‘Sosyal Hayvan’ ve ‘Karaktere Giden Yol’ gibi kitapların yazarı David Brooks, bu hafta The Atlantic’te ‘Amerika Nasıl Böyle Acımasız Oldu’ başlıklı bir makale yazdı. Makalede Brooks, Amerika’ya dair çarpıcı istatistikler ortaya koyuyor. Depresyon ve intihar oranlarındaki artışın yanı sıra, Amerika’da “yakın arkadaşım yok” diyenlerin sayısı 1990’lardan bu yana dört misli artmış. “Kimse beni gerçekten tanımıyor” cümlesine Amerika’nın yarısı katılıyor. “Hüzün ve ümitsizlik hissediyorum” diyen lise öğrencilerinin oranı yüzde 44. Brooks bu tabloyu manevi bir kriz olarak tanımlıyor. İçinde bulunduğumuz durumun kökeninde neler olabileceğine dair çok yazıldı, çizildi: Sosyal medya bizi delirtiyor, sosyal örgütlere katkı vermeyi bıraktık, daha izole yaşar olduk; gelir dağılımındaki eşitsizlikler insanları kötümser ve kaygılı kılıyor…
Hepsinde bir parça doğruluk payı olan bu teorilerin yanına, ılımlı bir muhafazakar olarak addedilen Brooks yeni bir açıklama ekliyor: Toplumdaki ahlak ve terbiye krizi. Brooks, Amerika’da insanların genel olarak artık nazik, şefkatli ve terbiyeli olmayı bıraktığını ve bu istatistiklerle bu genel nezaketsizlik arasında bir bağ olduğunu düşünüyor. Yazar, ahlak ve terbiyenin geriye düştüğü, herkesin bireysel değerler belirlemeye itildiği toplumlarda, insanlarda yetersizlik hissinin arttığını, ‘kırılgan narsisist’lerin çoğaldığını öne sürüyor. (Narsisizmin iki türü var: Büyüklenmeci ve kırılgan. Kırılgan narsisistler duygusal olarak çok hassas. Narsisizmleri derindeki yetersizlik hissi ile bir baş etme stratejisi.)
Orası Amerika mı dediniz?
“Orası Amerika, Türkiye farklı” mı diyorsunuz? Bilemedim. Sağlık Bakanlığı’nın verileri, 2020’ye kadarki 11 yılda antidepresan kullanım miktarının yaklaşık yüzde 70 arttığını gösteriyor.
Bakanlığın, 2020 yılına ait son sağlık istatistiklerine göre, 2009 yılında 1000 kişi başına günlük 29 antidepresan ilacı düşerken, bu oran 2020’de 49’a çıktı. Ayrıca uluslararası bir sigorta kuruluşu, 2023 yılında Zihin Sağlığı ve Esenlik Araştırması yayınlamış. Çalışma, Türkiye, ABD, Meksika, Filipinler ve Tayland’ı da kapsayan 16 ülkede 18-74 yaş arası 30 bin kişiyle gerçekleştirilmiş. Araştırmanın gerçekleştirildiği ülkeler arasında en yüksek stres ve depresyon oranları Türkiye’de görülürken, ülkemiz aynı zamanda anksiyete oranlarında Çin ve Filipinler ile birlikte ilk sırayı paylaşıyor. Diğer ülkelere kıyasla Türkiye’de daha fazla sayıda insanın yalnız hissettiği de bir diğer veri.
Bu ülke nereye gidiyor, bu dünya nereye gidiyor: Bu kaygılarla yaşamak, herkes gibi benim de maneviyatımı bozuyor. Trafikten, market sırasına gündelik hayatta nazik ve terbiyeli davranan insanların azaldığını, dahası böyle davrananların ezildiğini üzülerek görüyorum. Bu dönemde aklı başında, sakin seslere her zamankinden çok ihtiyaç duyuyorum. İşte onlardan birkaçı:
Engin Geçtan’dan ‘Hayat’:
Bir psikiyatr olan Engin Geçtan’ın makalelerinden oluşan bu kitabını çok seviyorum. Hemen hemen her sayfası altını çizdiğim paragraflar, kendimce aldığım notlarla dolu, dönüp dönüp bakarım. Kitap ve film önerileri de içerir. Geçtan’ın Doğu ve Batı bilgisini birleştiren bir yaklaşımı olmasını özel buluyorum. Brooks’un 2023’te yaptığı saptamayı, bir bakıma 2002’de yazmış Geçtan: “Batı etkisindeki dünyayı hegemonyası altına almış pek çok değer ve ortak kanının sorgulanamaz durumlarının sona erdirilmesi, bir başka trajediyi beraberinde getirdi. Giderek artan sayıda insan, kişisel değerlerinin yaratıcısı olma konusunda artık tek başına bırakılmış durumda. Ortak değerlerin yerini, herkesin kendi normlarını ve değerlerini kendi bildiğince yaratma çabalarının alması, birbirimizi anlamamızı ve birbirimize ulaşabilmemizi gitgide zorlaştırıyor… Sonuç, düş kırıklıkları, kızgınlıklar ve kendimizden kaynaklandığını bir türlü kavrayamadığımız yalnızlık.”
John Berger’den ‘Kıymetini Bil Her Şeyin, Hayata Tutunma ve Direnişe Dair Notlar’:
Berger’in göç, savaş, terör gibi konuları ele alan makalelerle dolu bu kitabı, başka kitaplara, yazarlara, ressamlara kapılar açıyor. Bu içinden çıkılmaz meselelere açılımlar ve özgün perspektifler getiriyor. ‘Kafamızdaki Koro ya da Pier Paolo Pasolini’ makalesi favorim. Nazım’a ithafen yazdığı ‘Söylesem Sevdamı Yumuşacık’ da müthiş. ‘Oppenheimer’ı izleyenler ‘Terörizme Karşı Bir Savaş mı, Terörist Bir Savaş mı?’ makalesini kaçırmasın. ‘Merhametsizliğin Ressamı?’ makalesinde ise kulağımıza küpe şu sözleri söylüyor: “Günümüzde iktidar sahiplerinin ve medyanın kullandığı tarzda geleneksel sözcüklere bağlı kalmak, çevredeki bulanıklığa ve harabiyete katkıda bulunmaktan başka bir işe yaramaz. Bundan sessiz kalmak gerektiği anlamı çıkmamalı. İnsanın katılmak istediği sesleri seçmesi demektir bu.”
Marion Milner’dan ‘Kendine Ait Bir Hayat’:
Bu kitap ilginç bir deneyin ürünü. 1900 doğumlu yazar ve psikanalist Milner, 26 yaşında, bir günlüğe kendini nelerin mutlu ettiğini kaydetmeye başlar. Tesadüfen yakaladığı mutluluk anlarını nasıl çoğaltabileceğine kafa yormaktadır. 1934 yılında günlüğündeki girdilerini elden geçirerek bu kitaba dönüştürür ve yayınlar. İnsanın iç hakikatinin farkına varması, sadece kafayla değil kalple yaşamanın incelikleri üzerine saptamalarla dolu bu çalışma, kendine odaklanmanın bencillik veya narsisizm anlamına gelmediğini de gösteriyor.
Türkiye’de akıl sağlığımızı da etkileyen bir manevi kriz var mı? Geleceğimiz ve hele de çocuklarımız için bu ne anlama geliyor? Bu sorular üzerine düşünmeye devam.
Yazıda bahsi geçen yazarlar, kitaplar:
David Brooks, Sosyal Hayvan ve Karaktere Giden Yol
Engin Geçtan, Hayat
John Berger, Kıymetini Bil Her Şeyin, Hayata Tutunma ve Direnişe Dair Notlar
Marion Milner, Kendine Ait Bir Hayat