‘Àjàyí’nin Yolculuğu’ 2022 yılındaki beklenmedik ölümüne kadar yazar ve sanatçı olarak önemli eserlere imza atan Biyi Bandele’nin ölümünden sonra yayımlanan son romanı. Anglikan kilisesinin ilk siyah Afrika piskoposu Samuel Àjàyí Crowther’in (yakl. 1809-1891) hayatından esinlenen bu romanında Bandele kölelikle başlayan bu olağanüstü yaşamın kurgusal hikayesini anlatıyor.
Biyi Bandele 1967’de Nijerya’nın Kaduna eyaletinin –kendi ifadesiyle -“masalsı bir demiryolu kasabası olan” Kafanchan’da doğmuştu. Çok sonraları doğum yeri hakkında “15 yaşımdayken ayrıldım, ama hayatımın her yönüne damgasını vurdu” diyecekti.
Gerçekten de Bandele’nin yazarlık kariyerini biçimlendiren çocukluk günleriydi. Ailesi Batı Afrikanın en büyük etnik guruplarından Yoruba halkındandı. Annesinin tanrılara ve ruhlara dair hikayeleri olgunluk döneminde sıklıkla başvurduğu fantastik unsurların kaynağı olurken 2.Dünya Savaşı’nda İngiliz ordusu ile savaşa giden babasının anıları onu yazmaya yöneltmişti – henüz yedi yaşındayken.
İlk kısa öyküsünü 12 yaşındayken bölgesel bir gazetede yayımladı. 14 yaşındayken kısa öykü yarışmasını kazandı ki bu öyküsü yıllar sonra kaleme aldığı ilk romanının taslağı olacaktı. 15 yaşındayken Nijerya’nın güneybatı bölgesindeki Lagos’a taşındılar. 1987’de Ile-Ife’deki Obafemi Awolowo Üniversitesi’nde drama eğitimi alırken yayınlanmamış oyunu ‘Rain’ ile 1989 Uluslararası Öğrenci Oyun Senaryosu yarışmasını kazandı ve ardından bir şiir derlemesiyle 1990 British Council Lagos Ödülü’nü aldı.
‘Half of a Yellow Sun’ Biyi Bandele’nin yönettiği filmlerden biriydi. Filmde 1960’lardaki Nijerya’daki İç Savaş sırasında yaşananlar anlatılır.
Bu başarıları sayesinde kazandığı bursla 1990 yılında Londra’ya taşındı. 1991’de ilk romanı ‘The Man Who Came in From the Back of Beyond’ yayımlandı. Yıldızı parlamıştı Bandele’nin. Birkaç 10 yıl boyunca oyun yazarı, romancı, senarist, fotoğrafçı ve yönetmen olarak büyük beğeni topladı. 2022 yılında Lagos’ta hayatını kaybettiğinde 2023’te yayımlanması planlanan ‘Àjàyí’nin Yolculuğu / Yorùbá Boy Running’ romanı üzerine çalışıyordu.
Afrika’nın acı tarihi
Bandele’nin romanları –’Ötenin Arkasından Gelen Adam’ (1991) ve ‘Sokak’ (1999)- “okuma keyfine, şaşırtıcı bir gerçeküstücülük ve zekanın yanı sıra siyasi tavıra da sahip” tarzında övgüler almıştı. Türkçeye çevrilen ‘Sokak’ mizah, duygusallık ve fantastik öğeler barındıran, ama aynı zamanda çağdaş Britanya’daki diaspora hayatının gerçekliğine odaklanan ilginç bir romandı.
Ancak yazar hakkındaki değerlendirmelere baktığımızda asıl ilgi alanın tarihsel konular olduğunu anlıyoruz. Bunun en iyi örneği 2. Dünya Savaşı’na katılan Afrikalı askerlerle ilgili –babasının anlattığı hikayeler esinli- ‘Burma Boy’ (2007) romanıdır. Bir Afrika halk masalı tarzında yazılan bu roman Biyi Bandele hakkındaki beklentileri yükseltmişti ama bu sıralarda film çalışmalarına ağırlık vermesi nedeniyle romancılığını sürdürmedi – ta ki 2022’de yeni bir romana -‘Àjàyí’nin Yolculuğu’na- başladığını duyurana kadar…
‘Àjàyí’nin Yolculuğu’nda yine tarihe, tarihi gerçeklere ve şahsiyetlere dönmüş Bandele. Bir yandan Samuel Ajayi Crowther’in bir yandan kendi büyük büyükbabasının hayatlarından, onların esir alınıp köleleştirilmesinde ilham alıyor.
Hayatı, kişiliği ve köleciliğe karşı verdiği mücadelesiyle Samuel Àjàyí Crowther, Afrikalılar için her zaman sevilen ve örnek alınan bir insan. Küçük yaşta Nijerya’daki köyünden kaçırılarak köle tüccarlarının eline düştüğü, İngiliz Kraliyet Donanması tarafından Portekizli köle tüccarlarından kurtarılıp Sierra Leone’deki misyonerlerin eline bırakıldığı, burada eğitim gördükten sonra Anglikan kilisesi rahibi olduğu, ‘İncil’i ve diğer kutsal metinleri Yoruba diline çevirdiği, en nihayetinde Anglikan kilisesinin ilk Afrika piskoposu rütbesine yükseldiği ve hayatı boyunca köle ticaretine karşı kampanya yürüttü herkesin malumu.
Amacı bilineni tekrar etmek değil
Bandele’nin romanı malumları tekrarlamak amacıyla değil kendisindeki Crowther imgesini canlandırmak ve Afrika’nın yağmalanmasını vurgulamak üzere kurgulanmış. Özellikle 1821’de Òşogùn’da geçen bölümlerdeki vahşi köy baskını sahnesi ile okuyucu kıskıvrak yakalamayı başarıyor.
Yerel olarak ‘Malililer’ olarak bilinen müslüman savaşçıların baskınını anlatan ve romanın en uzun ve en dramatik sahnelerinde Àjàyí’nin, ailesinin, en iyi arkadaşının ve köy hayatının canlı tasvirlerini buluyoruz. Bu hikayeye paralel bir başka hikaye ise köyün bağlı olduğu ülkenin saray entrikalarına yöneliyor; sarhoş ve kadın düşkünü bir krala, kralın gözüne girmek için kadınlarını, kızlarını bile öne sürmekten çekinmeyen kötü ve ahlaksız dalkavuklara, çatırdayan iktidarın arkasındaki güç savaşlarına…
Baskı ve zulümle ayakta duran bir krallığın halkını korumak gibi bir derdi yoktur elbette. Topraklarına giren, yağmalayan ve tutsakları köle pazarlarında satan Mali savaşçılarına karşı hiçbir tedbir alınmaz. Nitekim Àjàyí ve ailesinin yaşadığı köy saldırıya uğrar, aralarında Àjàyí’nin babası ve en yakın arkadaşının da bulunduğu pek çok insan öldürür, annesi ve kız kardeşi ile birlikte Àjàyí de köleleştirilir. 13 yaşındaki Àjàyí’yi kölelikten Afrika’nın en etkili rol modellerinden biri haline getiren uzun yolculuk başlamıştır…
Kölelikten piskoposluğa…
Beklenmedik ölümünden günler önce ‘Àjàyí’nin Yolculuğu’nun el yazmasını tamamlayan Biyi Bandele için bu hikaye kişisel bir projeydi. Zira kendisi de bir kölenin torunuydu ve kölelikle hesaplaşmak istiyordu. Afrika’nın, ülkesinin ve ailesinin kölelikle tahrip olmuş hikayesini anlatmak için Crowther’in yazıları da dahil olmak üzere geniş bir kaynak taraması yaptığı çok açık. Böylelikle Nijerya’daki her okul çocuğunun ezbere bildiği bir hayat hikayesini izlemek yerine, hayal gücünü de işin içine katarak, kahramanının karakterini Afrika’nın acılı tarihiyle bütünleştirerek işlemiş. Din maskesi altında girişilen yağmayı ve köle ticaretini eleştirirken müslüman savaşçılar kadar –Àjàyí’yi yetiştiren- Hıristiyan misyonerleri de hedef alan Bandele, Afrika’nın kifayetsiz, cahil ve aç gözlü yöneticilerini de ihmal etmiyor.
“Òrombó o gece saraya geri döndü ve kralın cesedini gizlice defnettikten sonra kendisini çaktırmadan kral ilan etti. Kendi taç giyme törenini sadece birkaç dalkavuğuyla ve komplocu arkadaşıyla paylaştı ve bu müjdeyi tebaasıyla, Òṣogùn halkıyla, paylaşmak için en uygun zamanı bekledi. Takip eden günlerde, bu ihanet çemberinin dışında kalan ve kralın öldüğünü, tahta bir sahtekârın çıktığını bilen herkes kılıçtan geçirildi. Bugün, iki yüz yıl sonra, Òrombó Afrikalı liderlerin koruyucu azizi kabul ediliyor; onun manevi evlatları, insanlarını en yüksek teklifi verene satmaya devam ediyor.”
Modern ve geleneksel anlatıyı harmanlıyor
Bandele’nin tarihe olan bu merakı Afrika’nın kötü kaderinin hala sürüyor olmasından. Bugun içinde yaşanılan durumun gerçekte bir kural olduğunun farkındalığıyla -Walter Benjamin’i selamlayarak sürdürelim- geçmişin gerçek imgesini yakalamak için gerçek tarihi şahsiyetlerle kurmaca roman kişilerini harmanlamış, geçmişi olduğu gibi anlatmak yerine “tehlike ânında birden parlayıveren anıları” yakalamaya çalışmış. Böylelikle Samuel Àjàyí Crowther’in köleciliğe karşı mücadelesindeki dönüm noktalarına odaklanarak kurgulamış romanını.
Hikaye doğrusal zaman akışını izlemeden, tarihte ileri geri sıçramalarla akar, Àjàyí bir dünyadan diğerine savrulup bilinci radikal biçimde değişirken Bandele’nin dili ve üslubu da değişiyor; “coşkudan ayıklığa, destandan mahreme, müstehcen mizahtan donuk ifadelere” kayıyor. Ancak her durumda güzelliğini yitirmiyor.
Modern ve geleneksel anlatıyı harmanlayan Biyi Bandele, hikayesini çok iyi anlatmış. Özellikle açılış bölümünde yıkıcı mizahı, dramatik sahneleri ve lirik diliyle çarpıcı sahneler yakalarken sömürge Nijerya’nın doğuşunun canlı bir tablosunu çiziyor. Bu tabloda kölelik müessesesinin bütün aktörlerini buluyoruz. Zengin bir şahıslar kadrosu; krallar, yardakçılar, köy büyükleri, savaşçılar, köle sahipleri, kaderlerine çaresizce katlanan kadınlar ve çocuklar, misyonerler ve İngiliz sömürgeciler…
Tarihi şahsiyetler kadar sıradan insanların da karakterlerine derinlemesine nüfuz eden Biyi Bandele, son romanı ‘Àjàyí’nin Yolculuğu’ ile erken yaşta ölümünün önce Afrika, sonra dünya edebiyatı için büyük bir kayıp olduğunu düşündürüyor.