Eroğlu Müzik Orkestrası. Onlar Türkiye’nin ilk kadın orkestrasıydı. 1968’de kuruldular. Beş kişiydiler. Ezel Gönül bateri, Nilüfer Darıca bas gitar, Merih Kılıçaslan ritm gitar, Sema Eroğlu org çalıyor, Deniz Eroğlu da solist olarak şarkıları söylüyordu.
Kadınlardan oluşan bir orkestra vakti zamanında büyük sükse yapmıştı. Defalarca TRT’ye çıktılar, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde, başbakanlıkta, basın balolarında konserler verdiler. Barış Manço, Erol Büyükburç gibi isimlerle sahne aldılar. Albümler yayınladılar, dönemin popüler dergilerine söyleşiler verdiler.
Üyelerinin eğitimlerini tamamlayıp meslek hayatına atılması, hayatta farklı sorumluluklar üstlenmeleri nedeniyle grup 1977’de dağıldı. Sonra da nasıl olduksa kolektif hafızamızdan uçup gittiler. Grup üyeleri kimi eczacı, kimi akademisyen, kimi öğretmen olarak hayatına devam etti ve Eroğlu Müzik Orkestrası onlar için gençliklerindeki güzel bir anı olarak kaldı.
Ta ki yakın zamanda TRT Arşiv’de onlardan bahsedilene kadar. İki belgesel sinemacı Musa Ak ve Hasan Basri Özdemir TRT Arşiv’de yayınlanan videoyu izleyince işte bu orkestranın peşine düştü. Türkiye’de pop müziğin yeni yeni şekillendiği 60’lı yıllarda beş genç kadın bir araya gelip orkestra kuracak, dokuz yıl boyunca müzik hayatlarını sürdürecek ama onlardan bugünlere pek de bir şey kalmayacak. Bir belgesel çekip onları tarih sahnesinde hak ettikleri yere koymak istediler. ‘Bir Orkestranın İzinde’ belgeseli böyle ortaya çıktı.
İşte o belgesel Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Ulusal Belgesel Yarışması’nda prömiyer yaptı. 1968’de Ankara’da kurulan grup 2024’te Antalya’da bir anlamda yeniden doğdu. Musa Ak ve Hasan Basri Özdemir grubu yeniden bir araya getirmeye çalışan Cenk Eroğlu’nun hikayesi üstünden bizi grupla yeniden tanıştırıyor, onların müzik serüvenine ortak ediyor. Sonra da tekrar sahneye çıkmalarının izini sürüyor belgeselde.
Nereden nereye be Türkiye
Yönetmenler Ak ve Özdemir “O dönem o kadar modern ve aydınlık bir dönem ki kadın karakterler çıkıp müthiş bir şekilde müzik yapıyor ve hatta cumhurbaşkanına, başbakanına kadar da çıkıp şarkılarını dinletiyor. Bu çok kıymetliydi. Bunun izini sürdük aslında biz. Cumhuriyet’in ne kadar kıymetli olduğunu bize bir kere daha hatırlattı bu belgesel” dediler gösterimden sonra söyleşide.
Bir müzik grubunun hikayesinden Cumhuriyet’e övgü çıkar mı derseniz. Ülke şartları nedeniyle insan çıkarıyor tabii ki. Nereden nereye be Türkiye dedirten bir macera aslında onlarınki. Bugün kadınların hayatın her alanında tedirgin yaşadığı bir ülkede bir zamanlar kadınlara verilen değerin bir portresi bu belgesel. Festivalde bu belgeselin gösterildiği AKM’nin bir başka salonunda son bir haftadır yönetmenler, oyuncular her gün kadınların öldürülmediği bir ülkede yaşamak istediklerini söyleyip duruyor! Türkiye’nin kadınlara verdiği değerin iki farklı tablosu gelip karşısına çıkıyor işte.
‘Seni Bıraktığın Yerdeyim’ yarışmanın zayıf halkalarından
‘Bir Orkestranın İzinde’ belgeselinden sonra dün Ulusal Yarışma’daki gösterilen iki filme ‘Seni Bıraktığın Yerdeyim’ ve ‘Sevgili Katilim Berlin’ geçeyim. Belgeselleriyle tanınan Ümran Safter’in filmi olan ‘Seni Bıraktığım Yerdeyim’ neden intihar ettiği belli olmayan kardeşlerinin cenazesini toprağa vermek için köylerine giden iki kardeşin ve onlara eşlik eden iki kişinin yol öyküsü diye özetlenebilecek bir hikaye anlatıyor. Damla Sönmez, Günkut Güven, Eray Yasin Işık, Hakan Salınmış, Yasin Erol’un rol aldığı film sevdiği birinin ölümünü kabullenme sürecini işliyor temelde.
İntihar eden Ercüment’in kız kardeşi gazeteci Nihan bir türlü bu gerçeği kabullenmiyor. Onları köye götüren enişteleri de yol boyunca sürekli bu nedensiz intiharın nedenini öğrenmeye çalışıyor. Lakin filmin sonunda sürekli senaryoda altı çizilen bir sorunun cevabını öğrenemiyoruz. Peki biz bu hikayeyi neden izledik, diye salondan ayrılıyoruz. Bir film elbet sorular sordurur ama kendi ortaya attığı sorunun cevabını vermemesine ne demeli bilemiyorum. Hem anlatı hem de sinematografi olarak yarışma seçkisinin zayıf halkalarından biri ‘Seni Bıraktığım Yerdeyim’. Ama en zayıf halka hala ‘Hatırladığım Ağaçlar’.
Jules Verne’ne Antalya’dan selam
Günün ikinci filmi adından da anlaşılacağı üzere Berlin’i mesken tutan ‘Sevgili Katilim Berlin’. Almanya’da yaşayan Neco Çelik sinema dünyasının yakından tanıdığı bir yönetmen. Yıllar önce filmleri Türkiye’de gösterilmişti. Hatta burada ‘Kısık Ateşte 15 Dakika’ adıyla Ata Demirer, Haluk Bilginer, Metin Akpınar’ın oynadığı bir film de çekmişti. Uzun yıllar sonra Jules Verne’nin ‘Çin’de Bir Çinli’nin Başına Gelenler’ kitabının modern ve serbest uyarlamasıyla karşımızda.
Berlin’de yaşayan 30’larındaki siyahi Jacky intihar edecek gücü kendinde bulamayınca kendisini öldürmesi için bir kiralık katil tutar. Bu iş için de yine 30’larındaki Cello görevlendirilir. Tabii ki birbirlerine aşık olurlar. Ama Cello’nun yapmadığı işi bitirmeye kararlı tetikçiler vardır. Çelik Berlin’de ötekileştirilmiş ve kaybolmuş iki yaralı ruhu bir araya getiriyor aslında.
Jules Verne’nin birçok sinemacı tarafından uyarlanan hikayesine yeni bir yorum getiriyor Çelik, bir atmosfer filmi olarak gayet başarılı bir film ortaya koyuyor. Söyleşide Verne’nin hikayesinin ilk defa kadın karakter üzerinden yorumlandığını söyledi ama hatırladığım kadarıyla Metin Erksan son filmi ‘Sensiz Yaşayaman’da Hülya Koçyiğit’in canlandırdığı Ayfer üzerinden bunu denemişti.
Lakin filmi ilginç kılan başka bir durum var. Ulusal Yarışma’da daha önce Almanca çekilmiş bir film izlemiş miydik pek hatırlamıyorum. Film Berlin’de geçse, dili Almanca olsa da yapımcıları Türk. Murat Şeker ve Cemal Okan. Dolayısıyla perdede evrensel bir hikaye, başrolde siyahi bir oyuncu, mekan Berlin, lakin bir Türk filmi var karşımızda. Bu da sinemanın yeni gerçeklerinden biri!