Bir asker düşünün ki savaşın bittiğine hiçbir şekilde inanmıyor. 29 yıl bir ormanda saklanıyor.
Tüm dünyanın tanıdığı bu Japon askeri Hiroo Onoda. İkinci Dünya Savaşı sırasında Filipinler’deki Lubang Adası’nda görevlendirilen ve imparatorluk ordusu dönene kadar ne pahasına olursa olsun adayı savunmaktan vazgeçmemesi söylenen Japon askeri Onoda pes etmeden yıllarca mücadele etti. Görevlendirildiği adada yılmadan 29 yıl geçiren asker Onoda 92 yaşında öldüğünde paramparça üniforması ve samuray kılıcı hâlâ üstündeydi.
Onado’nun hikayesi daha önce filmlere ve kitaplara konu oldu. Alman sinemasının önemli yönetmenlerinden Werner Herzog da bu askerden çok etkilenmişti, o da anlattı. Ama kendisinden beklendiği üzere film ya da belgeselle değil, sözcüklerle. Herzog’un Onada’nın hikayesini anlatan ilk romanı yayınlandığında takvimler 2021 yılını gösteriyordu. Pınar Akkoç’un Türkçeye çevirdiği roman Can Yayınları tarafından yayınlandı.
İlk uzun metrajlı filmi Lebenszeichen’la 1968’de Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ödülünü alan Alman sinemasının öncülerinden Herzog kariyerine ‘Aguirre, der Zorn Gottes’, ‘Fitzcarraldo’, ‘Rescue Dawn’,’ Family Romance ve ‘Encounters at the End of the World’ gibi film ve belgeseller sığdırdı. Bugüne dek 70’ten fazla filme imza atan yönetmen ‘Fitzcarraldo’ filmiyle 1982’de Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülü aldı.
Peki Herzog’un bu romanı yazma serüveni nasıl başladı? Herzog yazının önsözünde bu soruya da cevap veriyor. 1997 Japonyası… Yönetmen ‘Chushingura’ adlı operayı sahnelemek için Tokyo’ya gidiyor. Bu ziyaret sırasında Japon İmparatoru uygun zamanı varsa yönetmenle görüşmek istediği haberini gönderiyor. Herzog olağanca dürüstlüğüyle “İmparatoru ne yapayım, ne konuşurum ki onunla. Karşılıklı içi boş resmî sözler söylemekten ileri geçemeyiz” diyor ve teklifi geri çevirdiğini, koskoca bir imparatoru reddettiğini o an fark ediyor. Ortam pek gerilmişken bir ses bu buz gibi havayı bakın nasıl dağıtıyor:
“Madem imparatoru görmek istemiyorsun, o zaman Japonya’da kimi görmek istiyorsun? Hiç düşünmeden cevap verdim: Onoda’yı.
Onoda mı?’
‘Evet’ dedim. ‘Hiroo Onoda.’
Bir hafta sonra buluştum Onoda’yla.”
Alman sinemasının önemli yönetmenlerinden Werner Herzog ilk romanı ‘Dünyanın Alacakaranlığı’ndan iştah kabartan tadımlık bir bölüm ise şöyle:
1997 yılında Tokyo’da Chushingura adlı operayı sahneledim. Besteci Shigeaki Saegusa eserinin dünya prömiyerini üst- lenmem için uzun süre ısrar etmişti. Chushingura tüm Japon hikâyelerinin içinde en Japon olanı: Bir derebeyi bir seremoni esnasında tahrik edilir ve hakarete uğrar. Bunun üzerine kılıcını çeker. Bu yüzden sepuku yapmaya, yani intihar etmeye zorlanır. Onun kırk yedi müridi iki yıl sonra beylerine yok yere hakaret eden soyluyu bir gece yarısı yakalayıp öldürerek intikam alırlar. Yaptıklarının karşılığında öleceklerini bilirler. Aynı gün kırk yedisi birden intihar eder.
Shigeaki Saegusa Japonya’da çok saygın bir besteci. Operanın sahnelendiği dönemde televizyonda kendi şov programı vardı ve ortaya koyduğumuz bu iş biliniyordu. Akşamları en yakın ekip çalışanları uzun bir masada buluşup yemek yerlerdi. Saegusa bir keresinde geç geldi, heyecandan aklını oynatacak gibiydi. Herzog-san, dedi. İmparator beni kişiye özel bir davetle kabul etmek istediğini bildirmiş. Eğer prömiyer öncesi çok fazla telaşımız yoksa bekliyormuş. Şöyle cevap verdim: Tanrı aşkına, imparatoru ne yapayım ben, ne konuşurum ki onunla. Karşılıklı içi boş resmî sözler söylemekten ileri geçemez. Eşim Lena’nın elimi sıktığını hissettim. Ama artık çok geçti. Teklifi geri çevirmiştim.
Bu şüphesiz büyük bir gaftı. Bugün bile düşününce yer yarılsa da içine girsem dediğim cinsten korkunç ve akılsızca. O an masadaki herkes buz kesmişti zaten. Sanki kimse nefes almıyordu. Bakışlar yere inmiş, özellikle de benden uzağa odaklanmıştı. Uzun süren bu sessizlik yüzünden salonda hava buz gibi olmuştu. Herhalde şu an tüm Japonya nefes almayı bıraktı, diye düşünmüştüm. Tam o an, o sessizliğin ortasında bir ses şunu sordu: Madem imparatoru görmek istemiyorsun, Japonya’da kimi görmek istiyorsun ki? Hiç düşünmeden cevap verdim: Onoda’yı. Onoda mı? Onoda? Evet, dedim. Hiroo Onoda. Bir hafta sonra buluştum Onoda’yla.