'12 Yıllık Esaret' ve 'Açlık' filmlerinin yönetmen Steve McQueen, yeni belgeseli 'İşgal Altındaki Şehir/Occupied City' ile Nazi dönemi Amsterdam'ını anlatıyor. Dört buçuk saatlik film, güncel Amsterdam görüntüleriyle geçmişin hikâyesini buluşturuyor.

’12 Yıllık Esaret’ ve ‘Açlık’ filmlerinin yönetmen Steve McQueen, yeni belgeseli ‘İşgal Altındaki Şehir/Occupied City’ ile Nazi dönemi Amsterdam’ını anlatıyor. 25 Aralık’ta vizyona girecek dört buçuk saatlik belgesel, Ekim 2019’da yayınlanan Bianca Stinger imzalı ‘Atlas of an Occupied City: Amsterdam 1940-1945’ adlı kitabından hareketle bu kitabı yayınladı.

McQueen belgeselinde, kitaptaki araştırmayı temel alarak bir zamanlar Yahudilerin yaşadığı 130 Amsterdam adresini ziyaret ediyor. Bu geçmişe yolculuğu da “Bazı yönlerden, bir tür arkeolojik kazı. İşgal edilen yerlere, yiyeceklerin teslim edildiğine, insanların saklandığı yerlere bakıyoruz” diyerek anlatıyor.

Geçmişle bugünü birleştirme fikri ilginç geldi

İngiliz yönetmen McQueen, Hollandalı tarihçi ve film yapımcısı olan Bianca Stinger ile 27 yıldır Amsterdam’da yaşıyor. Yaşadığı şehrin geçmişini araştırma isteğini ve filmin ortaya çıkışını ise şu sözlerle anlatıyor:

“Eskiden işgal edilmiş bir şehirde yaşıyoruz. Burada gördüğümüz, önünden geçtiğimiz  binalar savaş sırasında da vardı. Bunu fark ettiğim zaman geçmiş ve geleceğin bir arada olması ve aralarındaki yakınlığı araştırmak ilginç geldi. O zamana ait görüntüleri bulmayı ve o görüntüleri günümüzle birleştirmeyi ve bir görüntüyü diğerinin üzerine yansıtmayı düşündüm. Böylece bugün yaşayanları ve hayatını kaybedenleri aynı karede görebilecektik. Ama sonra Bianca’nın üzerinde çalıştığı ‘Atlas of an Occupied City: Amsterdam 1940-1945’ kitabındaki metinleri, görüntülerle birleştirmeye karar verdik.

Naziler, şehrin Yahudi nüfusunun neredeyse 80.000 olduğu Mayıs 1940’ta Amsterdam’ı işgal etti. Savaş bittiğinde, Amsterdam’daki Yahudilerin yaklaşık %80’inin toplama kamplarında sınır dışı edildiği ve katledildiği tahmin ediliyor.

Amsterdam’da hayaletlerle yaşıyoruz

McQueen, BBC’ye verdiği demeçte bu belgeselle amacının şehrin gölgelerinde kalan izlerini ortaya çıkarmak istediğini söylüyor:

“Bazen aradığınız şeylerin burnunuzun dibinde olduğunu düşünüyorum. Amsterdam’da yaşamaya ilk başladığımda, hayaletlerle yaşadığımı, kendimden başka bir anlatı olduğunu düşündüm. Görülmeyen şeylerin kanıtıydı.”

‘Bu hikâye dayanıklılık ve zaferle ilgili’

Belgeselde izleyiciler Covid-19 döneminde çekilen görüntülerle Amsterdam’da dolaşıyor. Yani klasik bir belgesel anlayışıyla 1940’lardan arşiv görüntüleri ya da hayatta kalanların tanıklıkları yer almıyor. McQueen, bugünün şehrini gösterirken Nazi dönemi Amsterdam’ını anlattığı yaklaşımıyla eleştirmenlerden “cesur bir tercih” yorumunu aldı.

Ayrıca McQueen, filmin zamanlamasına da dikkat çekerek İsrail-Filistin arasındaki savaşa ve bu konudaki hassasiyete dikkat ediyor. Filminin başka herhangi bir grubun dışlanması için Yahudi yaşamının veya ölümünün bir anlatımı olmadığını söylüyor. Ona göre anlatısından çıkarılacak dersler İkinci Dünya Savaşı sırasında Amsterdam’ın hikayesiyle sınırlı değil: “Bu hikâye dayanıklılık ve zaferle ilgili” diyor.

Boğaziçi yönetiminden ‘Benim Çocuğum’ belgeseline sansür