Prof. Dr. Celal Şengör Le Monde Diplomatique Türkçe’nin Aralık ayı sayısında Işıl Cinmen’in sorularını yanıtladı ve Türkiye’nin konuştuğu Polat çifti üzerinden gösteriş akımını yorumladı. Dilan ve Engin Polat çiftinin güzellik merkezleri ve inşaat firması vardı. Polat her fırsatta eşiyle yaşadığı lüks hayatı sosyal medyadan duyuruyordu, onu eleştirenlere de tükürüp küfürler savuruyordu. Çiftin bu ani zenginliği dikkat çekiciydi, çünkü yaklaşık üç yıl önce yaşadıkları yoksul mahalleden Çekmeköy’deki villaya nasıl taşınabildikleri ‘şans’la açıklanabilecek gibi değildi. Nitekim MASAK raporları da bunu ortaya çıkardı ve Polat çifti ailecek tutuklandı.
“Hükümetten başlayaraken alt sosyal sınıflara kadar herkes itibarı gösterişte arıyor. Gösterişi de maddi zenginliğe bağlıyor. Türkiye’de 1950’den sonra yavaş yavaş iktidara gelen zihniyetin AKP ile tavana vurması sonucu bunlar. ‘Biz kendimizi nasıl gösteririz?’ demeye başladı. Geçmişlerinde görünmelerine yardımcı olacak hiçbir değer yok. Dolayısıyla maddi gösterişi görünür olmanın aleti haline getirdiler. Tayyip Erdoğan’ın meşhur lafını hatırla, ‘İtibardan tasarruf olmaz’ der. İtibarı uçak ve araba sayısı zannediyor. Bütün halkta bu var” diyen Şengör itibarın altın tozuyla kahve içmek zannedildiğini söyledi. Kültürü düşük olan kişinin görgüsüz olacağını belirten Şengör ev çürük olmasına rağmen arabaya yatırım yapmanın bunun örneği olduğunu söyledi.
Söyleşinin devamı şu şekilde:
Siz Türkiye’de görgüsüzlüğün doğuşunu 1950’lerden başlattınız, herhalde ilk pik’in 80’lerde yaşandığını söyleyebiliriz. Ama yine de ben ilkokula giderken öbür çocuklar kendilerini kötü, eksik hissetmesin diye alınmayan süslü çantalar, güzel ayakkabılar, çantaya koyulmayan muzlar vardı… Nasıl bu kadar hızlı bir kayma yaşandı?
Çok basit, haberleşme yöntemleri ve imkanları değişti. Artık YouTube, Instagram, TikTok var. Çocuk çok ucuz bir bilgisayar vasıtasıyla her şeyi görüyor ve gördüğü gibi olmak istiyor. Özeniyor, kendi ailesinden, sınıfından, üstündeki baskıdan özgürleşmek istiyor. Bu eski bir temadır, çocuğun ebeveynine isyanı yani… Sadece artık kimi örnek alacağını kendi çevresi değil sosyal medya belirliyor.
Çözüm nedir?
Şimdi bazı şeyler söyleyeceğim ama sen bana yine faşist diyeceksin; bunun önüne geçmenin yolu basittir, metazori eğitim. Atatürk’ün yaptığıdır yani. Okula gideceksin, öğretmenin kaliteli olacak, kaliteli olmayan öğretmeni sepetleyeceksin; çocuğa muasır medeniyet seviyesinin altında bir şey öğretemezsin. Biz insanlık olarak nereden nereye geldik, bugün neredeyiz? Bugünün kötü örneklerini de anlatacaksın ve bunlara “Kötü” diyeceksin.
Bu kültürde aristokrasi olsaydı, durum farklı olur muydu?
Avrupa aristokrasisi bizlerin hiçbir zaman yapmadığı akıllı bir şey yapmıştır. Kont, baron ya da dük… Tüm unvan ve varlık ilk çocuğa kalır. Dolayısıyla bu muazzam bir süreklilik sağlar. Aristokrat üzerinde en az 500 senelik terbiye taşır. Bu, bizde yok.
Türkiye’de aristokrasi olsaydı kim aristokrat olurdu?
Eski paşa ailelerinin çocukları olurdu ama onların da çoğu gitti zaten. Sivil paşalar var; Kamil Paşa, Âli Paşa gibi… Âli Paşa çok fakir bir ailenin oğlu! Ama Fransız elçisine ‘Bana gönderdiğiniz tehdit mektubunun Fransızcası düzgün değil, düzeltip gönderin’ diyebilecek bir adam. Bunlar saygın insanlar ama öldüklerinde ne oldu? Mesela devlet Âli Paşa’nın borcunu devletin ona hediye ettiği çiftliği satarak karşıladı. Ya bu adamların hizmetleri muazzam bu devlete, neden kollamıyorsun sen onları? Hiçbirinin ailesi kalmadı, dağıtıldı. Onlar korunabilseydi örnek olmaya devam edeceklerdi.
Neden kollamıyor?
Fatih Çandarlı Ailesi’nin kökünü neden kazıyor? Başka güç istemediği için. Osmanlı İmparatorluğu’nun politikası bu tip aileleri sürdürmemekti. Fatih’ten başlayıp günümüze kadar gelen bir iktidar ortağından korkma sıkıntısı var bu topraklarda.