İRADE NEREDE?
Merhamet Hikâyeleri / Kinds of Kindness
Yorgos Lanthimos sevenlerin yüzünü güldürecek bir haberle geldik. Yönetmenin 77. Cannes Film Festivali’nde prömiyerini yapmış, ardından sinemalarda yayınlanmış filmi ‘Merhamet Hikayeleri / Kinds of Kindness’ artık Disney+’ta. Üç ayrı hikâyeden oluşan film yarı kara komedi yarı dram türünde bir antoloji. Filmin başrollerini Cannes’dan En İyi Erkek Oyuncu ödülüyle dönen Jesse Plemons ile kariyerinin ikinci zirvesini yaşayan ve yönetmen Lanthimos’la daha önce de çalışmış Edmma Stone paylaşıyor. Usta oyuncu Willem Dafoe’yu da unutmamak gerek!
Filmde ayrı ayrı anlatılan hikâyeler birbirinden bağımsız gibi görünse de hepsi ortak bir temaya çıkıyor: Başkalarının kontrolü altında yaşama eğilimimiz. Bu tema ışığında ise insan ilişkilerindeki güç dinamiklerini, irade kavramını, özgür iradenin mevcudiyetini, kimlik arayışını, fedakârlık ve suistimal arasındaki ince çizgiyi sorguluyoruz.
İlk hikâye, hayatı patronu tarafından kontrol edilen bir çalışanı konu alıyor. Patron ona yalnızca iş yerinde değil, kişisel hayatında da neler yapması gerektiğini söylüyor, o da bunları yerine getiriyor. Ta ki bir gün patronu ondan tehlikeli bir şey talep edene dek. Karakterimiz o zaman kendi iradesini ve sınırlarını sorgulamaya başlıyor.
İkinci hikâye, denizde kaybolan eşinin geri dönmesiyle hayatı tuhaflaşan bir adama odaklanıyor. Karısında bir farklılık olduğundan şüphelenen adam, dönen kişinin gerçekten eşi olup olmadığını anlamak için ondan garip isteklerde bulunuyor. Biz de paranoyayı rahatlatma isteğinin ne kadar ileri gidebileceğine tanıklık ediyoruz.
Son hikâyede ise bir kadın, ölüleri diriltme yeteneği olduğuna inanılan bir kişiyi bulmak için tuhaf bir tarikata katılıyor. Bu arayış bize grup aidiyeti ve inançlar üzerinden suistimale açıklık gibi konuları düşündürtüyor.
Eğlencemiz kursağımızda kalabilir
Temalar iyi güzel, akla getirdiği tartışmalar da yerinde, yer yer kara komediyle de neşemizi buluyoruz. Ancak filmi izlemek herkes için keyifli olmayabilir ve bu, iki saat kırk beş dakika olmasından kaynaklanmıyor. Film bu temaları kuru kuru sorgulatmak yerine üstüne bir de bizi rahatsız ediyor ki bu tam da yönetmen Lanthimos’un imzası. ‘Dogtooth’ seviyesinde bir rahatsız edicilikten söz etmiyoruz, ama cinsellik ve şiddet görüntülerine, bir tık da ruh daralmasına hazır olun.
Yönetmenin yine Emma Stone’la çalıştığı (ve Stone’un Oscar aldığı) ‘Poor Things’ veya ‘The Lobster’, ‘The Killing of a Sacred Deer’ filmlerinden birini izlediyseniz kendisinin tarzına aşinasınızdır. Aşina olmayanlarsa psikolojik temaların ve ahlaki ikilemlerin kurcalandığı ama kara komedinin de eksik olmadığı bir tür düşünebilir. Yeni yıla girer girmez kontrol, iyi niyeti suistimal, bağlılık ile bağımlılık arasındaki ayrım, özgürlük ve teslimiyet gibi konuları, özetle iradeyi sorgulamaya hazırsanız adına aldanmamanız gereken ‘Kinds of Kindness’ (Merhamet Hikâyeleri) sizi Disney+’ta bekliyor.
KONSERDE ABLUKA
Tuzak / Trap
‘Altıncı His’, ‘İşaretler’, ‘Split’ gibi filmlerin yönetmeni ve senaristi M. Night Shyamalan’ın son filmlerinden ‘Tuzak / Trap’, sinemalardan sonra BluTV’de. Başrolünde ‘90’ların sonu 2000’lerin başının gözde delikanlısı Josh Hartnett’ı gördüğümüz film bir babanın kızını konsere götürmesiyle başlıyor ve iç ısıtan bir baba-kız hikâyesi izleyeceğiz zannediyoruz.
Mekânımız dev bir konser alanı ve film boyunca (yani konser boyunca) biz de karakterlere eşlik ediyor, bol bol şarkı dinliyoruz. Cooper (Josh Hartnett) kızını götürdüğü bu konserin aslında Kasap lakaplı bir seri katili yakalamak için organize edilmiş bir tuzak olduğunu öğrenince de işler sarpa sarıyor. Bu noktadan sonra babamız kızını katilden korumak için konserden bir an önce çıkmaya çalışıyor demek isterdik.
Ancak polisin kalabalıklar arasında kedi-fare oyunu oynadığı bu seri katil aslında Cooper. Biz de onun polisleri, kızına çaktırmadan atlatmaya çalışmasına tanık oluyoruz. Kızının gözü önünde yakalanırsa onun en güzel gününü mahvedecek olan ve zamanla yarışan Cooper kıvrak manevralarla bu ablukadan çıkabilecek mi?
Çabasız bir gerilim
Bunu yüksek tansiyonlu bir gerilim filmi olarak yorumlamak da mümkün, tehlikeli işlerine ailesini bulaştırmamaya çalışan bir aile babasının dramı olarak da. Zira Cooper’ı dört başı mamur bir plan yapmaktan alıkoyan, kızına göz kulak olmak için sürekli onun yanına gidip durması. Bu noktada Josh Hartnett’ı biraz övelim. Hartnett, karakterin hem sevgi dolu bir baba hem de soğukkanlı bir seri katil şeklindeki iki farklı yüzü arasındaki geçişleri ustalıkla yansıtıyor. Bir nevi Doktor Jekyll ve Bay Hyde personalarını kapıştırıyor.
Baba-kız demişken, konserine gittikleri pop yıldızı Lady Raven’ı, yönetmenin kızı Saleka Shyamalan canlandırıyor. Kimi izleyici yönetmenin sırf kızının müzik kariyerine can suyu olmak amacıyla bu filmi çektiği şeklinde mizahla karışık eleştiride bulunuyor. Kimi de hikâyeyi şaşırtmacadan ve ters köşeden yana yetersiz olduğu için eleştiriyor. Shyamalan gerilim ve psikolojik ögeleri birleştirmesiyle bilinen, derinlikli yapımlarıyla tanınan bir yönetmen olduğu için ‘Trap’ten de bunu bekleyenler pek tatmin kalmadı. Ancak biz yönetmenin avukatlığını yapalım: Filmin konusu ve yapısı gereği karakter tahlili veya katmanlı bir anlatım pek mümkün görünmüyor.
Tek mekânda geçen filmleri, söz konusu tek mekânda kaçma-kovalamanın verdiği sıkışmışlık hissini, zamanla yarışmalı gerilimli olay örgüsünü sevenler ‘Tuzak / Trap’ten keyif alacaktır. Filmi BluTV’den izleyebilirsiniz.
AHKÂM KESMEYE DEVAM!
Cunk on Life
Netflix’in bilmiş belgeselcisi Philomena Cunk geri döndü! Soğuk İngiliz mizahına doyduğumuz ‘Cunk on Earth’ adlı sahte-belgeselden (mockumentary) sonra şimdi de ‘Cunk on Life’ bizlerle. Belgesel sunucusu Philomena Cunk ise elbette yine Diane Morgan’a emanet. Artık onunla özdeşleşen bu rolde başkasını düşünemiyoruz. (Kendisini Netflix’in sevilen dizilerinden ‘After Life’tan da tanıyor olabilirsiniz.)
‘Cunk on Earth’ü biraz anlatalım ki ‘Cunk on Life’ı daha iyi tahayyül edin. Dediğimiz gibi ‘Cunk on Earth’ sahte bir belgesel. Philomena Cunk tarihî yerlere gidiyor, üstelik gerçek tarihçiler ve akademisyenlerle konuşuyor. Ancak soruları ve yaptığı çıkarımlar alabildiğine tuhaf ve yanlış. Bu tavrını öyle bir özgüvenle sürdürüyor ki izleyici olarak onunla alay edemiyorsunuz!
Bu anlamda cahil özgüveni izliyoruz denebilir. Philomena Cunk tiplemesi ‘Prens’ dizisinin Prens’inin “Ne kadar inanarak boş konuşuyor görüyor musunuz?” dediği kişilerden yani. Ancak Cunk tüm bu şapşallığının altında yaşadığımız topluma dair sivri dilli ve eğlenceli bir eleştiri yöneltiyor aslında.
Peki ‘Cunk of Life’ nedir?
Cunk’ın dünya hakkındaki soruşturmasının odağı bu kez tarihî eksenden, adı üstünde, hayatın kendisine kayıyor. Biyoloji ve canlılar, sanat, yapay zekâ gibi hayata dair soruların peşine düşen Cunk nihayetinde yaşamı, varoluşu ve tüm bunların anlamını keşfetmeye, yani hayatın özünü yakalamaya çalışıyor. Aynı format, farklı tema olarak düşünebilirsiniz.
Ve hemen belirtelim ki ‘Cunk on Life’tan keyif almanız için ‘Cunk on Earth’ü izlemiş olmanıza gerek yok. Nitekim Philomena Cunk tiplemesi ilk olarak 2013 yılında, Charlie Brooker’ın haber bülteni odaklı komedi dizisi ‘Weekly Wipe’ta canlandırılmıştı. İkilinin 2016 yılında ‘Cunk on Shakespeare’ ile devam eden bu işbirliğini ‘Cunk on Britain’ ve nihayet en bilindik ‘Cunk on Earth’ takip etti. (Ayrıca bu serilerin yaratıcısı ve yapımcısı Charlie Brooker ile oyuncu Diane Morgan, yine Netflix’te yayınlanan İngiliz komedileri ‘Death to 2020’ ve ‘Death to 2021’ yapımlarında da birlikte çalışmıştı.)
Yani Philomena Cunk yıllardır var olan bir tipleme olduğu için ve de format gereği herhangi bir olay örgüsü söz konusu değil; bu nedenle Cunk’ı ilk kez ‘Cunk on Life’ta izleyecekler rahat olsun. Hatta önceki sahte-belgeselleri izlemeyenler daha çok keyif alabilir, zira Cunk’ın tarzına alışmış olanlara format bayat gelebilir.
Biraz daha bizden bir işle karşılaştırmak gerekirse 2010 yılında Nihal Yalçın bunun bir benzerini, Okan Bayülgen’in ‘Disko Kralı’ programının bir parçası olarak ‘Life Sux!’ adlı skeçlerinde yapmıştı. Buna benzer işleri, yani gerçekle kurgunun iç içe geçtiği komedileri, en çok da hicivleri seviyorsanız Philomena Cunk’ın hayat üzerine girdiği soruşturma ‘Cunk on Life’, Netflix’te.
VAMPİRCİLİK OYNAYALIM MI?
Hep Yaşa / Don’t Die
Ölüm fobisi ezelden beri bizlerle, nice kültür sanat eserine de konu oldu. Bilhassa ölümsüz yaratıklar ve ölümsüzlük elde etmek için yapılan savaşlar fantastik ve bilim-kurgu türlerinin vazgeçilmezi. Bunun gerçek hayattaki yansımasıysa hastalandığımızda tedavi alarak ölümü biraz daha ertelemek. Bu erteleme sürecini olabildiğince uzatmak ve modern bilimin sunduğu imkânlar limitinde ölümsüzlüğe erişmek isteyen biri var: Bryan Johnson. İşte Netflix’teki ‘Hep Yaşa’ da (Don’t Die) Bryan Johnson adlı bu girişimcinin belgeseli.
Geliştirdiği mobil ödeme uygulaması 2013 yılında PayPal tarafından satın alınan Bryan Johnson, girişimci kimliğini o zamandan beri başka alanlarda kullanıyor: Sağlık teknolojisi ve biyoteknoloji. Spesifik olarak sağlık ve ölümsüzlük konusuna kafayı takmış olan Johnson yaşlanma karşıtı teknolojiler, beyin-bilgisayar arayüzleri, nöroteknoloji gibi alanlarda kendini testlere adıyor. Adıyor derken, kelimenin her anlamıyla. Johnson yaşlanmanın tersine çevrilip çevrilemeyeceğini keşfetmek amacıyla tasarlanmış ve tıbbi gözetim altında tutulan bir sağlık programına yılda en az iki milyon dolar harcıyor, yani servetini bu araştırmalara adıyor. Denek ise kendisi! Johnson’ınki maddi, manevi, bedensel bir adanmışlık yani. Geliştirdiği Blueprint adlı projesinden topladığı meyveleri ise cinsiyetten ve yaştan bağımsız olarak en sağlıklı insan olduğunu iddia ederek tanıtıyor.
Uzun yaşam peşinde bir zengin mi yoksa bir idealist mi?
Buradan çıkabilecek şarlatanlıklara karşı temkinli olmakta yarar var, tıpkı yeni çıkan her iddiaya ve her girişimciye karşı olmamız gerektiği gibi. Hele de kimilerince Johnson, bedenini insanlık için feda eden yüce bir kişilik haline gelmişken. Zira ilahlaştırılan Elon Musk benzeri bir girişimciye daha ihtiyacımız yok. Ancak bizler bu konudan ve belgeselden, tartışmak üzere, işin mühim toplumsal kısımlarını devşirebiliriz. Misal, Johnson’ın söyledikleri bilimsel mi, Tanrıcılık oynamak uzun vadede iyi mi kötü mü, onun bu çabaları hangi keşiflerin önünü açabilir, bu kadar sağlıklı yaşayabilmek sınıfsal değil mi…
Johnson’ın Blueprint projesinin yöneticisi Doktor Oliver Zolman, bu projeden buldukları verilerin aslında kaliteli uyku, egzersiz ve sağlıklı beslenme gibi bilindik şeylerden oluştuğu için kolay uygulanabilir ve maliyetsiz olduğunu söylese de Amerika’yı yeniden keşfetmek için bu kadar külfete girilmemiş olsa gerek. Kaldı ki bunları uygulamak bile şu hayat koşullarında mümkün olmayabiliyor.
Bu büyük resim dışında Johnson’ın bireysel bir motivasyonu daha var: Oğluyla daha fazla yıl geçirmek için mümkün olan her şeyi denemeye hazır. Bryan Johson kimdir ve ne yapmak istiyor, bunun da ötesinde, bize nasıl tartışma alanları açabilir gibi soruları merak edenler Netflix’teki ‘Hep Yaşa’ belgeseline bakabilir.