsa öyle bitirsin istedim. Gazetecilikte istemediğin şeylere maruz kalıyorsun ya da müdahale etmek istediğin ama edemediğin şeylerle uğraşıyorsun. Edebiyatta bu işin böyle olma olasılığı var diyebileceğimi fark ettim.”
‘Türkiye gerçeklerini anlatmamaktan haya ederdim’
Filiz Gazi’nin gerçekleri usul usul anlatırken bir yandan da ihtimallerin sonsuzluğunu hatırlattığı öykülerinde Türkiye’ye dair gerçekler de var elbette. Bunu sorunca, yazar Beliz Güçbilmez’in “zübbe sanat” tabirinden yola çıkıyor.
“Bunları kendi kitabım için söylüyorum,” hatırlatmasını da yaparak devam ediyor: “Böyle bir ülkede yaşarken olan hiçbir şeyden bahsetmememekten, “zübbe bir anlatı” içinde yazmaktan haya ederdim. 22 yıldır devam eden bir iktidar var hayatımızda. Hepimizi etkileyen onlarca olay, acı, bu iktidarla büyümüş koca bir nesil… Hastanede, markette hatta insan ilişkilerinde bize bıraktığı izler var bunların. Dolayısıyla günlük hayatımıza sirayet eden hatta şekillendiren her şey kitabımda da var. Çünkü hayat böyle.”
Gazetecilikle birlikte sürdürmek istediğim edebiyata ilk adım.
Biri asfalt yolda yürümek diğeri sanki yemyeşil çimenlerde yürürken hayal etmek gibi.
Hikayelerimdeki karakterlerle bir süre vakit geçirdim. Şimdi sizin tanışmanız hatta belki kendinizi okur gibi okumanız ya da… https://t.co/edrRBywVMA
— Filiz Gazi (@filizgazi) January 14, 2024
Telefonu kapatacağız. Tam o sırada laf lafı açıyor, sosyal medyada kitabının duyurusu paylaşımına geliyor sıra. Paylaşımında gazeteciliğin asflaltlı yollarından; edebiyatın yeşil yollarına uzandığını söylemişti Gazi. O asfaltlı yol neden öyle, yeşil yollar dikensiz gül bahçeleri mi vaad ediyor? Merak edenler buyursun, o paylaşım ne anlama geliyor:
“Vasatta ilerleyen, Türkiye’deki halkların esas dertlerine inemeyen, tuhaf diyebileceğim bürokratik ilişkiler, söylemlerin halktan kopuk olması, sokağa inmeyen gazeteciler…. İtiraf ediyorum kimi durumlarda zeka seviyemin düştüğünü hissediyorum gazetecilikte. Çok yorucu bir alan hakikaten, oradan kaçmak istedim biraz. Asfalt derken de bunu kast ettim. Biraz toprağa basmaya, uçsuz bucaksız yeşil yollar gitmek istedim. Dersen ki bu alan çok mu kolay, hayır. Burası da kesinlikle yorucu. Ama kendi adıma bu kez ezbere hareket etmedim, kodları düşünmedim. Gazetecilikte istemediğin şeylere maruz kalıyorsun ya da müdahale etmek istediğin ama edemediğin şeylerle karşılaşıyorsun. Edebiyatta ‘Bakın, bu işin böyle olma olasılığı da var’ diyebileceğimi fark ettim…”
Filiz Gazi, gazeteciliğe devam ediyor. Ancak edebiyatta ısrar etmekte de kararlı. Öyküler yazmaya da devam ediyor. Öykü kitabının heyecanı tazeyken bir yandan da tarikatlardaki kadınlarla görüştüğü “içerden” bir kitabın son demlerinde. Yani, kurguyu da gerçeği de bırakmadan devam edecek yoluna.
-‘Yer Çekiminden Çok Şey Kaybettik’i kim okusun?
-Milan kundera, john berger, Cortazar. Aklıma ilk bu geldi.
-Kim kitap hakkında bir eleştiri yazsın?
-Ahmet Hamdi Tanpınar.
-Kitabı okuduk, kapağı kapattık. Okura hangi his kalsın?
-Detaylar candır!
-Birini seçmek zorundasınız: Gazetecilik mi yazarlık mı?
-Çok zor soru. Gerçekten zorlanıyorum. Ama zorundasın Filiz dediğin için gazetecilik diyeceğim. Hayatın içinde militan tavrı severim. Edebiyata içkin bir şey değil gibi. Gazeteciklikte bu tavrı sürdürebilirim diye geliyor.
-Kitabın ismi öykülerin birinden gelmiyor. Neden bu isim?
-Unutmama, dikkat kesilmeme, hatırlamama hayatın her yerin de var. İnsan hiçbir duyguya tutunamıyor. Öykülerde de bu tutunamama hali var. O yüzden, “Yerçekiminden çok şey kaybettik.”
-Bu röportajı okuyanlara kitaplığınızdan önerilerini söyler misiniz?
Ranciere-Özgürleşen Seyirci
Konrad Lorenz- İşte İnsan
Coetzee- Barbarları Beklerken
Marshall Berman- Marksizmle Maceram
Walter Benjamin- Son Bakışta Aşk
Arthur Koestler- Gün Ortasında Karanlık
Robert Musil- Yaşarken Açılan Miras
Richard Sennett- Zanaat
Clifford Geertz-Gerçeğin Ardından
Platonov-Can
Şok doktrin-N. Klein