Hayatta en mutlu olduğu anlar bir dağın zirve noktasına yakın bir noktada soğuk bir sabaha uyanmaktı. Dağları, tırmanmayı ve zirveye çıkmayı seviyordu. Hatta 90’ların başında And Dağları’nda, üç arkadaşıyla birlikte 6 bin metre üzerinde korkunç bir fırtınaya yakalanmış, ölümle burun buruna gelmişti. Ama yine de tırmanmaktan vazgeçmeyecekti. Çünkü tırmanmak onun çocukluğundan beri yaptığı bir şeydi.
İngiliz oyuncu Julian Sands 65. doğumgününden birkaç gün sonra 13 Ocak’ta Los Angeles’ın kuzeydoğusundaki San Gabriel Dağları’nda tırmanışa çıkmıştı. Sonra bir daha kendisinden haber alınamadı. Kaybolmasının anlaşılması üzerine yetkililer hemen onu aramaya çıktı. Arabası 18 Ocak’ta bulundu. Fakat şiddetli fırtına arama kurtarma çalışmalarını engelliyordu.
Oğlu aynı rotayı takip etti ama
19 Ocak’ta, oğlu Henry, kıdemli bir dağcıyla birlikte, babasının yürüdüğü rotayı takip ederek Sands’i aramaya çıktı. Cep telefonundan gelen sinyalleri takip ettiler. Sinyallerin son geldiği noktaya ulaştılar ama Sands’i bulamadılar. Arama kurtarma çalışmaları aralıklarla devam etse de bir sonuç alınamadı. Ailesi ve arkadaşları yavaş yavaş durumu kabullenmek durumunda kaldı. Ama bir umut hep içlerinde vardı. Özellikle birlikte tırmanış yaptığı arkadaşları onun çok deneyimli olduğunu ve her türlü zorluğu aşabilme potansiyeline sahip olduğunu söylüyorlar ve umutlu olduklarını belirtiyorlardı.
İki gün önce Sands’in kaybolduğu bölgede yürüyüş yapan bir ekip insan kalıntıları buldu. Şu an kalıntıların kimliği henüz belirlenemedi. Lakin bu kalıntıların Sands’e ait olduğu kabul ediliyor. Ailesi de durumu kabullenmiş durumda. Açıklamalarında “Julian’ı harika bir baba, koca, kaşif, doğal dünya ve sanat aşığı, özgün ve işbirlikçi bir sanatçı olarak parlak anılarıyla kalbimizde tutmaya devam ediyoruz” dediler.
2020’de The Guardian‘da Sands’le yapılan bir söyleşide kendisine nasıl hatırlanmak istediği sorulmuştu. Juilan Sands de “Çocuklarım tarafından ilginç, eğlenceli bir baba olarak” cevabını vermişti. Tahmin ettiğinden daha iyi hatırlanıyor Sands. Sadece ailesi mi? Onu tanıyan hatta sadece filmlerde izleyenler bile.
Malkovich: Bu filmin son birlikteliğimiz olmasından korkuyorum
1982 yapımı ‘Ölüm Tarlaları’ filminde bir fotoğrafçıydı. Hem de gözü kara bir fotoğrafçı. Çok yakın dostu olan bir başka usta aktör John Malkovich de filmde fotoğrafçıydı. Şubat ayında birlikte oynadıkları, Berlin Film Festivali’nde gösterilen ve Sands’in son filmi olan ‘Seneca: On the Creation of Earthquakes’ vesilesiyle konuşan Malkovich “Bu filmin son birlikteliğimiz olmasından korkuyorum” demişti. Sonra da “O benim en yakın arkadaşım. En son, çok sevdiği bir şeyi yaparken görüldüğüne eminim. O hevesli bir dağcı/yürüyüşçüydü. Her zaman Kilimanjaro’ya, Antarktika’ya, And Dağları’na veya Alpler’e gidiyordu. Çok zorlu deneyimler yaşamış çok kıdemli bir dağcıydı” diyerek anlatmıştı onun dağcılığını. Ki Sands yaşasaydı yapmak istediklerinin başında Nepal’deki Makalu Dağı’nın zirvesine çıkmak geliyordu.
Marianne Faithfull’un klibinide Derek Jarman’a asistanlık yaptı
Tabii biz Juilan Sands’i hep iyi bir aktör olarak bildik. Ama öncesi var. Ki bu öncesinde onu hayata hazırlayan ve hayatını şekillendiren bir dostluk var. Usta yönetmen Derek Jarman ile 1970’lerin sonunda, İngiltere’de oyunculuk okurken tanışmıştı Julian Sands. Jarman, onun için iyi bir arkadaş ve akıl hocasıydı. Marianne Faithfull’un plak şirketi Jarman’dan yeni albümü ‘Broken English’i tanıtmak için hem 16 mm hem de süper 8 çekimde çalışan bir dizi video çekmesini istediğinde Jarman, deneysel müzik videosu formatında kendisine yardımcı olması için Sands’ten asistanı olmasını istedi. O da kabul etti. Videoda şeytanı oynayacak olan David Bowie çekimlere gelmeyince Jarman, “Pekala, Julian, sen şeytansın. Oynayabilirsin!” demiş ve Sands de kabul etmişti. Asistanlıktan kamera önüne geçti ve öyle de devam etti. Ki 1989 yapımı ‘Şeytan / Warlock’ta yine ‘şeytanı’ oynacaktı.
Her türlü filmde rol alabilen oktavı geniş bir oyuncuydu
‘Ölüm Tarlaları’ onun bir anlamda çıkış filmiydi. Yakışıklığıydı ama bu yakışıklılığını çok kullanmadı, kameraya karşısına geçince daha çok oyunculuğunu gösterdi. Ağırlıklı olarak yardımcı rollerin adamıydı. Ama sonra filmlerde başrolde görmeye başladık. ‘Oxford Blues’, ‘Manzaralı Oda’, ‘Arachnophobia: Örümcek Korkusu’, ‘Helena’yı Sarmak’, ‘Operadaki Hayalet’, ‘Gotik’, ‘Ejderha Dövmeli Kız’, ‘Manika’, ‘End of Summer’, ‘The Loner’, ‘Tennessee Geceleri’, ‘Kocalar ve Aşıkları’, ‘Wherever You Are’, ‘Cinsel Masumiyetin Kayboluşu’, ‘Bir Daha Asla’, ‘Murder on the Moon’, ‘The Survivalist’, ‘Siesta’ gibi pek çok filmde oynadı. Son filmi ‘Seneca’yı izleyemedik ama son yalların en iyi filmlerinden biri olan ‘Bayalı Kuş’ta oyunculuğunun tüm demiyle performans sergilemişti.
Korku, komedi, bilim kurgu, dönem dramaları gibi farklı türlerde filmlerde farklı personalar yaratarak oyunculuğunu ortaya koyabilen ender oyunculardandı. Oyunculuk oktavı genişti yani. Bunun sebebi de hayata karşı çoklu perspektiften bakma yeteneğiydi belki de. Bunu çok dillendirmezdi, çünkü görünür olmayı sevmediği için kolay kolay da söyleşi vermezdi. İşini yapar, ailesiyle zaman geçirir, doğayla baş başa kalmayı sever ve her fırsatta da dağların zirvesine doğdu yolculuğa çıkardı.
Şimdilerde tekrar bir daha görüşmek istediği dostu Derek Jarman’la çoktan buluşmuştur. Cenazesinde Rufus Wainwright’tan ‘Get Happy’in çalınmasını istemişti. Onu bu şarkıyla uğurlayalım o zaman.