Ertuğrul Özkök bu hafta 'Küçük Güzel Şeyler Dükkanı'nı açıyor; müzikten TV dizilerine kadar her şey var.

Geçen hafta Spotify’a konan yeni Türkçe şarkılara bakarken fark ettim.

Türk popu çok verimli bir yaza giriyor.

Son iki haftada çıkan birbirinden çok farklı 7 şarkı söylüyor bunu bana.

Doksanlar’ın başında yaşadığımız “Türk Pop Müzik Rönesansına” benzeyen bir dönem başlıyor sanki.

Burak Kut, Kenan Doğulu, Tarkan, Yıldız Tilbe, Mustafa Sandal, Harun Kolçak, Pentagram’lar onyılını hatırlatıyor bana.

O dönemden farkı ise; birbirinden çok değişik şarkının ve  söyleme tarzının  gelişiyor olması.

Yeni Şarkılar

Son iki haftada çıkan ve dikkatimi çeken 7 şarkı

(*) Canozan: “Ahmakıslatan” Biraz KÖFN tarzını hatırlatıyor ama çok güzel insanı yormayan tam bir yaz şarkısı.

(*) Mavi Gri, Birol Giray: Altüst Olmuşum-Bee Gee Rework

(*) Sertab Erener: Boş Sokak-Fecri Ebcioğlu100 Yıllık Şarkılar; Fecri Ebcioğlu’nun sözlerini yazdığı bu şarkıyı Ajda Pekkan 1968’de söylemişti. Şimdi Sertab yeniden yorumlamış ve çok güzel olmuş. Özellikle arkadaki Shadows grubunun soundunu hatırlatan gitar çok iyi gitmiş.

(*) İkiye On Kala: “Olmuyo Böyle” Son yıllarda en sevdiğim gruplardan biri. “Gidelim buralardan” nakaratını, Nazan Öncel’in o şahane şarkısından beri  hangi şarkıda duysam seviyorum o şarkıyı nedense…Bu da öyle işte.

(*)  Kubilay Karça: “Defoluyorum Kalbinden”…İçimde iflah olmaz bir Arabesk oturuyor ve hiç kalkmıyor. İşte o kontenjandan bir şarkı. Bana uyar ama size de uyar mı bilemem.

(*) Berkay Altunyay:”Ay ve Deniz” Değişik bir şarkı. 

(*) Erden Erdoğan: “Derdin Derdimden Uzak Olsun”, 

Yeni Albüm

KÖFN, daha şimdiden etkili bir Türk ‘Pop Ekolü’ mü oluyor?

Türk popunda bu haftanın en önemli olayı hiç şüphesiz KÖFN ikilisinin ikinci albümü ‘POPSTAR’ın çıkması oldu.

İçinde, sadece Spotify’da 170 milyon kere dinlenen ve 2022’in en çok dinlenen şarkısı olan “Seni Bir Tek Ben Anlarım” ve “Al Aramızdan” gibi geçen yıla ait şarkılar da var.

Albüme adını veren POPSTAR ile “Dün” albümde dikkatimi çeken iki şarkı oldu.

Geçen yıldan beri çıkan Türk popu şarkılarına bakıyorum. KÖFN’ün 1990’lardaki Mustafa Sandal şarkılarını da anımsatan tarzı daha şimdiden bir çok sanatçıyı etkileyen bir ekol haline geliyor sanki.

Bu da normal…

Hemen akılda kalan, yapısı basit, yumuşak ama insanı dans ettiren ritmi olan şarkılar bunlar.

Seçim stresi yaşayan Türkiye’ye çok iyi gelecek bir sound bu.

Breaking News

Grammy Afrika’yı da kapsama alanına aldı

Dünyanın en büyük ve etkili müzik ödülü olan Grammy bu hafta “Grammy.com” adlı sitesinde “Breaking News” anonsu ile şunu duyurdu:

“2024 Grammy ödüllerine 3 yeni müzik kategorisi eklendi”

Yeni kategoriler şunlar:

(*) En iyi Afrika müziği performansı

(*) En iyi alternatif caz albümü

(*) En iyi pop dans kayıdı

Bu üç yeni kategori, müziğin günümüzde nasıl hızla çeşitlendiğini ve yepyeni alanlara açıldığını gösteriyor.

Ben de bundan istifade 1987’den beri hiç bıkmadan dinlediğim bir Güney Afrikalı beyaz şarkıcının şarkısını hatırlattı…

(*) Johnny Clegg’in “Asimbonanga” 

Neden  hatırlattı onu da yazayım. Çünkü benim içime oturan bir hikayesi var.

Üç yeni Grammy ödülü neden bana Asimbonanga’yı hatırlattı?

Johnny Clegg Güney Afrikalı beyaz bir müzisyen.

1985 yılında “Savuka” adlı bir grup kurdu.

Savuka kelimesi Zulu dilinde “Uyanış” anlamına geliyor.

Üç siyah üç beyaz müzisyenden kuruluydu ve Güney Afrika’nın belki de ilk karma kökenli, Apartheid karşıtı  grubuydu.

Grubun solisti Johnny Clegg 1987 yılında “Asimbonanga” adlı şarkıyı yazdı.

Zulu dilinde “Onu Göremiyoruz” anlamına geliyordu ve hapisteki Mandela için yazılmıştı.

Şarkı öylesine sevildi ki Güney Afrika Demokratik hareketinin neredeyse marşı haline geldi.

Güney Afrika’nın büyük lideri Mandela hapisten çıktıktan  sonra 1999’da  bu şarkıyı sahnede Johnny Clegg’le birlikte söyledi.

Birlikte dans ettiler.

Şarkıdan sonra Mandela aynı sahnede şunu söyledi:

“Beni yaşadığım bu dünya ile barış içinde tutan şey müzik ve dansdır…”

Bu şarkıyı daha sonraki yıllarda Joan Baez de söyledi ve bununla bir Grammy ödülü kazandı.

Oysa o tarihlerde  “En İyi Afrika Performansı”sı kategorisi olsaydı Johnny Clegg bu şarkıyla mutlaka alacaktı.

Ama Joan Baez bu şarkıyı Johnny Clegg’le birlikte aynı sahnede söyleyerek bir anlamda ödülü paylaştı.

Evet, bu şarkı 26 yıldır bana hep şunu söyler:

Siyah hayatlar değerlidir…

O değeri savunan beyaz hayatlar da değerlidir…

Johnny Clegg öyle esaslı bir beyaz adamdır işte.

Haftanın Cover’ı

Harula, o şahane şarkıyı yeniden yorumladı ve çok güzel oldu

Ben bir Haris Aleksiu (Harula) hayranıyım. Şu fani dünyada ve özellikle Ege’de benim için Sezen neyse, Ajda neyse Harula da o. Vallahi ne söylese seviyorum.

Onun Loreena McKennit’ten alıp söylediği, (Tango To Evora) “To Tango Ti Nefelis” şarkısı 30 yıldan fazla bir zamandır hiç bıkmadan dinliyordum. Benim Ege Yaz repertuvarımın baş şarkılarından biri.

Harula şimdi onu yeniden yorumladı ve geçen hafta Spotify’a koydular.

Şarkı yenilenmiş, arka plan zenginleşmiş. Harula ise hep o şahane Harula…

Haftanın konusu

Canlı konser kayıtları neden hayatımızda giderek büyüyor?

The Weeknd çok sevdiğim “I Feel It Coming” şarkısının Los Angeles konserinde kaydedilen canlı versiyonunu streaming platformlarına koydu.

Şarkı o kadar hoşuma gitti ki, üç haftadır durmadan dinliyorum.

Sanatçılar son zamanlarda konser kayıtlarına özel bir önem vermeye başladı.

Özellikle kulaklıkla dinleyince insanı  alıp konser salonunun en güzel yerine oturtuyor bu kayıtlar.

Son yıllarda festival ve büyük Showlara dönşüyen konserleri çok sevmeye başladım.

Epidemi öncesi Paris’te Stade de France izlediğim Coldplay konserini hala unutamıyorum.

Sırf o nedenle Spotify’daki hesabımda bir “Best Live Performances” adlı bir liste yaptım.

En sevdiğim 10 canlı konser kaydı şarkı

(*) Viva la Vida: Coldplay; Buenos Aires konseri 

(*) Stars: Simply Red: Ziggo Dome Amsterdam konseri

(*) Comfortably Numb: Roger Waters, Van Morrison: Berlin konseri

(*) Enjoy the Silence: Depeche Mode: Berlin Konseri

(*) I Feel It Coming: The Weeknd: Los Angeles konseri 

(*) Je Serai La: Johnny Hallyday: Parc de Prince konseri

(*) Need You Tonight: INXS: Wembley konseri

(*) Sunday Bloody Sunday: U2, Red Rocks Amphitheatre Colarodo konseri

(*)Friday I’m in Love: The Cure,
(*) Somthing Just Like This; Coldplay; Buenos Aires konseri

Haftanın tartışmalı dizisi

Idol için karar veremedim ama 2. bölümdeki şarkı olağanüstü

Genç çevremde bugünlerde en çok konuşulan dizi HBO yapımı “Idol.”

Türkiye’de BluTV’de yayınlanıyor.

HBO bu dizi konusunda o kadar iddialı ki, bu yıl Cannes Film Festivalinde yaptı tanıtımını.

Yönetmeni Sam Levinson çok iddialı şu cümleyle tanıttı dizisini:

“Biz bu yazın en büyük şovunu sunuyoruz…”

Sam Levinson, 1980’li yılların en devrimci yönetmenlerinden Barry Levinson’un oğlu. Babası Rain Man filminin yönetmeniydi.

Oglu Sam Levinson ise bundan önce benim de çok sevdiğim, çok modern ve yenilikçi bulduğum Zendaya’nın oynadığı “Ephoria” adlı diziyi yapmıştı.

Yeni dizisi İdol’ın henüz ilk 2 bölümü yayınlandı.

Şu an duygular çok karışık ve çelişkili.

Kimine göre çok fazla erotik sahne ile dolu sıradan bir dizi.

Kimine göre çok iyi.

Bense kararsızım.

İlk bölüm benim için düş kırıklığıydı.

Bu arada son yıllarda en sevdiğim ve en çok dinlediğim şarkıcı olan The Weeknd,  gözümdeki imajını sarsacak bir karakteri oynuyor.

Onun açısında sevindiğim taraf ise bu dizi ile birlikte artık Etiyopya kökeninden gelen ismi Abel Tesfaye adını da kullanmaya başlaması.

Göçmenlere karşı neredeyse ırkçı tepkilerin başladığı dünyamızda, göçmen bir çocuğun bu dünya başarısı önyargılarımızı biraz olsun azaltabilir belki.  

Bakalım dizinin devam nasıl gelişecek.

Ama şimdiden şunu söyleyebilirim.

Özellikle ikinci bölümde The Weeknd’in Suzanna Son’la birlikte söylediği “Family” adlı şarkı olağanüstü.

Haftanın şaşırtıcı dizisi

Meğer o kas yığınından ibaret adam bambaşka bir şeymiş

Bu hafta beni en şaşırtan dizi Netflix’deki “Arnold” dizisi oldu.

Terminatör filminden tanıdığımız Arnold Schwarzengger’in Avusturya’da doğduğu köyden başlayıp, California valisi seçilmesine kadar giden süreci anlatıyor…

İtiraf edeyim büyük bir önyargı ile seyretmeye başladım.

“Kaslarından başka hiçbir özelliği olmayan bir adam” gözüyle baktım.

Ama o kaslı alelade dediğim adamın içinden öyle bir karakter çıktı ki, dizinin sonunda uzun uzun düşündüm.

Çok dürüstçe yapılmış bir dizi..

Pragmatik, hırslı, ne istediğini bilen, ama hatalarıyla kolayca yüzleşebilen bir karakter.

İngilizceyi ağır aksanla konuşan, karnındaki six pack kaslarından başka taşıyacak hiçbir entelektüel bagajı  yok sandığımız bir göçmen çocuğun California valiliğine seçiliş stratejisi ve hikayesi insanı şaşırtıyor.

Giderek sığlaşan ve vasatlaşan Türkiye siyasetinden bitap düştüğümüz ve umudumuzu kestiğimiz  şu günlerimizde bana çok iyi geldi.

Size de  iyi gelebilir.