Ahmet bey bunca yılın sahafı. Uzun zamandan beri geçimini kullanılmış, eski ve antika kitaplar toplayarak, onları yeni alıcılarıyla buluşturarak sağlıyor.
Üç hafta kadar önce telefonu çaldığında da heyecanla açtı; çünkü arayan ona zaman zaman eski kitap bulup getiren bir kağıt hurdacısı dostuydu.
Her taraftan hurda kağıt toplayan adam ‘Bana bir uğrasan iyi olur’ dedi Ahmet beye, ‘Yeni bir parti hurda kağıt geldi, içinde ciltli kitaplar da var. İşine yararsa alırsın.’
Ahmet bey gidip alacağı kitaplardan birinin Cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemlerinden birine ışık tutacak nitelikte bir belge olduğunu bilmiyordu henüz. Belge Turgut Özal’ın İstanbul’daki evinin satılması sonucu kağıt hurdacısına düşen 1992 tarihili Milli Güvenlik Kurulu (MGK) belgesiydi.
MGK Genel Sekreterliği bu belgeyi 1992 yılının sonunda, 30 Aralık’ta hazırlamıştı. A4 ebadındaki kağıtlara yazılı belge devletin gizli pek çok belgesi gibi kırmızı kapakla ciltlenmiş, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın başyaverince ‘Sayın Cumhurbaşkanına sunulmak üzere’ 22 Ocak 1993’te imza karşılığı teslim alınmıştı.
Belgede MGK Genel Sekreterliğine bağlı bir birim olan ‘Toplumla İlişkiler Başkanlığı’nın (TİB) görev alanının ve etkinliğinin nasıl genişletileceği kapsamlı bir plan olarak anlatılıyordu.
Türkiye ayrılıkçı terör örgütü PKK ile mücadelede 1992 yılından başlayarak çok zorlu bir döneme girdi. Sonraki yıllarda ’90’ların karanlığı’ diye anılacak olan o dönemde önce Türk Silahlı Kuvvetleri bir mücadele konsepti değişikliğine gitti, Milli Güvenlik Kurulu da bu konsept değişikliği uyarınca hazırlanan kapsamlı yeni stratejiyi onayladı.
Bu onaydan sonra dönemin yasalarında bir çeşit ‘paralel başbakanlık’ gibi yetkili kılınmış olan Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği çeşitli uygulama planları hazırlamaya başladı. Bu planlardan biri 10Haber’in dün yayınlamaya başladığı ‘Psikolojik Etkinlik Çalışmaları – Sonuç Raporu’ başlıklı gizli damgalı rapordu.
Rapor MGK Genel Sekreterliği bünyesinde Toplumla İlişkiler Başkanlığı’nı devlet çapında PKK’ya karşı ‘psikolojik harekat merkezi’ olarak konumlandırıyor, Genelkurmay Başkanlığı’ndan İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarına, MİT’ten Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’na, TRT’den Anadolu Ajansı’na, Basın Yayın Genel Müdürlüğünden Başbakanlık Dış Türklerle İlişkiler Müşavirliğine kadar devletin kritik organlarına da bu ‘psikolojik harekata katılma talimatı’ veriyordu.
Jandarmaya geniş sorumluluk
O sırada PKK ile mücadelenin temelde Jandarma Genel Komutanlığı tarafından bir ‘iç güvenlik harekatı’ şeklinde yapıldığı dikkate alındığında sözü edilen gizli raporda jandarmaya başka kurumlara göre daha fazla görev verilmesi ‘doğal’ gibi duruyor.
Gizli damgalı ve dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a sunulan raporda jandarmaya verilen bu görev ve sorumluluklardan bazıları şöyle sıralanmış:
-Subay, astsubay, uzman jandarma çavuş, sivil memur, erbaş ve erleri, bölücü ve yıkıcı terörist faaliyetlerin amacı, tekniği ve taktiği konusunda bilinçlendirmek ve eğitmek.
-Büyük çoğunluğu halkın devamlı içinde ve halkla birlikte görev yapan jandarma personelini halkla ilişkiler konusunda bilinçlendirmek, eğitmek.
-Bölücülük ve yıkıcılık maksadıyla hazırlanan tüm yerli ve yabancı propaganda materyalini karşı propaganda çalışmalarına esas olmak üzere Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine ulaştırmak.
-Silah verilen geçici köy korucularına her fırsatta milli birlik ve bütünlük yönünde aydınlatmak maksadıyla konferanslar verilmesini sağlamak.
-Bölgede İstiklal Harbi, Kore ve Kıbrıs Barış Harekatına katılmış gazi ve şehitlerin künyelerini çıkartmak, şehir ve kasabalarda Belediye ve Özel İdare ile müşterek inşa edilecek anıtlara plaketlerle bu isimleri raptetmek, bu vesileyle törenler düzenlemek.
-Örgüt ve yandaşlarının karalama kampanyasına hedef olan kişi ve kuruluşların karşı açıklamada bulunma imkanına kavuşturmak, açıklamalara sürat kazandırmak ve tekzip uygulamasını çalıştırmak.
Hepsi bu kadar masum değil
TİB tarafından kaleme alınan, MGK Genel Sekreterliği tarafından 22 Ocak 1993’te Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a sunulmak üzere Özal’ın başyaverine teslim edilen ve tam 31 yıl sonra İstanbul’da bir kağıt hurdacısında bulunan ‘Gizli’ damgalı raporda jandarma için tanımlanan sorumlulukların hepsi bu kadar masum görünmüyor.
Örneğin jandarmaya verilen sorumluluklardan birinde ‘Taktik harekat alanında kullanılması ve uygulanması gereken propaganda ve karşı propaganda konularında jandarma personelini ve birliklerini bilgilendirmek’ deniyor.
Buradaki ‘taktik harekat alanı’ tabiri çok önemli. Bununla kastedilen aktif çatışma alanı. Yani jandarmadan PKK ile çatışmanın hemen ertesinde, hatta bazen çatışma sırasında aktif propaganda yapması isteniyor.
90’lı yıllarda çatışmada öldürülmüş PKK’lıların cesetlerinin sık sık TV’lerde ve gazetelerde sergilendiği biliniyor. İşte ‘taktik harekat alanı’ propagandasının bir unsuru da bu cesetleri göstermek, bu yolla PKK’nın moralini bozmayı hedeflemekti.
‘İşadamlarına özel tedbir’
MGK Genel Sekreterliği’nin 10Haber tarafından bir sahafta bulunan belgesi ‘Gizli’ damgasını taşıyor olsa da, yine de dikkatli bir dille yazılmış, gelecekte istenmeyen gözlerin okuması halinde doğacak skandaldan kaçınmak için ne gerekiyorsa yapılmış.
Ama raporda jandarmaya verilen sorumluluklar içinde biri var ki, buraya sansürsüz ve dikkatsiz biçimde girmiş gibi duruyor. O sorumluluk aynen şöyle yazılmış:
‘Örgüte destek sağladığı bilinen işadamlarına karşı özel tedbirler uygulamak.‘
Bu ‘özel tedbirler’in neler olduğu yazılmamış ama Türkiye o ‘özel tedbirler’le Kasım 1993’ten itibaren tanışmaya başlayacak.
1993 başına geri dönelim
10Haber’in dünden beri yayınladığı MGK Genel Sekreterliği’nin gizli damgalı raporu için ilk hazırlıklar dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in 21 Eylül 1992’deki bir direktifiyle başlamış. Ardından dönemin Devlet Bakanı Gökberk Ergenekon’un direktifleri var.
Sonrasında raporun yazılmaya başlandığı ve yazımın 30 Aralık 1992’de tamamlanıp raporun 22 Ocak 1993’te Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a sunulduğu anlaşılıyor.
TSK’nın strateji değiştirme kararını siyasi otoriteye de onaylatıp bu konuda MGK kararları alındığı 1992 Eylül ayından söz konusu raporun sunulduğu Ocak 1993’e kadar geçen sürede Turgut Özal’ın kendisi de Kürt sorunu ve PKK terörü meselesiyle fazlasıyla haşır neşir. Bir dönem Kürt sorunu konusunda ‘Federasyon dahil her şeyi tartışmalıyız’ diyen, ama sonra ‘Ben federasyonun imkansızlığının anlaşılması için bunu söyledim’ diye sözlerine açıklık getiren Özal bir yandan da siyaset arkadaşı ve eski bakan Adnan Kahveci’ye Kürt raporu hazırlatıyordu.
Turgut Özal: Bu iş sopayla şiddetle çözülmez
Kahveci o raporu 1992 sonlarında Özal’a sundu. Raporu okuyan ve üstünde çeşitli düzenlemeler yapan Özal Ocak 1993’te raporu kendi imzasıyla hükümete, Başbakan Demirel’e gönderdi. İlginçtir, Adnan Kahveci’nin raporu ‘Kürt sorunu nasıl çözülmez‘ başlığını taşıyordu, Özal’ın Demirel’e gönderdiği raporun başlığı ise farklıydı: ‘Kürt Sorunu-Güneydoğu Anadolu’daki Durum ve Çözüme Yardımcı Olabilecek Öneriler.’
Gerçi Başbakan Süleyman Demirel ilk olarak 1991’de ‘Kürt realitesini tanıyoruz’ demişti, ama Türk siyasetçileri içinde o dönemde ‘Kürt’ kelimesini en çok kullanan isim Turgut Özal’dı. Nitekim raporunun başlığına da ‘Kürt sorunu’ demişti.
Özal 1992 yılında kanlı Nevruz olaylarından sonra tepkileri göze alarak o dönem adı HEP olan Kürt siyasi hareketinin milletvekilleriyle Çankaya Köşkü’nde görüşmüş, “Bu mesele sopayla, silah zoruyla çözülmez” demiş ve eklemişti: “Kürt meselesini de mutlaka çözeceğim. Bu benim milletime yapacağım son hizmetim olacaktır.”
Özal’ın bu konudaki bir başka konuşması şöyleydi:
“Meseleye Millî Mücadele’den sonraki dönemlerde ‘tedip zihniyeti’yle yaklaşılması hatalı oldu. Türkiye’nin millî bütünlüğü bakımından en önemli mesele Ermeni meselesi falan değil, bu meseledir. Biz ‘tedip’ zihniyetiyle bu işin çözülemeyeceğini düşünüyoruz. Seneler sonra büyük tepkiler ortaya çıkıyor. Bize göre meseleyi ‘tedip’le değil, ‘siyaseten’ çözmek lazım.”
PKK’yı ateşkese ikna
Kürt sorunu konusunda devletin ‘cezalandırıcı zihniyeti’nden (‘tedip zihniyeti’ yani terbiye edici ceza verme) farklı bir çözüm yolu arayan Özal, Başbakan Demirel’e gönderdiği raporunda ciddi güvenlik tedbirleri de içeren bir dizi öneride bulunuyor, bu önerilerin yerine getirilmesi halinde ‘Kürt sorunu’nun 5-10 yıl içinde kendiliğinden sönüp gideceğini öne sürüyordu.
Özal’ın çözüm arayışları içinde PKK ile dolaylı olarak müzakere etmek de vardı. Araya yerli yabancı çok sayıda aracı soktu Özal ve sonunda PKK Kuzey Iraklı Kürt liderlerden Celal Talabani’nin arabuluculuğunda 20 Mart 1993’te tek taraflı ateşkes ilan etti.
Özal ölünce her şey değişiyor
Turgut Özal’ın Kürt sorunu konusunda son şeklini bizzat verip Başbakan Süleyman Demirel’e gönderdiği rapor dışında başka hazırlıkları, başka çözüm önerileri de var mıydı bilinmez ama Türkiye 17 Nisan 1993’te büyük bir sürprizle sarsıldı. Cumhurbaşkanı Turgut Özal Çankaya Köşkü’nde eşi Semra Özal’la birlikte sabah sporunu yaparken kalp krizi geçirdi, daha sonra kaldırıldığı Hacettepe Hastanesi’nde kurtarılamayarak öldü.
Özal’ın ölümü Türkiye’nin bütün siyasi dengelerini birden değiştirdi. Başbakan Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı oldu, Çankaya Köşkü’ne çıktı, iktidardaki partisinin genel bakanlığına daha birkaç yıl önce siyasete girmiş olan Tansu Çiller seçildi, Çiller başbakan oldu. Bu arada PKK da mayıs ayında Şemdin Sakık’ın 33 eri şehit etmesiyle ateşkese son vermiş, yeniden kanlı saldırıların başlamıştı.
Çiller hızla şahinleşiyor, Mehmet Ağar geliyor
Tansu Çiller başbakan olduğu ilk günlerde Kürt sorununun çözümü için ‘Bask modeli’ adını verdiği bir modeli gündeme getirmişti. Bask ülkesi İspanya içinde bir federatif yapı. Kendi bayrağı, başkenti, parlamentosu ve hükümeti var. Çiller’in Kürt sorunu için böyle federatif bir yapı önermesi Ankara’da ciddi bir karışıklığa ve tartışmaya sebep oldu.
Ama Çiller kısa sürede bu sözünden geri adım attı, hatta terörün bitirilmesi için Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere bütün güvenlik birimlerinin her türlü malzeme ve silah alım talebini onaylamaya, güvenliğe ayrılan bütçeyi ve kaynağı arttırmaya başladı.
Çiller PKK’yı askeri yöntemlerle yok etmek istiyordu, silahlı mücadeleye büyük ağırlık verildi. Temmuz 1993’te Tansu Çiller o zamanlar Erzurum Valisi olan Mehmet Ağar’ı Emniyet Genel Müdürü olarak atadı. Terörle yoğun mücadeleyi sadece asker değil polis de yapacaktı.
Mehmet Ağar’ın genel müdür olduktan sonra ilk işlerinden biri polis bünyesinde Özel Harekat Şubesi’ni yeniden yapılandırmak ve güçlendirmek oldu. En son Milli İstihbarat Teşkilatı’nda çalışıp emekliye ayrılmış olan eski TSK Özel Kuvvetler Yarbayı Korkut Eken’i Polis Özel Harekat’a gerilla savaşı eğitimi vermesi için göreve davet etti.
PKK’ya yardım eden Kürt işadamları
Başbakan Tansu Çiller 4 Kasım 1993’te İstanbul’da gazetecilere çok ilginç bir açıklama yaptı. Çiller şöyle diyordu:
“Elimizde PKK’ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK’yla olduğu gibi PKK’ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir.”
Çiller’in bu açıklamasından 11 ay önce MGK Genel Sekreterliği’nin yazdığı ve 10Haber’in yayınladığı gizli damgalı raporda jandarmaya verilen görevlerden biri de buydu; ‘Örgüte destek sağladığı bilinen işadamlarına karşı özel tedbirler uygulamak‘.
Kurduğu bu cümle ve bunun kaynağı 19 yıl sonra Meclis’in oluşturduğu Darbeleri Araştırma Komisyonu tarafından da soruldu Tansu Çiller’e ve bu kez şöyle dedi:
“Evet, böyle bir liste geldi önüme. Tahmin ediyorum ki İçişleri Bakanlığı’ndan geldi. MGK’da da bu tarz birtakım işadamlarının finansman için tehdit edildiği ve zorla para toplandığı ifade edildi. Bu çerçevede o gün, hatta o an önüme gelen bir listeydi. ‘Kimse buna boyun eğmesin, biz bunları koruruz. Kim bunu yapıyorsa bunları da önleriz… Bu işadamları tehdit ediliyorsa korkmasınlar…’ Verdiğim mesaj buydu.”
Kürt işadamları öldürülmeye başlıyor
Fakat konu Tansu Çiller’in 19 yıl sonra tevil etmeye çalıştığı gibi masum ve o iş insanlarını koruma amaçlı değildi. Tam tersine, PKK’ya yardım ettiği söylenen işadamlarının neredeyse tamamı hukuken hâlâ ‘faili meçhul’ sayılan cinayetlere kurban gitmeye başladı.
İlk öldürülen eroin kaçakçısı olarak bilinen Behçet Cantürk’tü. Cantürk’ün PKK’ya yakın yayın yapmak için 1992 Mayıs ayında kurulan Özgür Gündem gazetesinin finansörlerinden olduğu öne sürülüyordu.
Cantürk, Çiller’in ‘elimizde PKK’ya yardım eden işadamlarının listesi var’ dedikten 70 gün sonra, 14 Ocak 1994’te öldürüldü. 25 Şubat’ta avukat Yusuf Ziya Ekinci ile devam eden cinayet dizisinde Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım, Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Namık Erdoğan, avukat Medet Serhat, DEP’li avukat Faik Candan, Fevzi Arslan, Şahin Arslan ve Ankara’nın Altındağ ilçesinin Yüksekovalı Nüfus Müdürü Mecit Baskın katledildiler.
Tansu Çiller’in sözünü ettiği ‘PKK’ya yardım eden işadamları listesi’ yıllar sonra Jandarma Genel Komutanlığı’nın arşivinden de çıktı. Listeyi içeren belge jandarma istihbaratın arşivine ‘müteahhit çizelgesi’ adıyla kaydedilmişti.
Susurluk devlet çetesi-Çiller özel örgütü
Bütün bu cinayetlerin sadece PKK’ya desteği kesmek, PKK’ya destek verilmesini caydırmak amacıyla değil, bazı kişilerin bu işten kişisel maddi çıkar da elde etmesi için, hatta ‘ölüm listeleri’nin bu kişilerden haraç almak için de kullanıldığı yıllar sonra, 3 Kasım 1996’da Balıkesir’in Susurluk ilçesinde meydana gelen bir trafik kazasından sonra yaşanan skandalla ortaya çıktı.
Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde aralarında polis memurlarının yanı sıra Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı dahil bazı eski ülkücülerin de yer aldığı silahlı bir özel grup oluşturulduğu, bu grubun listede adı geçen Kürt işadamlarını ve başkalarını haraca bağladığı iddialarını Türkiye yıllarca konuştu, çok sayıda yargılama yapıldı, mahkumiyet kararları verildi, bazı isimler hapis de yattı.
Uzun yıllar boyunca yargılanan isimlerden biri de Mehmet Ağar’dı. Ağar yapılanları şahsi inisiyatifiyle değil devleti talimat verdiği için yaptığını, gerekirse bunların belgelerini de sunacağını mahkemelerde birkaç kez söyledi. Ağar elinde olduğunu söylediği belgeleri hiçbir zaman açıklamadı, çünkü mahkum olmadı.
Susurluk MGK onaylı mıydı?
Susurluk skandalından sonra bu trafik kazasıyla ortaya çıkan ‘devlet çetesi’nin Milli Güvenlik Kurulu’ndan onay alan bir örgütlenme olduğunu ilk öne süren, o sırada Radikal gazetesinin Ankara Temsilcisi olan gazeteci İsmet Berkan oldu.
Berkan 6 Aralık 1996’da köşesinde yayınlanan yazısında ‘Bu satırların yazarının gördüğü bir MGK dokümanında kurulacak organizasyonun şeması ve bu organizasyonda görev alacak kişilerin isimleri de yer alıyordu. İsimler arasında Abdullah Çatlı da vardı. Örgütte özel timden polisler, bazı askerler ve Çatlı’nın bazı arkadaşları da yer alacaktı’ diye yazıyor ve ekliyordu: “Bu satırların tamamı kopyasını almama ya da okurken not tutmama izin verilmeyen, sadece hızlı bir şekilde okuyabildiğim bir dokümana dayanarak yazıldı. Doğruluğunu pek çok başka şeye bakarak tartabildiğim bu haberin aslında yalan olmasını diliyorum. Tabii bugün hemen yalanlanacağından hiç şüphem yok. Ama temennim yalanlayanların doğruyu söylemesi.” MGK bu yetkiyi 1993’ün sonbahar aylarında vermişti Berkan’a göre.
O yazının çıktığı gün Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Berkan’ı telefonla arayarak kendisinin katıldığı bütün MGK’ların kararlarını tarattığını ve bu yazıda sözü edilen kararı bulamadığını söyledi.
Çiller özel örgütü iddiası
Susurluk çetesiyle ilgili bir başka iddia bu grubun ‘Çiller Özel Örgütü’ olduğu yönündeydi ve doğrudan Başbakan Tansu Çiller’e bağlı hareket ettiğini söylüyordu. O dönem Tansu Çiller’in en yakınında bulunan isimlerden olan bugünün YouTube fenomeni Memduh Bayraktaroğlu anılarını ‘Çiller’li Yıllarım’ adıyla kitaplaştırmıştı. Bayraktaroğlu kitabında bu konuda şöyle yazıyordu:
“Eski istihbaratçılar ve görevde olan meslektaşları Özer beye ‘özel birlik’ kurulmasını önermişti. (…) Gerekli kararnameler ve tüzükler hazırlandı. Fakat o da ne? Cumhurbaşkanı Demirel teşkilatın kuruluşunu onaylamadı. Buna rağmen kurulan ekip resmi çerçeve dışında çalışmalarına başladı. İçlerinden bir sözcü seçip uyuşturucu ticaretini yöneten (Behçet) Cantürk’e gönderdiler. Sözcü uyuşturucu ticaretinden vazgeçmesini, aksi halde başına iş açılacağını bildirecekti. Cantürk özel birlikle işbirliği yapmayı kabul etmedi. İlerleyen günlerde Cantürk öldürüldü. (…) Uyuşturucu gelirleri terör örgütünün elinden uçup giderken talih kuşu (!) özel ekibin başına konmuştu! Devlet kontrolünde yapılan uyuşturucu işi ekibin üyelerini ve elbette ekibi koruyanları zengin etmişti…”
Dava 2013 yılında açıldı
Süreç böyle devam ederken işlenen faili meçhul cinayetlerle ilgili 2013 yılında dava açıldı. Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken ve itiraflarıyla davanın yeniden açılmasını sağlayan Ayhan Çarkın’la birlikte 14 kişi daha davada sanık olarak yer aldı. Faili meçhul cinayetlerde öldürülenlerin yakınları ise davanın mağduruydu. Dava uzun yıllar devam etti ve sanıkların hepsi beraat etti. 2021 yılında istinaf mahkemesi yerel mahkemenin verdiği beraat kararını bozdu; bozma kararında yerel mahkemeyi de “Bu davanın yeniden açılmasına yol açan eski özel harekât polisi Ayhan Çarkın’ın bu konuda söylediklerini iyi dinlememişsiniz” diye uyardı. Yargılama tekrar başladı. Yerel mahkeme yine beraat kararı verdi. 4 Mart 2024’te ise önceki kararları bozan istinaf bu kez yerel mahkemenin kararını onayarak aralarında Mehmet Ağar, Korkut Eken gibi isimlerin de olduğu 18 sanık hakkında beraat kararı verdi. Ancak istinaf mahkemesinin gerekçeli kararına Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi üyesi Ayhan Altun 160 sayfalık muhalefet şerhi yazdı. Ayhan Altun muhalefet şerhinde “Milli Güvenlik Kurulu’nca yasa dışı bölücü terör örgütüne rızaen veya değil, mali destek veren kişilere ilişkin bir listenin oluşturulduğu, bunların kamu ihalelerine girmekten yasaklandıkları, buna karşın zamanın Başbakanı Tansu Çiller’in 04.11.1993 tarihinde Holiday Inn otelindeki konuşması sırasında bildirdiği yukarıdaki açıklaması ve bilahare söz konusu listede adları yazılı olduğu iddia edilen bir kısım kişilerin öldürülmesi nedeniyle kamuoyunda listenin öldürülecekler listesi olarak anılmaya başlandığı anlaşılmaktadır” dedi. Dava şu an Yargıtay’da. Beraat kararını Yargıtay’ın da onaması durumunda faili meçhul cinayetler dosyası kapanacak.