Yarın başlayacak 75. Berlin Film Festivali’nde bir dizi olay gösterilecek filmlerin ve katılacak konukların önüne geçiyor. Aslında reklamın iyisi kötüsü olmaz ama festivali medyaya taşıyan bazı haberler gerçekten tuhaf.
Bu yıl ana yarışmaya seçilen İran filmi ‘My Favourite Cake’in yönetmenleri Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha’nın pasaportlarına el konmuş, haklarında açılan bir dava nedeniyle İran dışına çıkmaları yasaklanmış.
Türkiye’de de 1960’larda çok sık tanık olduğumuz bir durum. Nedense o zaman yönetmenlerin filmlerini yurt dışındaki festivallere yollamaları pek hoş karşılanmaz, bir film yurt dışında bir festivale seçildiğinde yönetmenin yurt dışına çıkması engellenirdi. Nedeni o zamanki bürokratların gölgelerinden korkmaları ve “filmlerin ülkemizi yurt dışında kötü göstereceği çekincesi” idi.
Tuncel Kurtiz ‘Umut’ filmini nasıl kaçak olarak İstanbul havaalanından Fransa’ya götürdüğünü, bavulda açılan bobinleri nasıl binbir zorlukla tekrar bir araya getirdiğini ve festivalden sonra da bir süre Türkiye’ye dönemediğini anlatırdı. Berlin’in yönetmenleri Carlo Chatrian ve Mariette Rissenbeck bir açıklama yaparak festivalin fikir ve ifade özgürlüğüne saygılı olduğunu belirtmiş ve İran hükümetine çağrı yaparak ‘My Favourite Cake’in yönetmenlerin Berlin’e gelip filmlerini sunmalarını istemişler.
Beş AfD üst düzey yöneticisi açılışa davet edildi ama…
İran hükümetinin bu çağrıya cevap vereceğini sanmıyorum. Aslında bu son yıllarda sık sık tekrarlanan bir İran klasiği: Film önemli bir festivale seçiliyor, yönetmenin pasaportuna el konuluyor ve sonuçta sinema dünyasının filme olan ilgisi birden tavan yapıyor.
Fikir ve ifade özgürlüğünden söz açılmışken festival başlamadan ortalığı karıştıran bir haberden de söz etmek gerek. Almanya’da birkaç yıldır sürekli gündemde olan bir parti var. Almanya için Alternatif Parti (AfD), aşırı sağcı ve neonazi olarak tanınıyor ve özellikle eski Doğu Almanya eyaletlerinde sürekli güçleniyor.
Son kamuoyu yoklamalarına göre % 22’ye varan bir oy oranı var. İşte bu partinin bazı üyelerinin birkaç hafta önce neonazilerle gizli bir toplantı yaptığı ve bu toplantıda yabancı kökenli Almanları (Alman pasaportuna sahip olsalar bile) geri gönderme planlarının konuşulduğu ortaya çıktı.
‘Remigrasyon’ yani ‘geriye göç’ şu an Almanya’nın gündemindeki en önemli konu ve her hafta sonu birçok kentte Almanya için Alternatif’e karşı binlerce kişinin katıldığı gösteriler yapılıyor. Bu geriye göçün nasıl işleyeceği konusu biraz karışık, çünkü Almanya nüfusunun %20’sinin yabancı kökenli insanlardan oluştuğu biliniyor.
Televizyon kanallarında ‘Parti kapatılırsa mı daha iyi olur, kapatılmazsa mı?’ tartışmaları var. Durum böyleyken festival yönetimi beş üst düzey Almanya İçin Alternatif Parti üyesini festivalin açılış törenine davet ediyor. Doğal olarak ortalık birbirine giriyor, sosyal medyada kan gövdeyi götürüyor.
Sonuçta ikinci bir açıklama yapılıyor, festivalin aşırı sağa, antisemitizme, İslam karşıtı söylemlere ve nefret yayan düşüncelere karşı olduğu belirtiliyor ve davet geri alınıyor: “Biz sizi davet etmiştik, ancak şimdi gelmenizi istemiyoruz.” Ortada tuhaf bir durum var. Almanya demokratik bir seçimde halkın oylarını almış, ancak demokrat olmadığı düşünülen aşırı sağcı bir partiyle uğraşıyor. Bu olay daha uzun süre gündemde kalır.
Türkiye’den Aslı Özge’nin filmi var
Festival programında Türkiye’den sadece bir film var. Aslı Özge’nin Türkiye, Fransa, Almanya ortak yapımı filmi ‘Faruk’ yönetmenin 90 yaşını aşmış babasının İstanbul’da kentsel dönüşüme girecek eviyle ilgili mücadelesine odaklanan bir film ve Panorama Bölümü’nde gösterilecek. Aslı Özge yıllar içinde Almanya’da kendisine hatırı sayılır bir yer edindi ve televizyonlara dizi film de çekiyor. Büyük bir başarı, kendisini kutluyoruz.
Aslında Berlin Film Festivali, Ana Yarışma, Encounters, Panorama, Berlin Özel Gösterimleri, Forum ve Generation gibi bölümleriyle çok büyük bir etkinlik ve yüzlerce filmi programına alıyor. Son yıllarda Türkiye’den filmlerin programda yer bulamamasının, Türkiye’den sinemacıların jürilerde yer alamamalarının birçok nedeni var. Ancak bu konu başlı başına bir yazıda ele alınmalı.
Apar topar bir jürilik: İlker Çatak kısa film jürisinde
Yine de İlker Çatak’ın Kısa Film Yarışması jürisine seçilmesi sevindirici. İlker Çatak şu an Almanya’da çok önemli bir isim, çünkü geçen yıl Berlin’de Panorama Bölümü’nde yer alan filmi ‘Öğretmenler Odası’ En İyi Uluslararası Film dalında Oscar’a aday gösterilmiş durumda.
‘Öğretmenler Odası’ çok iyi bir film olmasına karşın geçen yıl Ana Yarışma’ya seçilmemişti, çünkü önemli Alman yönetmenlerin büyük bütçeli filmleri varken Türkiye kökenli çok tanınmamış bir yönetmeni yarışmaya almak pek uygun değildi. ‘Öğretmenler Odası’ ilk gösterildiği günden itibaren çok büyük ilgi gördü, Alman Film Ödülleri’nde en iyi film seçildi ve doğru bir karar ile Oscar’larda Almanya’yı temsil etmesi uygun görüldü.
Festival yönetimi de Oscar adaylığı açıklanınca İlker Çatak’ı apar topar Kısa Film Jürisine dahil etti. Bir de Oscar alsın, önümüzdeki yıl Ana Yarışma Jürisine başkan bile olur. Spielberg’in ünlü sözü var: “Başarılı bir filmin yüz tane babası vardır, film kötüyse piç olur.”
Son olarak İlker Çatak’ın yeni projesinden söz edelim. Şimdilik adı ‘Sarı Mektuplar’ olan ve Almanya, Fransa ortak yapımı olarak çekilecek filme ZDF/Arte kanalı da destek verecekmiş. ‘Öğretmenler Odası’nda dört Türk yan karakter varken ‘Sarı Mektuplar’ın ülkemizi çok daha fazla ilgilendiren bir konusu var ve başrollerdeki oyuncular da şimdiden saptanmış. Daha ayrıntılı yazmak istemiyorum, çünkü henüz çekilmemiş bir filmle ilgili çok fazla haberin ortalıkta dolaşması işin büyüsünü bozuyor. Siz hiç Nuri Bilge Ceylan’ın çekeceği film hakkında konuştuğuna tanık oldunuz mu?